Zaten haftanın ilk işlem günü birinci seansta gerçekleşen 300 triyon liralık işlem hacmi de piyasanın daha çok bekleme eğilimi içine girdiğini gösteriyor.
Önümüzdeki gündemin son 10 ılın en kritik gündemi olduğunu söylersek herhalde çok fazla yanılmış olmayız. Uluslararası Para Fonu'nun Yeni hükümet ile tanışma ve yeni ya da revize edilmiş ekonomik program ile ilgili temasları vade anlamında öncelik taşıyor. Heyetin Salı akşamı bir açıklama yapması bekleniyor. Bu açıklamanın ne kadar önemli olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.
Türkiye'nin Avrupa Birliği yolculuğunda kritik öneme sahip Kopenhag zirvesine sadece 10 gün kalmış olması da bir başka önemli gelişme. Daha önce Türkiye'nin AB üyeliği müzakerelerinin başlangıç zamanı için tarih verilmesi yönündeki olasılığın piyasaları uçuracak beklenti olduğunu buna karşılık tarih için tarih verilmesi olasılığının çok fazla eki yapmayacağını söylemiştik. Fakat aradan geçen iki haftada piyasa biraz daha gerçekçi davranmaya başladı ve tarih için tarih formülünün önemini anladı. Şimdi bu beklentinin de piyasanın önünü açacağını söyleyerek daha önceki tezimizi yeniliyoruz.
Kıbrıs meselesi ise bir başka muamma. Bu konuda o kadar çok ayrıntı var ki burada sıralarsam başka bir şey yazmak mümkün olmayacak ama şunu belirtelim; Kıbrıs'ta Türk tarafının aleyhine olacak gelişmeler de İMKB yatırımcısı açısından pek hayırlı olmayacak.
Dolara ilk müdahale
Bu arada doları izlemeye devam ediyorsunuz değil mi? Pazartesi günü bankacılar Merkez bankası'nın TL'nin aşırı değerlenmesine karşı piyasaya müdahale etkilerini ve TL satarak dolar aldığını belirttiler. Bankacılar dolar alımının 1.510 bin lira seviyesinden gerçekleştiğini ifade ediyor.
Bu müdahalenin miktar açısından çok büyük olmadığını söylememiz gerek. Ama bu müdahalenin sembolik önemi mevcut. Demek ki Merkez Bankası da dolar fiyatındaki düşüşten rahatsız oldu ve müdahale noktası ile dolarda taban seviyeyi göstermiş oldu. Eğer taban burası ise
Tam işler yoluna girdi derken hiç beklenmedik bir noktadan isabet alınıyor. Küresel ekonominin bir türlü dinmeyen fırtınalarında güvenli limanı bulmaya çalışan borsa yatırımcısı binlerce fırtınanın izini taşıyan teknedeki bir deliği kapatmadan yeni bir kayaya daha tosluyor. İşin en kötü yanı da habire su alan gemideki deliklerden bir kısmının kaptan arkasını dönmüşken tayfalar tarafından açılması.
Batmak üzere olan teknemizden yolladığımız imdat sinyallerine iyi kötü bir yanıt aldık. SOS sinyaline yanıt veren Uluslararası Para Fonu temsilcileri gelecek haftadan itibaren güvertemize bir kere daha adım atacak ve yeni kaptan ve tayfasıyla görüşecek. Bu görüşmeden çıkacak sonuç yalnız borsa yatırımcısı için değil tüm ülke için hayati öneme sahip. O yüzden borsa yatırımcısı için kritik bir dönece gelindiğini düşünüyorum.
