ABD Irak’ı vuracak mı? Du bakali n’olacak? Türkiye savaşa fiilen dahil olacak mı? Du bakali n’olacak? İstedikleri 9 üs ve limanı verecek miyiz? Du bakali n’olacak? Yabancı bir ülkenin 90 bin askerini topraklarımıza sokacak mıyız? Du bakali n’olacak? Ekonomi düze çıkacak mı?
IMF yeni hükümetin ekonomik programına icazet verecek mi?
İşsizliğe çare bulunur mu? Ya AB; bizi üyeliğe kabul edecek mi? Du bakali n’olacak? Du bakali n’olacak?
Beklemekteyiz. Hep beraber, bütün bir ülke, genci yaşlısı, kadını erkeği, işlisi işsizi, evlisi bekarı, borsacı olanı olmayanı beklemekteyiz. Hiçbir umudu kalmamış, yenilmiş, yıkılmış, ülkesinden, vatanından, ekonomisinden, toprağından, siyasetinden dahası kendinden nefret etmeye başlamış bir şekilde beklemekteyiz.
Kıbrıs elimizden gitmek üzere... Du bakali n’olacak?
Irak’ı parçalayıp Kürt devleti kuracaklar. Du bakali n’olacak?
Ortada o kadar çok cevap verilmesi gereken soru var ki, hepimizin kafası karışmış. Ve fakat o kadar önemli ki bu sorular, kafamızın karışmış olması bile yeterince büyük bir tehlike. Hani “Türk Resminde Soyut Yaklaşımlar” meselesini tartışmıyoruz ki “aman bana ne” diyelim. Hepimizin dahası çocuklarımızın hayatını etkileyecek meseleler bunlar. Bizim tavrımız ne? Du bakali n’olacak?
Osmanlı’yı Birinci Dünya Savaşı’na sokmak için bir yandan Almanya, öte yandan iktidarı yeni eline almış İttihat ve Terakki kadroları sıkı bir çalışma içine girmiştir. Tam bu sırada Almanya Rus donanmasını “bitirmek” için iki zırhlısını Karadeniz’e sokmaya çalışır.
Şimdi ise gerçek gündemimize geri dönüyoruz. IMF’nin temasları ve Irak meselesi... Daha önce de söyledik, IMF temasları ile ilgili bir sıkıntı olmayacağı görüşümüz aynı sağlamlıkla sürüyor. Ama Irak meselesi başa bela olmaya devam edecek gibi...
Operasyon ne zaman, nasıl ve ne ölçüde gerçekleşecek? Maalesef bu soruların yanıtını bilmiyoruz. Türkiye’nin rolü ve etkisi ne olacak? İşte bilinmeyen bir soru daha. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak savaşına fiili olarak katılma yönündeki kararı nedir? En bilinmezlerden biri. Türkiye’nin zararı ne olacak? Bunu da bilmiyoruz ama katılsak da katılmasak da Irak’tan sonra en büyük zararı biz göreceğiz, bu kesin.
ABD Türkiye’nin zararlarını karşılayacak mı? Hani AKP yönetimi 38 milyar dolardan bahsediyordu ya. ABD birkaç milyar dolar veririz demiş. Bir tek bunu biliyoruz. Borsanın durumu ne olur peki? Ne diyelim, Allah kerim...
ABD Başkanı George W. Bush, geçen hafta dünyanın en büyük film endüstrisi olan Hollywood’daki yönetmen ve yapımcılarla bir toplantı düzenledi. ABD Başkanı’nın film yapımcıları ile ne işi olur demeyin. Beyaz Saray ile Hollywood arasında Dünya Savaşı yıllarından bu yana çok yakın bir ilişki var. Hatta 11 Eylül saldırılarının hemen ardından Bush “teröre karşı Kutsal Savaş’ını ilan eder etmez Hollywood’dan bu politikayı destekleyecek filmler yapmasını istemişti.
