Hele de Kıbrıs'ta yaratılmak istenen bu iyimserlik bir de Türkiye'nin AB üyeliği süreci çerçevesinde değerlendirilip, kamuoyunda "Kopenhag Zirvesi'nde takvim alacağız" yorumu ile birleştirilince işler iyice çığrından çıkıyor. Bunlardan bana ne mi? İyi de borsadaki yükselişin sadece ve sadece AKP'nin tek başına iktidarı ile ilgili olduğunu mu sanıyorsunuz?
Bugün İMKB ile ilgisi olan kime sorarsanız sorun Ekim ayı başından bu yana yaşanan ve geçen hafta iyice dikkat çeken yükselişin ana ekseninin AB ve Kıbrıs olduğunu söyleyecektir. O zaman da sağlıklı yatırım için AB ve Kıbrıs meselesinin yatırımcı açısından analizini yapmak şart oluyor.
Mevcut duruma baktığımızda şunu görüyoruz:
* Türkiye Kopenhag Zirvesi'nden bir takvim alma umudu içindedir.
* Bu takvim denilen meretin Saatli Maarif Takvimi olmadığı açıktır
* Ama Türkiye'nin kendi başına sardığı bu dert ile AB üyelerine "Madem öyle size takvim verelim mi, versek mi, yoksa bir baksak mı ya da biraz daha düşünsek mi" deme şansı tanımıştır. (Aferin bize. Yine becerdik)
* AB Konvansiyonu Başkanı d'Estaing (ki bu şahsın görevi AB'nin genişleme süreci üzerine çalışmaktır) Türkiye'yi şok eder nitelikte bir açıklama ile Türkiye üye olursa ortada AB diye bir şeyin kalmayacağını söyledi. (Bizi iyi tanıyor galiba)
* Bu zata aradan daha saatler bile geçmeden Fransa'nın muhafazakar partisi ve AB'nin Genişlemeden Sorumlu eski Komiseri Verheugen'den destek geldi.
Bu hafta hem yüzde 34 oranında değer kazanan borsa endeksinin kar satışları ile geri dönüşünü hem de AKP'nin kuracağı hükümet ve bu hükümetin ilk icraatları ile ilgili ilk ipuçlarını göreceğiz. Nitekim haftanın ilk gününden itibaren kar satışlarının gelmeye başladığını ve müstakbel AKP hükümetinin icra yönü ile ilgili, başbakanlık meselesi ile ilgili ilk açıklamaları izlemeye başladık.
Büyük olasılıkla Çarşamba ya da Perşembe günü milletvekillerinin yemin töreni de gerçekleştirilecek 58. hükümete bir adım daha yaklaşmış olacağız. Ve çok değil bir iki hafta içinde de Türkiye'de resmen AKP dönemi başlamış olacak.
Şimdi gelelim AKP'nin daha önce ipuçlarını verdiği projelere ve bu projelerin borsa yatırımcısını neden ve nasıl etkilediğine AKP tam da tahmin edildiği üzere istihdamın artırılması ve piyasanın yeniden işlemesi için en eski yöntemlerden birine sarıldı: İnşaat.
Tayyip Erdoğan iki temel proje üzerinde duruyor:
* Duble yol projesi
* 81 ilde aynı anda başlayacak konut projesi
İnşaat sektörü deprem felaketinden bu yana toparlanamadı. Önce bir yıl boyunca yeni ruhsat alınamadı ardından yeniden yapılanma beklendiği kadar hızlı gerçekleşmedi tüm bunların üzerine iki dev ekonomik kriz bindi.
Şimdi bu proje istihdam ve iktisadi etkinlik alanında olduğu kadar inşaat sektörü şirketleri, borsada hise senetleri işlem gören inşaat ve yan sanayi şirketleri ve tabii ki borsa yatırımcısı açısından da can suyu olabilecek özelliklere sahip. Başka çimento olmak üzere inşaatın diğer tüm alanlarının bu projeden olumlu etkileneceği ortada. Eğer borsada yatırım yapıyor olsaydım inşaat sektörüne bir göz atardım. Bi' zararı olmaz sanırım
Borsa yatırımcıları gün içerisinde 200-300 milyar liralık net alım ya da net satışlarla aylarını geçirdikten sonra nasıl oldu da dört gün içinde borsada 150 trilyonunu üzerinde net alım gerçekleşti.