Önümüzdeki IMF görüşmeleri ile ilgili iki olasılık mevcut. Genel durum olumlu görünüyor. Yani IMF ile ilişkilerin koparılması olasılığı hiç yok. Bu nedenle sadece iki olasılık üzerinde duruyoruz . (Ama burada bir noktaya dikkat çekmek lazım, Pamukbank ile ilgili son gelişmeye IMF heyetinin vereceği tepki konusunda hiç kimsenin net bir fikri –maalesef- mevcut değil.) İşte olasılıklar:
1 – IMF ve AKP hükümeti şu an uygulanmakta olan Kemal Derviş imzalı “Türkiye’nin güçlü ekonomiye geçiş programı”nı ufak rötuşlarla aynen devam ettirme kararı alır. Bir ay sonra dördüncü gözden geçirme ile ilgili şartlar tamamlanır ve kredinin eksik kalan dilimi serbest bırakılır.
Borsada, sadece borsada mı ekonominin tüm alanlarında dengeleri değiştirebilecek bir kararla karşı karşıyayız. Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, Pamukbank’ın eski ortakları tarafından, bankanın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devrine ilişkin karara karşı açtıkları davada yürütmeyi durdurma kararı verdi. Karar üzerine birden bir fırtına koptu. Borsada genel beklenti seansın açılması ile birlikte başta Yapı Kredi Bankası ve Turkcell olmak üzere Çukurova Grubu hisse senetlerinin “uçacağı” yönünde. Herkes nefesini tutmuş, disketler bilgisayara takılmış ve parmaklar enter tuşun üzerinde gergin bir bekleyiş içine girmiş. Bense Reuters ekranın başında tüm Çukurova Grubu hisse senetlerini bir araya toplayıp izlemeye geçmiş durumdayım. Saat 13:59:59 veeee gong sesi! Yapı Kredi, Turkcell, Yapı Kredi Koray GYO, Yapı Kredi Factoring, Yapı Kredi Sigorta hadi hareket edin! Maalesef “tık” yok! Aaaa, niye ki? N’oluyor? Bütün hisse senetlerinde çılgın bir hareketlenme ama Çukurova Grubu kağıtlarında tek bir işlem bile yok. Acaba gözlerim mi beni yanıltıyor diye seans salonuna yöneliyorum ve birden salondan çılgın gibi bir alkış kopuyor.. Çukurova Grubu hisse senetlerinin sıralarının kapandığı anlaşıldı. Ama seansın başı itibariyle herhangi bir açıklama mevcut değil. Saatler 14:10’u gösterirken Reuters ekranlarına kırmızı yazılarla bir haber başlığı yansıyor. İMKB Başkanlığı Çukurova Grubu hisse senetlerinin sıralarını saat 14:20’ye kadar kapattığını açıklamış.
Bu bir çok borsa uzmanı için anlaşılır bir karar. Çünkü malumunuz birinci seansın ilk 15, ikinci senasın ilk 10 dakikasında emirler sisteme disketle gönderiliyor. Disketle emir gönderiyorken de bir hisse senedinin tüm kademelerine istediğiniz alış-satışı yazabiliyorsunuz. Yani piyasayı etkilemek disketle emir iletimi seansında çok kolay. Yorumlar, İMKB yönetiminin bu olasılığı engellemek için Çukurova Grubu kağıtlarını normal seans başladıktan sonra açmayı kararlaştırdığı yönündeydi.Ancaaaaakk…Saatler 14:20’ye yaklaşıp, nefesler tutulmuşken saat 14:17 itibariyle Borsa Başkanlığı’ndan yeni bir açıklama daha geldi. İkinci açıklamada Çukurova Grubu hisse senetlerinin Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurumu’ndan Danıştay kararı ile ilgili bir açıklama gelene kadar (yani belirsiz bir süre boyunca) kapalı kalmasının kararlaştırıldığı belirtiliyordu.