ABD için bunu çok fazla şaşırılacak bir tarafı olmadığını söyleyelim. Özellikle politikaya ucundan kıyısından dokunan filmler yapmak isteyen ABD’li yapımcıların senaryo ve oyuncularının ABD Genelkurmay’ı tarafından denetlendiği, senaryolarda ve oyuncularda ordunun isteği doğrultusunda değişikliğe gidildiği de geçen yıl oynayan “Black Hawk’s down” isimli Somali operasyonunu anlatan Hollywood filminin gösterimi sırasında itiraf edilmişti. (Filme ABD ordusu ciddi bir maddi destek verdi).
Son toplantının amacı ise Irak operasyonu öncesinde toplumu savaşa hazırlamak için “savaş filmleri”ne ağırlık verilmesini istemek. Ne olursa olsun Irak’a saldırmayı kararlaştıran Bush yönetimi kendi toplumu için bunun psikolojik altyapısını da hazırlama uğraşı içinde.
Ama bu kez işler Bush’un istediği gibi gitmiyor Çünkü elindeki en önemli propaganda malzemesi olan Hollywood bu kez Bush’un savaşını desteklemek istemiyor.
Hatta gayet net “savaş karşıtı” argümanlarla toplumun karşısına çıkıyor. Geçen hafta aralarında Hollywood starlarının da bulunduğu ciddi bir grup “Irak’ta savaşa hayır” başlıklı bir toplantı örgütledi. Dün de ünlü aktör Sean Penn, ABD hükümetinin karşı çıkmasına rağmen Irak’ta bir toplantıya katılmak üzere bu ülkeye geldi. Penn, ülkeye gelişinin nedenini açıklarken, ABD’nin saldırmayı kararlaştırdığı ülkeyi kendi gözleriyle görmek için geldiğini söyledi.
Bugün, tüm üyeler Türkiye’nin üyeliği ile ilgili olarak taahhütname vereceklerini belirttiler . Durum kısaca şu 2004 yılına kadar AB Türkiye ile hiç uğraşmayacak ve 2004 yılı sonunda da bir rapor ile durumumuza bakılacak. Türk Hükümeti bu kararın ciddi bir ayrımcılık anlamına geldiğini ifade ederken AB yetkilileri tam aksine bu kararın Türkiye için ciddi bir zafer olduğunu iddia ediyorlar.
AB yetkililerinin vurgu yaptıkları en önemli kısım ise “tarih için tarih” formülü yerine “kesin bir tarih” alınmış olması durumu. Şimdi hem AB’nin hem de Türkiye’nin önünde iki yılık bir süre var. Artık yapacak tek şey Kopenhag ve Maastricht kriterlerini yerine getirip AB’nin 2004 yılı sonunda yapacağı incelemede olumlu rapor vermesini ummak.
Bu arada eğer rapor olumlu olursa Türkiye için üyelik müzakerelerinin ne zaman başlayacağı belli değil. Sadece Rasmussen’in “kısa bir süre içinde” sözü var elimizde... Uluslararası hukuk açısından bakıldığında “çok açık!” bir tanımlama değil mi?
Bu arada Kıbrıs meselesinde “Kıbrıs’ın garantör devletlerden herhangi birinin üye olmadığı bir yapılanmaya tek başına üye olamayacağı” kararının yerle bir edildiğini göreceğiz çok büyük olasılıkla. Ne yapalım yine beceremedik. Bundan sonrası için Allah yardımcımız olsun.
Kendi gündemimize döndük
Gelelim borsa yatırımcısının durumuna. Bugün konuştuğum bir borsacı “yeter artık. Bıktık bu AB işinden. Bir an önce ne olacaksa olsun da işimize gücümüze bakalım, kendi gündemimize dönelim” dedi. Beni şaşırtan bu yorum değil, yorumun bugün konuştuğum bütün borsacılar tarafından paylaşılıyor olmasıydı. Artık Pazartesi gününden itibaren kendi gündemimize döneceğiz.
Aralık ayının gündemini zaten daha önce yazmıştık. Merak eden geçen haftanın yazılarına bakabilir. Şimdi ise kısa vadeli beklenti IMF görüşmelerinden nasıl bir sonuç çıkacağı. Ki çok büyük bir olasılıkla IMF’den gelen olumlu mesajlarla tamamlanacak 4. gözden geçirme. O zaman da biraz daha yavaş da olsa yukarı yöndeki hareket devam edecek gibi görünüyor.