Küçük yatırımcı piyasaya adım atmaya başladı. Bu sefer benim kanımca diğer hızlı yükselişlerle karşılaştırırsak çok da geç kaldıklarını zannetmiyorum. Çünkü endeks daha 0.80 cent seviyelerinde ve bu hızlı hareket endeksi 1-1.5 cent seviyelerine çekme hareketi bana kalırsa. O nedenle de daha gidilecek ve para kazanılacak bayağı bir yol var önümüzde. Ama kendi kendime sormadan duramıyorum, "Bu para nereden geldi?" diye.
Yabancı yatırımcıların piyasaya ciddi anlamda giriş yapmadığını biliyoruz. Şu ana kadar gelen yabancı yatırımcı görünümündeki fonların yurtdışında yerleşik Türk fonları olduğunu da biliyoruz. O zaman bu para nereden geldi.
Hani piyasalarda AKP'nin ekonomi yönetimindeki deneyimsizliğine yönelik bir kuşku vardı. Tek parti ve istikrar diye satın alınan AKP'nin 363 milletvekili ile oluşturacağı hükümet sonradan denetlenemez ve kafasına eseni yapan bir iktidar haline gelmesin sakın. Bunu ben düşünüyorsam para sahipleri haydi haydi düşünüyordur. O zaman bu yükselişin arkasında yatan gerçek neden ne?
Bence işin püf noktası bu sefer de iyimserliği abartmış olmamızda. Birileri "bu parti iktidarı iyi olacak" mesajını piyasaya yaydı ve elindeki güçle piyasa psikolojisini manipüle etti. İyimserliğe umuda ihtiyacı olan bizlerse o birilerini daha iki gün önce AKP iktidarı hakkında ne söylediğini unutup yeni pembe yalanlara kanmaya başladık. Hatırlayın piyasa psikolojisini bugün iyimserlik yönünde manipüle edenler Pazartesi sabahı tam tersini yapmaya kalktı. Doların 1 milyon 720 bine çıkması ve 15 dakika içinde hızla düşmeye başlaması tesadüf müydü?
Önümüzde kritik iki ay var.
Haksız da sayılmazlardı aslında. Üst üste gelen ekonomik krizler, uluslar arası siyaset alanında sıkıntı veren gelişmeler, başka piyasalarda özendirici tedbirler alınırken borsanın üvey evlat misali bir köşede unutulması gibi irili ufaklı binlerce etken borsadan para kazanmayı neredeyse imkansız hale getirmişti. Fakat şimdi durum nihayet tersine dönme ihtimali taşıyor.
O yüzden de piyasanın önde gelen yatırımcıları 8 Ekim tarihinde başlayan ve seçim sonrası hafta, yani bu hafta iyice hızlanan yükselişi sonuna kadar kullanmak istiyor.
Bu yüzden de dün yazımızın başlığına taşıdığımız "Rüzgar tersten eser mi" sorusunun oldukça isabetli ve düne kıyasla daha can alıcı bir soru/başlık olduğunu düşünüyoruz.
Ekim ayı başından bu yana bakarsak bir ayı uzun süredir piyasayı etkisi altına alan bu son yükseliş dalgasının İMKB 100 Endeksi'ni henüz bu yılki zirve noktasının yakınına bile taşıyamadığını fark emisinizdir umarım. İMKB 100 Endeksi'nin; kriz ve acı ilaç, iktidar boşluğu ve uluslar arası gerginlikler yılı olarak tanımlanan 2002 yılı içindeki zirvesi 15.071 puan. Üstelik bu endeks 17 Ocak 2000 tarihi itibariyle 20.617 puan seviyesine çıkmıştı. Ardından 2001 yılının 18 Şubat'ında TL bazındaki değeri yaşanılan devalüasyonla koşut olarak yüzde 50 düştü. Sonrasındaki seyri de hep beraber izledik zaten.
Bu rakamlara bakılınca aslında endeksin örneğin dolar bazındaki tarihi zirvesine kadar daha inanılmaz uzun bir yolu olduğu ortaya çıkıyor. Yani dolar bazındaki zirve 3.77 cente denk geliyor ve TL bazında bugünkü karşılığı 60 bin puan.