Şimdi BDDK’nın bu açıklamayı yapmasını bekleyeceğiz. Açıklama bugün de gelebilir. Danıştay gelecek hafta gerekçeli kararı açıkladıktan sonra da. Hatta siz bu yazıyı okurken de gerekçeli karar gelmiş olabilir. Peki manzara-i umumiye nedir diye baktığımızda neler görüyoruz?Pamukbank'ın TMSF'ye devrine ilişkin BDDK kararının yürütmesinin Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu tarafından durdurulması, Pamukbank'ın eski ortakları tarafından açılan davanın ara karar aşaması anlamına geliyor. 2002 yılının Ağustos ayında Danıştay Nöbetçi Heyeti TMSF'nin Pamukbank'ın satış sürecine ilişkin kararının yürütmesini, savunma alınıp yeniden bir karar verilinceye kadar durdurmuştu. BDDK'nın savunmasını Danıştay'a göndermesiyle birlikte Pamukbank'ın satış süreci bir hafta sonra yeniden başlamıştı. Tabii tüm bu gelişmelerden önce Yapı Kredi ile Pamukbank’ın birleşme kararı aldıklarını da hatırlamamız gerekiyor Bilindiği gibi Pamukbank’ın satışı ile ilgili sürecin bu yıl sonuna kadar tamamlanacağı IMF ile yapılan stand-by anlaşmasında yer alan taahhütlerden biri. Hatırlanacağı üzere bu satış daha önce tamamlanacaktı ama yukarda sıralanan gelişmelerin etkisi ile bu süreç şyılsonuna sarktı. Kısacası 57. hükümetin tamamlayamadığı 4. gözden geçirmenin en önemli ögelerinden biri Pumakbank’ın satışı. Kararın farkı nedir?Bu karar bir önceki karardan daha farklı. Çünkü bu karar sonrasında bankanın mülkiyet haklarının eski sahiplere iadesi söz konusu olabilir. Ancak bu durumda, BDDK, Tarişbank'ta olduğu gibi, eski sahiplerinden Pamukbank'a el konulmasının ardından bankaya aktarılan sermaye ve mevduatın iadesini isteyebilir. Bankanın devrolunmadan önce Pamukbank'ın özsermayesi 2001 yıl sonu itibariyle eksi 1.6 milyar dolardı. Fakat kimi yorumcular bu rakamın 2.5 milyar dolar mertebesine yükselmiş olduğunu iddia ediyorlar. Bu rakamın da Çukurova Grubu tarafından bir kalemde karşılanması ne kadar mümkün bilmek zor. Peki bu kararın etkileri ne olacak?Aslında bu sorunun cevabını vermek oldukça güç. Çünkü eğer sadece stand-by anlaşmasını dikkate alırsak ek bir banka ile ilgili süreç yüzünden stand-by anlaşmasını bozulması gerçekleşme şansı çok az bir olasılık. Ama eğer konuyu AKP iktidarının BDDK ile ilgili yorumları ile birlikte düşünürseniz işler karışmaya başlayacak. AKP hükümeti daha seçim öncesi dönemden beri bağımsız kurulların biraz fazla bağımsız olduğunu ifade eti. Hatta bizzat Tayyip Erdoğan Uğur Dündar ile seçim sonrası yaptığı bir röportajda BDDK yetkilerinin Sayıştay’a devri ile ilgili çok net olmayan açıklamalar yapmıştı. Yani durum tek bir bankayı değil tüm bir bankacılık sektörünü ilgilendiriyor. Eğer AKP iktidarı bu çerçevedeki tasarruflarını devam ettirirse değil IMF uluslar arası mali yapı ve AB ile bile ilişkilerde bir kırılma yaşanması olasılığı ortaya çıkıyor. Fısıltılar, fısıltılar…Pamukbank’a el konulmasından bu yana borsa koridorlarında durumun siyasi hatta ve hatta uluslar arası bir komplo olduğu yönünde dedikodular var. Bunları yanlış anlaşılmasın diye tekrar belirteyim de-di-ko-du. Komplo senaryomuz şöyle:- Pamukbank’a el konulduğu vakit IMF’nin başında kim vardı?- Stanley Fischer?- Fischer birkaç ay önce IMF’deki görevinden ayrılıp nere gitti?- Dünyanın en büyük mali kurumlarından biri olan Citibank’ın başına- TMSF kapsamındaki Pamukbank’ı satın almak isteyen uluslar arası finans devi kimdi?- Citibank- Tüm bunlar ne manaya geliyor?- Hiiiiiç. - Devam edelim mi?- Edelim.- Citibank’ın ortak olduğu iddia edilen Avrupalı telekom devi kim?- Sonera olduğu iddia ediliyor. - Sonera’nın Türk GSM operatörü ortağı kim.- Turkcell mi yoksa?- Sonera Turkcell’deki payını ne yapmak istiyor?- Galiba artırmak- Yani..?- “Yani”si yok. Bunlar borsa dedikoduları işte…
Borsa yatırımcısı için Kopenhag zirvesinden çıkacak sonuçların hayati önem taşıdığını defalarca ifade ettim.