Avrupa kökenli fantastik-kurgu türü edebiyat kitaplarında o dönemdeki barış görüşmelerine atfen kullanılan bir deyim var: Siz yine de surları yükseltin, ne çıkacağı belli olmaz. Durumumuzun en net tanımı budur.
Avrupa Birliği kuruluşundan bu yana en önemli adımlarından birini atmak üzere. Bugün bizden sonraki kuşakların nasıl yaşayacaklarını“belirleyecek” olan kararlar alınacak. Türkiye AB üyeliği için tarih alsın ya da almasın, bu gün tarihi bir gün olacak.
Avrupa ya da Batı dediğimiz şey, bugünden sonra artık daha net ve elle tutulur bir şey olacak. Bugünden sonra dünya üzerindeki yerimizi biraz daha kesin bir şekilde tarif etmemiz gerekecek ve mümkün olacak. Aslında biz istesek de istemesek de dünya üzerindeki yerimiz netleşmiş olacak. Bizim modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana bir türlü beceremediğimiz bu tanımlamayı, ne acı ki bir kez daha, bizim adımıza başkaları yapacak…
Bir kaç yıl öncesine kadar benim için Avrupa Birliği üyeliği sadece Batı’nın Türkiye üzerinde siyasi baskı kurmak için kullandığı ve gerçekleşmesi asla mümkün olmayan bir manevraydı, bir oyundu yani. Türkiye’nin AB üyeliğinin neden gerçekleşmeyeceği sorusuna verdiğim yanıtlar ise bugün başta Valery Giscard D’estaing olmak üzere AB’nin önde gelen siyasi liderlerinin öne sürdüğü olmazlardan pek farklı değildi. Elinizi vicdanınıza koyun, siz D’estaing’den farklı mı düşünüyorsunuz tek başınıza kaldığınızda. Ama olan oldu ve bir kere Türkiye AB tarafından aday adayı olarak kabul edildi. Şimdi ne kesin bir hayır diyebiliyorlar ne de tam anlamıyla kabul edebiliyorlar. Aynen eski bir meselde anlatıldığı gibi:
“- Baba, bir hırsız yakaladım
- Getir o zaman buraya
- Gelmiyor
Yani eskiden olduğu gibi hisse senedini üç ay ve daha fazla elinizde tutarsanız gelirleriniz vergiden muaf olacak. Mevcut vergi yasasında da bu yönde bir düzenleme vardı fakat bu düzenleme 2002 yılı sonu itibari ile sona eriyordu.
Eğer yeni düzenleme yapılmamış olsaydı 2003'ten itibaren hisse senedi gelirlerine muafiyet için en az bir yıl elde tutmak gerekecekti. Tüm dünyada hisse senedini elde tutma süresi haftalar hatta günler ile ölçülür hale gelmişken biz hala üç ay mı olsun bir sene mi olsun tartışmalarıyla uğraşıyor ve süre yeniden üç aya indirildi diye seviniyoruz. Hadi hayırlısı bakalım. Aaa! Unutmadan bu kez teşvik süreyle sınırlı olmayacak yani sürekli olacak. Bir de 10 milyar liraya kadar olan gelirler de süre ne olursa olsun vergi kapsamı dışında.
Sizin dünyanızı durumu nedir bilemem ama en azından sermaye piyasası için dünya hakikaten küreselleşti. Borsadaki broker arkadaşlarımın kimileri (hayatını hisse senedi yatırımından kazanan ve bizim birkaç aylık maaşlarımızla ölçülen kayıpları dikkate bile almayan adamlar bunlar) sabahları uykusuz ve şiş gözlerle gelir borsaya.