İnanılmaz gibi değil mi? Fakat işe sadece rakamlarla bakarsak yanlış yapma olasılığımızı artırıyoruz maalesef. Çünkü 200 yılı başında endeks 20 bin puanı bugün önemli bir medya kuruluşunda yönetici olan bir ağabeyimizle tartışmaya girmiştik. O endeksin 30 binli puanlara ulaşacağını iddia ediyordu. Gerekçesi ise teknik analize dayalı bir dizi veriydi. Ben ise bu seviyeden bir geri dönüş ve dinleme olacağını savunuyordum. Nitekim endeks doğal olan hareketi yaptı ve önce 18 bin ardından 15 bin ve 12 binlere kadar indi. Sonrası ise kriz süreci
O zamanki süreçte belirleyici olan etken yabancı yatırımcının endeksin yükselişi sırasında 18 bin puandan itibaren satışa geçmesiydi. Bu satış yerli yatırımcı tarafından o kadar rahat karşılandı ki endeks bulunduğu seviyelerde tutunmakla kalmadı, 20.617 puana kadar da çıktı üstelik. Ama yabancı olmayan bir piyasada yerlilerin gücü sınırlı kalıyor. Tıpkı şimdi olduğu gibi
Piyasada yabancı yatırımcının sadece küçük çaplı ve piyasayı destekleyemeyecek seçici alımları olduğunu bir aydır söylüyoruz. Ve bu yükselişin ana kaynağının yerli yatırımcılar olduğunu da ifade ediyoruz. Dün sıraladığımız siyasi ekonomik risklerin yanına bir de bu gerçeği etkileyin ve yabancı yatırımcının dönmesi için dua edin. Hakikaten yabancıların gelmesine az kalmış da olabilir. Dedik ya, fırsatlar ve riskler.
Borsada dövizde ve faizde yaşanan gelişmeleri uzun zamandır özlenen istikrar ve tek parti iktidarının kutlaması olarak tanımlanıyoruz. Şimdilik bu kutlama rüzgarı AKP'nin yelkenlerini bir süre daha dolduracak ve tabii ki endeksi de bir miktar daha yukarı çekecek gibi görünüyor. Ama serinkanlı olmakta fayda var.
Çünkü tıpkı seçim öncesi yükselişte olduğu gibi bu yükselişte de bir üst sınır mevcut. Üstelik daha önümüzde Kıbrıs meselesi, stand-by anlaşması çerçevesinde dördüncü gözden geçirmenin şartlarının yerine getirilmesi, Kopenhag Zirvesi ve türban meselesi var.
Bunun erken bir uyarı olduğunun farkındayım. Çünkü anlaşılan ilahlar AKP'nin önün bir miktar açmaya karar vermiş durumda. Önümüzdeki birkaç hafta pek fazla icraat yapılmadan yurtiçi ve yurtdışından gelen olumlu mesajlarla geçecek. Gelen her olumlu mesaj ve haberde İMKB 100 Endeksinin yukarı hareket ettiğini izleyeceğiz.
Ayrıca 9 aylık karlardaki olumlu gelişmeyi, makro ekonomik datalardaki düzelmeyi, enflasyondaki iniş trendini de göz önüne alırsanız yukarı yöndeki hareket için şartlar oldukça müsait.
Borsa uzmanlarının yatırımcıya tavsiyesi bu süreçte her kar realizasyonunu alım ve maliyet düşürme fırsatı olarak kullanmaları yönünde. Sıkıntının başlayacağı dönem ise 2003 bütçesi tartışmaları ile başlayacak kanısındayım. Çünkü o zaman kamuoyu ve piyasalar aslında çok fazla şeyin değişmediğini görecek.
Tabii ki bunun yanı sıra bir de kaynak meselesi var. AKP'nin ekonomik programı iyi güzel ama bunlarla ilgili kaynağın nereden bulunacağı belli değil. Çünkü 2003 yılı bütçesi de bir kemer sıkma bütçesi. Bütçenin yüzde 35-40'ı faiz ödemelerine gidecek. Vergileri indirelim enflasyon muhasebesine geçelim hatta mali miladı da kaldıralım itirazımız yok fakat bütçeye nereden kaynak yaratacağız işte bu soruya da yanıt verelim
Seçimler öncesinde durumun adını çok et koymuştuk. Fırsatlar ve risklerin iç içe yaşanacağı bir döneme giriyoruz. Durumda henüz bir değişiklik yok.