Durumu bir kere de şöyle tanımlayalım.
- Eğer Kopenhag zirvesinde Türkiye'ye "üyelik müzakerelerinin başlangıç tarihi alması için tarih" verilirse bunun pek iyi olmayacağı ortada. O zaman eğer İMKB 100 Endeksi hala yüksek sayılabilecek noktalarda ise sert bir düşüş yaşaması kaçınılmaz olacak. Ama eğer daha önceden bu sonuca ilişkin gelecek olası sinyaller endekse yansıtılmışsa nispeten daha ufak bir düşüş ile sıyrılabiliriz.
- Avrupa'nın Türkiye'yi bu zirveden eli boş göndermesi ihtimalini pek güçlü görmüyorum. Çünkü son bir kaç gün içinde daha net açığa çıktı ki Avrupa Kıbrıs meselesini Türkiye'nin AB üyeliği ile aynı düzlemde tutma konusunda kararlı. Baksanıza Erdoğan'nın Yunanistan ziyaretinde Yunanistan Başbakanı Simitis büyük bir pişkinlikle "Kıbrıs'ta taviz verin biz de sizin AB üyeliğinizi destekleyelim" dedi. Yani Avrupa kaz gelecek yerden tavuğu esirgemek hatasına düşmeyecek.
- Ve fakat üyelik müzakereleri için net bir tarih verilir ise -şahsen mümkün olmadığı görüşündeyim- o zaman Türkiye büyük bir "zafer" elde etmiş olacağından borsayı da tutabilene aşkolsun dememiz gerekecek.
Peki Avrupa bu konuda neler düşünüyor? Günlerdir bu konuda çeşitli makaleler okuyorum. Ama özellikle bir tanesi ilgimi çekti çünkü şu ana dek okuduğum makalelerin neredeyse tamamından daha net bir bakış açısına sahipti. Economist dergisi İngiltere'nin en önemli haftalık yayınlarından biri. Bu derginin sayfalarında izlenen Türkiye yaklaşımı İngiliz resmi görüşünden çok farklı değil (Mesela hala Türkiye'yi bir Latin Amerika ülkesi gibi generallerin yönettğii konusunda özel bir vurguları var. Türkiye ile ilgili her tahlillerinde "generallerin siyaset üzerindeki baskıs"ı cümlesi standart olarak kullanılır. İngilizlerin Türk Ordusu alerjisini anlamak mümkün değil. Ya da belki de mümkün. Çanakkale'yi onlar da unutmadı). O nedenle bu derginin makaleleri özelde İngiltere genelde ise Avrupa'nın görüşünü objektif olarak yansıtma konusunda muteber kaynaklardan biri olarak kabul ediliyor. Derginin web sayfasında Türkiye-AB ilişkisi ile ilgili olarak bugün önemli bir makale yayımlandı. Bendeniz de üşenmedim bu makaleyi biraz kısaltarak Türkbe'leştirdim. Buyrun kendiniz bakın Avrupalı ne düşünüyormuş...
Hamiş: Yazımın başlığı da o makaleden arak. Tam değil ama; "esinlendim"...