Zor bir gece geçirmişlerdir ama zannettiğiniz gibi Papermoon ya da Reina'da değil. Bilgisayarlarının başında NYMEX'te altın kontratı alırken ya da Nasdaq'ta Microsoft'un düşüşünde tabandan mal almaya çalışırken uykularını heba etmişlerdir. Yaptıkları işlemlerden pek hoşnut değillerdir ve bir dahaki sefere "pamuk kontratı" alacaklarını çünkü Çin'in WTO'a katılmasından önce tekstilin falan filan!.gibi konulardan bahsederler. Siz de "Hımmmm!" dersiniz, "Tabii abi, ne işin var Microsoft'ta falan, buğday kontratı al, platine gümüşe filan bak. Frankfurt Borası da bu aralar fena diil ama Güneydoğu Asya'dan uzak durmak gerek bu aralar. Haaa bak, Irak'ı da unutma. Bush Irak'ı vurunca petrol accaip fırlar." *
Bizim borsamızdaki halka açık şirketlerin hisse senetlerinin yüzde 40 ila 60 arasında değişen kısmı yabancıların elindedir sürekli olarak. Kötü zamanlarda yüzde 40'a doğru geriler yükselişlerde 60'a kadar çıkar. Gerçi son kriz dönemlerinde bir ara yüzde 30'lara doğru geriledi borsadaki yabancı payı ama bu aralar yeniden yükselmiş durumda. Bu yabancıların bir kısmı vergiden yırtmak için paralarını önce yurtdışı bankalara transfer eden; ardından da gittiği yerde, artık Cayman Adaları mı olur yoksa başka bir off-shore cenneti mi bilemem, kurulan fonlarla yeniden bizim borsamıza yatırım yapan fonlardır. Bilinen adları ile "bıyıklı yabancı" ya da teknik adıyla yurtdışında yerleşik Türkiye kaynaklı fonlar!
Zaten bizim piyasamıza ya da diğer gelişmekte olan piyasalara yatırım yapan fonların çok büyük bir kısmı bu tip fonlardır. İlle de Türkiye kökenli olmasına gerek yok. Off-shore'da kurulan ve kendi ülkesindeki vergi sisteminden kaçan fonlardır yani. Bir kere Off-shore cennetine çıktınız mı artık sizi kimse tutamaz. İster Türkiye kökenli olsun ister başka ülke, Yaptığınız tüm yatırımlar vergiden muaftır. Şimdi demek ki çok kaba bir tanımlama ile iyi zamanlarda bu piyasanın yüzde 60 veya üzeri, kötü zamanlarda ise minimum yüzde 40'ı vergiden muaf.
Peki kim bunlar?
O zamana kadar Türkiye'nin Kopenhag ve Maastricht kriterlerine ne ölçüde uyduğu izlenecek. Yani gerekli yasaları çıkartmış olmak yetmeyecek bir de AB'yi bu kanunları layıkıyla uyguladığımız konusunda ikna etmemiz gerekecek. Bu arada Fransa'da gelecek yıl yapılacak olan bir referandum var. Bu referandum AB'nin genişleme sürecini sorgulayacak. Eğer referandumdan olumsuz yanıt çıkarsa "Elveda AB, elveda zenginlik hayalleri".
Ama bunlar daha ilerde ele alınması gereken meseleler ve en kötü ihtimaller. Daha iyi olasılıklar da var. Örneğin müzakerelerin başlaması için verilecek tarihin 2004 hatta 2003 yılı sonunda belirlenmesi gibi. Ama Almanya Dışişleri Bakanı Joska Fischer'in dün CNN Türk'te yaptığı açıklamalar 2005'li olasılığının neredeyse tek olasılık haline geldiğini söyleyebiliriz. (Hatta AB'nin Türkiye'nin üyeliği ile ilgili olarak temennisini şöyle özetleyebiliriz: Türkler hep katılmayı istesin ve biz hep bekletelim") Neyse ki borsa da bugün birinci senastaki hareketi ile bizim dünkü tezimizi destekledi. Merak edenler dünkü yazıya bakabilir.
Türk Coca Cola
Gelelim bir başka konuya. Uzun zamandır hasret kaldığımız halka arzlar yeniden başlamak üzere. Hatta merakla beklenen Türk Coca Cola'nın halka arzı ile ilgili ilginç gelişmeler söz konusu.