1 Kasım itibariyle bankalar hariç hisse senetleri borsada işlem gören şirketlerin 9 aylık bilanço rakamları açıklandı. Rakamlar bize bir iyi bir de kötü haber veriyor. Şirketlerin karlılıkları 2001 yılının 9 aylık bilanço rakamlarına göre çok ciddi bir düzelmeyi işaret ediyor. Bu iyi haber. Kötü haber ise aynı kıyaslamayı 2002 yılının ikinci çeyreğine yaptığımızda karımıza çıkıyor. Son üç ayda düzelme işaretleri sürmekle birlikte yavaşlamış durumda.
Borsada hisse senetleri işlem gören sanayi şirketlerinin 2002 yılı üçüncü çeyrek bilanço rakamlarını dolar bazında konsolide ettiğimizde karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor:
* Net satışlar geçen yılın üçüncü çeyreğine kıyasla yüzde 7 artmış durumda.
* Buna karşılık vergi-faiz-amortisman öncesi kar rakamında aynı dönemde yüzde 7'lik bir düşüş söz konusu.
* Ama net karlılıktaki gelişme olumlu. Geçen yılın üçüncü çeyreğinde bu şirketler 1.3 milyar dolar zarardayken bu yılın üçüncü çeyreğinde döneminde 769 milyon dolarlık bir net kar rakamı mevcut..
* Kriz döneminde yükselen faiz oranları ve yaşanan devalüasyon nedeniyle 2001 yılı üçüncü çeyreğinde finansman giderlerinin net satışa oranı yüzde 23 iken şimdi bu oran yüzde 8'e inmiş durumda.
* Bahsedilen dönemler içerisinde net borçlulukta ise yüzde 19 oranında bir azalma yaşandı.
* Sektörler bazında baktığımızda ise satışlarda en ciddi büyüme oranını yüzde 38'lik artışla beyaz eşya sektörünün ve yüzde 19'luk büyüme ile otomotivin yakaladığını görüyoruz.
Dolar güne 1 milyon 700 bin seviyesinin üzerinden başlamış ve 1 milyon 720 bin liraya kadar yükselmişti. Bono piyasasında tezgah üstü faizler yüzde 67'ye kadar çıkmıştı. Bakalım borsada neler olacak diye düşünürken birden bono ve dolarda fiyatların geri dönmeye başladığını gördüm. Dolar önce bir milyon 700 binlere doğru adım adım geriledi, faiz ise yeniden yüzde 65 seviyelerini dümen suyuna girdi.
Ama asıl büyük hareketi borsada izledik. Endeks ilk adımda yüzde 1.4 yükseldi ve seansın ilk yarısı içinde 1.817 puana kadar çıktı. Borsadaki harekete paralle olarak önce dolar tekrar bir milyon 700 binin altına faiz de yüzde 65'lere geri döndü. Yani geçen hafta seçimlerden önce yazdığımı "AKP'nin tehlikeli oyunu" başlıklı yazıdaki endişelerin önemli bir kısmının gerçekleşmediğini gördük.
Ilımlı mesaj rahatlattı
Elbette bunda AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın seçim zaferinin kesinleşmesinin ardından yaptığı konuşmalarda verdiği mesajların çok büyük etkisi var. Kampanyalardaki hırçın tutumunun aksine güven veren ve uzlaşmacı bir tablo çizen AKP lideri bu tavrı hem kamuoyunun hem de piyasaların üzerindeki köpüğünün alınmasını sağladı. Böylelikle seçim sonrası beklediğimiz ilk tepki elemine edilmiş oldu. Şimdi 4 Kasım sabahı itibariyle piyasalar açısından direkt olarak ikinci adıma geçmiş bulunuyoruz. Bekleme ve izleme adımına
Borsanın 4 Kasım sabahındaki ilk hareketini izleyenler "İyi de endeks 10.800'e kadar çıkarken bu nasıl bir bekleme oluyor" sorusunu sormakta haksız sayılmazlar. Ama bu yükselişi AKP iktidarını kutlama yükselişi olarak tanımlamak bizi yanlışa götürür. Piyasa aslında istikrar özlemini dile getiren bir hareket gerçekleştirdi ve Tayyip Erdoğan'a şu mesajı verdi: "Eğer ilk konuşmalarında olduğu gibi Türkiye partisi olmayı hedefleyen ılımlı tavrını sürdürürsen bunun piyasalardaki yansıması olumlu olacaktır".