"
1 Kasım tarihini başlangıç olarak kabul edersek çimento ve inşaat şirketlerinin işlem gördüğü İMKB Taş-Toprak Endeksi'in 12.433 puandan bugünkü birinci seans kapanışı itibariyle 18.522 puan seviyesine yükseldiğini görüyoruz. Yani yüzde 48.9 oranında bir değer artışı sözkonusu. Aynı dönem içinde İMKB 100 Endeksi 10.217 puandan, 13.900 puan seviyesine kadar çıktı. Yani sadece yüzde 36,0 oranında değer kazandı.
Üstelik İMKB 100 Endeksi bu süre içinde bir kaç kez kar realizasyonları nedeniyle geri çekilmeler yaşadı. Çimentolar ise soluksuz bir yükselişle bu seviyelere geldi. Analistlerin görüşleri bu hareketin önünde daha gidecek epeyce yol olduğu yönünde.
Peki bu süreç içinde ana sektör endekslerinin performansı ne olmuş diye baktığımızda da inşaat-çimento şirketleri ile yarışabilecek bir sektör göremiyoruz. Örneğin,
- İMKB 30 Endeksi 12,708 puandan 16.950 puana çıkarak yüzde 33,
- İMKB Tüm Endeksi 9.934'ten 13.302 puana kadar çıkarak yüzde 33,9,
- Sanayi Endeksi 9.711 puandan 13.052 puana kadar çıkarak yüzde 34,4
- Mali Endeks 12.449 puandan 17.590 puana kadar çıkarak yüzde 41,2
Eğer Türk siyasetinde temel yapı taşları bizim anladığımız biçimde çatılmışsa, o zaman rahatlıkla Abdullah Gül'ün AKP hükümetinin başbakanı olacağını söyleyebiliriz. Faizsiz bono meselesi ise bir çok insanın ilk kez duyduğu ama İslam ülkelerinde uzun zamandır işleyen bir sistem. 11 Eylül sonrasında İslam ülkelerinin dışlandıkları batı medeniyeti yerine Türkiye'yi seçmelerini sağlayabilir. Ekonomi brifingi sonuçları açısından vatandaş için ne kadar hayırlı mesajlar içeriyor bilemem ama piyasaların çok hoşuna gitmiş gibi görünüyor.
Abdullah Gül'ü piyasaların başbakan olarak görmek istemelerinin birkaç nedeni var. Öncelikle partinin beyin takımı içerisinde "yenileri" temsil etmesi, piyasaları tanıması, Erdoğan'a yakınlığı ve iş yapma biçimleri açısından görevini kukla mantığı ile değil bir ekip görüntüsü altında yürütebilecek olması ve tabii ki yeni dönemin en vazgeçilmez öğesi olan "siyaset- ekonomi" ayrışmasını elzem görmesi.
Zaten bugüne kadar gerek medyaya yansıyan yorumlar, gerekse AKP tabanının çeşitli vesilelerle Erdoğan ile ilgili sorun çözülene dek Başbakanlıkta Gül'ü görmek istediğini ifade etmesi ve tabii ki en önemlisi isim telaffuzundan ısrarla kaçınan AKP üst yönetiminin (Recep Tayyip Erdoğan'ın yani) aksi bir görüş öne sürmemesi bu tezi destekler nitelikte.
Yeni dalga geliyor
O zaman rahatlıkla şunu söyleyebilirim, bu hafta dinlenen ve geçen haftaki yüzde 35'lik yükselişini ivme yitirmeden sindirmeye çalışan borsa endeksi pazartesiden itibaren yeni bir yükseliş dalgasına başlayacaktır. Bu yükselişin hedefi ise ilk etapta 15.000 puan ardından da 1-1.5 cent aralığı olacaktır. "Gül seçilmezse ne olur" sorusunun yanıtı ise net değil.
Eğer Gül ile aynı niteliklere sahip bir başka isim Başbakan olursa o zaman borsanın hareketi yine yukarda bahsettiğimiz gibi olur ama kar realizasyonlarının daha sık yaşandığı ve biraz daha uzun zamana yayılmış bir hareket izleriz, soluksuz bir yükseliş değil. Piyasa dostu olmayan, emanetçi, kukla bir başbakan adayı ise piyasada ciddi şüpheler yaratabilir.