Anadolu Efes, Coca-Cola Satış ve Dağıtım şirketindeki yüzde 33.31'lik payını yine yüzde 33.33 iştirak sahibi olduğu Coca-Cola Üretim'e 19 milyon dolara satacağını açıkladı. Diğer taraftan Coca-Cola Üretim yüzde 63'lük bedelli sermaye artırımına giderek 56 milyon dolar elde edecek.
Anadolu Efes şirketteki yüzde 33.33'lük payına karşılık 19 milyon dolar verecek. Anadolu Efes iştirak satışından elde edeceği 19 milyon doları Coca-Cola Üretim'in bedelli sermaye arttımında kullanacak. Yani bu işlemler sırasında nakit çıkışı gerekmeyecek. Analistler Coca-Cola Satış ve Dağıtım'ın Coca-Cola Üretim altında toplanması operasyonunun hedeflenen halka arz öncesi yapıyı basitleştirmek ve şeffaflaştırmak için yapıldığını düşünüyor.
Anadolu Efes yönetimi daha önce halka arzın piyasa koşullarının uygun olması durumunda 2003 yılının ilk çeyreğinde yapılabileceğini belirtmişti. Yani ortamın uygun olması durumunda 2003'ün ilk çeyreğinde Türk Coca Cola'nın yarattığı ivme ile yeni halka arzlar gelebilir.
2003 yılındaki halka arzlardan bize ne demeniz gayet olası. Ama bir de şöyle bakın. Eğer piyasanın uygun olmayacağı ve satılan malın gerçek ya da karlı fiyatını bulamayacağı düşünülüyorsa satıcı pazara çıkmaz. Eğer pazara çıkılmışsa bu piyasa koşullarının olumlu olacğı yönündeki beklentinin güçlü olacağının önemli bir göstergesidir. Yani 2003, borsanın yılı olabilir. Dikkatle izleme zamanı geliyor.
Kişi başına düşen milli geliriniz ne kadar mesela, işsizlik ne boyutta, okur-yazarlık oranı nedir? Ya da kadınlar toplum hayatında ne kadar yer alabiliyor, ne kadar kentlisiniz, devlet karşısında bireyin durumu ne mesela? İşkence ya da, kimin hayatının vazgeçilmezi?
Aslında tüm bu yaşanılanların kandırmaca olduğunu borsa yatırımcıları da biliyor. O nedenle bugün birinci seansta yüzde 4.39 oranında bir düşüş yaşandı. Geçen haftadan bu yana borsada Kopenhag zirvesinden çıkabilecek sonuç ile ilgili borsacıların ve yatırımcıların yorumlarını ve bu yorumların piyasayı nasıl etkileyebileceğini anlatıyordum.
Başta tüm piyasa, hangi akla hizmetse, Türkiye'nin Kopenhag zirvesinden müzakere takvimi alması durumunda borsanın coşacağını geri kalan seçeneklerin hiçbirinin piyasanın önünü açamayacağını belirtiyordu. Kopenhag zirvesine doğru geri sayım devam ettikçe Türkiye'nin tarih alamayacağı realitesi inkar edilemez biçimde karşımıza dikilmeye başladı ve piyasa oyuncuları bu kez de "Tarih için tarih de olumlu bir beklenti.
Böyle bir karar çıkarsa borsa uçar" yorumları yapmaya başladı. Geçen hafta AB'nin Türkiye'yi mümkün olduğunca uzun süre oyalamak için gerçekten de "tarih için tarih" formülüne eğilimli olduğu ve bunun da 2005 yılı sonu olarak düşünüldüğü ortaya çıktı. Bu durum AB'nin iki büyük ortağı Fransa ve Almanya görüşmelerinin ardından net olarak ifade edildi.
Piyasamız bu sefer de "2003 olmazsa olmaz" diyerek Pazartesi sabahı satışa geçti. Göreceksiniz yarın da "2003 olmazdı zaten en mantıklısı ve bizim için en olumlusu 2005 yılı" nakaratının tüm ağızlara sakız olduğunu göreceğiz.
İyi de yatırımcı ne yapsın?