Bu durum elbette ki Pazartesi sabahı yaşadığımız yükselişin de seçim öncesi harekette olduğu gibi üst sınırı belirli bir hareket olduğu anlamına geliyor. Yani bekleme ve izleme süreç inin henüz çok başındayız. Zaman içinde bu eğilimi daha net göreceğiz.
İlk ekonomik icraat sinyali
Seçim sonuçlarını AKP'nin ekonomi kurmayı Ali Coşkun'un da katıldığı CNN Türk tarafından düzenlenen Seçim Partisi'nde izledik. Bu toplantıda bazı bankacılar ısrarla Ali coşkun'a bir sor yönelttiler. Coşkun daha önce TMSF kapsamındaki bankaların zararlarını kapatmak için bu bankalara aktarılan ve bono olarak saklanan 12 katrilyon liranın bir kısmını memura ve işçiye vereceklerini söylemişti. Dün akşam da bu sözünün arkasında durdu. Coşkun 12 katrilyon liranın üçte birini gerekirse iktidarlarının ilk haftasında piyasaya süreceklerini açıkladı.
Ama görünen o ki kamuoyu anketlerini gereğinden fazla ciddiye alan AKP lideri, buradan güç alarak gerginliği tırmandırma politikası izliyor. Bunun örneğini daha önce de izlemiştik ve o dönem kaybeden Türkiye olmuştu.
Durumu hatırlayalım. Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, başbakanı atama görevinin Anayasal tanımlamasını yapmış, bunun üzerine de AKP Lideri Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı'nın kendisi ile müzakerede bulunarak bu atamayı yapmasının daha şık bir davranış olacağını ifade emişti.
Sayın Erdoğan yine aynı resepsiyonda tarafsızlığı defalarca kanıtlanmış Cumhurbaşkanı'nın bu tavrını "Anlaşılan bizimle ilgili rahatsızlıklar mevcut" sözleri ile tanımlamaya kalkmış ve bize göre asıl şık olmayan davranışı bu sözleri ile kendisi göstermişti.
Gelelim bugüne: Şimdi ise AKP lideri Erdoğan'ın Cumhurbaşkanına yönelik bir üstü örtülü bir tehdidi söz konusu. Sayın Erdoğan "Cumhurbaşkanı hükümeti kurma görevini güvenoyu alacak bir başbakana vermeli" sözleri ile eğer kendi istediği aday (her kimse) dışında birine görev verilirse güvenoyu vermeyecekleri şantajında bulunuyor.
AKP'nin kendi seçmen tabanı dışarıda bırakılırsa kamuoyunun önemli bir bölümünün ve elbette ki piyasaların AKP'nin başbakan adayının belli olmaması konusundaki rahatsızlığı ortada. Hele de anketlerdeki sonuç ortaya çıkar da AKP seçimlerden birinci parti çıkarsa bu rahatsızlık daha da artacak.
Tabii ki tüm bunların yanı sıra yarın Anayasa Mahkemesi'nde görüşülmeye başlanacak olan Sayın Erdoğan'ın Genel Başkanlığı meselesi söz konusu. Olur da buradan AKP aleyhine bir sonuç çıkarsa işler iyice karışacak gibi görünüyor. Eğer Anayasa Mahkemesi sayın Erdoğan'ın AKP Genel Başkanı olamayacağı sonucuna varırsa bu kez de oy pusularında AKP Genel Başkanı olarak Sayın Erdoğan'ın adı göründüğü için seçimin hukuki olarak sorgulanması gündeme gelebilecek.
AKP çevresinde bu kadar spekülasyon varken parti yöneticilerinin yapması gereken gerginliği azaltacak, hem piyasa hem de kamuoyu açısından uzlaşma yolunu açacak girişimlerde bulunmak olmalıydı.
Yukarda ifade ettik, piyasalar -nedense- şimdilik bu konuyu çok fazla kurcalamıyor. Fakat 57. hükümet döneminde Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz ve Bayındırlık Bakanı Koray Aydın örneklerini unutmamakta fayda var. Ve hatta seçim kararının alınmasında dahi piyasaların etkisi göz ardı edilemez.