Ekonomi brifingi
Tayyip Erdoğan her geçen gün iktidarda olmaya alıştığının sinyallerini veriyor. Dışarıya karşı uzlaşmacı bir siyaset izleyen Erdoğan, buna karşılık partisi içinde hem ekip mantığını ön plana çıkartan bir tavır ortaya koyarken bir yandan da, daha uzun bir süre başbakan olamayacağı ve özel konumunu sürdüreceği için, tabana ve partiye hakim güçlü lider imajı çizmeyi ihmal etmiyor. Dün AKP yöneticileri (ve tabii ki Erdoğan), Türkiye'nin yaklaşık 2 yıldır uyguladığı ekonomik program ve mevcut ekonomik dengeler konusunda ekonomi bürokrasisinin A takımından bir brifing aldı.
Bu sorunun sorulması için reel şartların oluşması, kanıt bulunması, uluslar arası hukukun onaylaması gibi "küçük" ayrıntılar neredeyse hiç düşünülmedi. Hatta biz haberciler Irak'a saldırı riskinden bahsederken "ABD'nin Irak'A olası müdahalesi" diye ne manaya geldiği belli olamayan ama durumu "doğal"mış gibi gösteren cümleler kurduk.
Başta İngiltere hariç, Avrupa'nın önemli bir kısmı ile Rusya ve Çin'in liderliğini yaptığı ülkeler BM kararı olmaksızın Irak'a müdahaleye karşıydı. Ama Bush yönetimi çizdiği tavır ile BM kararı olsun olmasın "gerektiğinde" Irak'a saldıracağını açıkça ortaya koydu. Ve hatta son haftalarda Irak'A operasyon yapılmasının en ciddi muhalifi Almanya'yı bile ikna etmeyi başardı. Tam bu sırada Irak Lideri Saddam Hüseyin BM denetçilerini koşulsuz kabul edeceğini açıkladı da en azından sınırlarımızda hemen yanı başımızda, muhtemelen bizim de dahil olacağımız bir "savaş" olasılığı şimdilik rafa kaldırıldı.
Geçen bir yıllık süre içinde borsamızda da ırak operasyonunun yaratacağı ekonomik çöküntünün faturası tartışılmaya başlandı. Bu durum geçen süre zarfında borsadaki her yukarı hareketin önüne aşılmaz bir duvar olarak dikildi. Ve şimdi bu sıkıntı belirsiz bir süre için ortadan kalktığına göre bugün İMKB 100'ün neden 13.500'e kadar bir ada çıktığı daha net olarak anlaşılır.
Ama endeks birinci seansta yüzde 8 değer kazanırken işlem hacmindeki ilk 20 aracı kurumun net alım satımları konsolide edilince piyasanın 24 triyon lira ekside olduğunu gördük. Bu şu mana geliyor. Piyasada endesin düşük seviyelerinden alım yapılmış ve endeks 13.500 puana gelirken de yüksek fiyattan bu hisse senetleri elden çıkartılmış. Demek ki kısa vadede piyasa 14.000 puanı tavan olarak görüyor. Ama tekrar söyleyelim "kısa vadede" Yani bu hafta en fazla 14.000 puanı göreceğiz.
Pazartesi gününden ibaren daha hızlı bir yükselişle karşılaşma olasılığımız ise bir hayli yüksek. Daha önce de söyledim, Kopenhag Zirvesi'ne kadar borsadan korkmaya gerek yok. Çünkü o zaman kadar AKP'nin arkasından esen kuvvetli rüzgarın esintisi İstinye Sarayı'nda da hissedilecek.
Ya Kopenhag sonrası?
O da Kopenhag'dan çıkacak sonuçlara bağlı Gerisini siz tahmin edersiniz zaten.