"Ne yapsın"ı var mı? Bu oyununu neden oynandığı çok açık. Hükümet başa geldiğinde Kopenhag Zirvesi'ne kadar işlerin iyi gideceğini ama Zirveden önceki haftanın kritik olduğunu yazmıştık. Zirve sonrası gelişmelerin ise ancak çıkacak kararlara bağlı olarak tartışılabileceği yönünde görüş bildirmiştik.
Şimdi zirveden çıkacak sonuç az çok belli. Demek ki önümüzde yeni bir yükseliş süreci var. Ama bu yükseliş öncesi bir miktar kar satışı yaşayacağız. Bu çerçevede endeksin 12.500'ün altına çok fazla geleceğini düşünmüyoruz. Yani alım için iyi bir fırsat olduğu yönünde bir çok veri var önümüzde. Ama tabii ki son yükselişe katılmayan hisse senetlerini düşünmekte fayda var.
Bu karar ile birlikte 2003 yılına Erdoğan'ın başbakanlığı ile girebiliriz. Irak'ın BM kararlarına uyacağını açıklaması ile birlikte ortadan kalktığını umduğumuz savaş olasılığı ise aralık ayı ile birlikte, maalesef, eskisinden daha güçlü bir biçimde geri döndü.
Yılın son ayında Türkiye gündeminin ne kadar ciddi meselelerle dolu olduğunu görünce, bari bugün de borsa yerine 2003 yılına kadarki bir aylık zaman dilimi içinde nelerle karşılaşacağımızı bir hatırlatayım istedim. Türkiye'deki tüm piyasalar yarın birinci seansın ardından kapalı olacak. O nedenle asıl önemli hafta gelecek hafta olacak. Ve bu haftanın ilk krizinin de büyük olasılıkla Irak'ta çıkacağını düşünüyorum.
Çünkü 8 Aralık Pazar günü BM tarafından Irak'ın elindeki mevcut silahları açıklaması için son gün olarak tayin edildi. Kriz çıkacak çünkü Irak yönetimi daha şimdiden "Silah bildirimi yeni unsurlar içerecek ama kitle imha silahları ile ilgili olmayacak" şeklinde bir açıklama yaptı. Böylelikle daha son güne yaklaşık bir haftalık bir zaman olmasına rağmen ABD'nin Irak'ı vurmak için biriktirdiği bahanelere bir yenisini ekledi.
Gerçi bahane olsun olmasın ABD Irak'ı vuracak biliyorsunuz değil mi? Ve çok büyük olasılıkla birkaç milyar dolarlık yardım alan ya da askeri borçları silinen Türkiye de "Bakınız Kürt devleti kurulmasını engelledik, savaşı erken bitirerek zararımızı azalttık" gibi komik bahanelerle bu müdahaleye destek verecek. Hayat ne kadar ilginç şeylere kadir ayrıca. Erdoğan'ın hocası Erbakan iktidara geldiğinde ilk iş İsrail ile anlaşmalar yapmıştı. Şimdi de Erdoğan ilk işe ABD ile anlaşma yoluna gidiyor.
İkinci kritik mesele ise 9 Aralık'ta başlayacak olan dördüncü gözden geçirme olacak. IMF heyetinin temasları dün başlamıştı ve bu akşam da bir basın toplantısı düzenlenecek. Fakat dördüncü gözden geçirmenin nasıl tamamlanacağı hala netleşmiş değil. Yeni bir stand-by mı imzalanacak yoksa mevcut program mı revize edilecek belli değil. Kimi AKP'li yöneticiler mevcut programın revize edileceğini söylüyor kimileri ise bu gözden geçirmede yeni bir sürü unsurun dikkate alınacağını söylüyor. Bu nedenle AKP yönetiminde de IMF temasları ile ilgili bir kafa karışıklığı olduğu izleniyor. Ayrıca kamuda yüzde 30 oranında atıl istihdamın azaltılması ve TMSF kapsamındaki bankalar (Pamukbank ve Yapı Kredi mesela) konusunda hangi adımların atılacağı da bilinmiyor.
10 Aralık'ta ise üçüncü çeyrek GSMH ve GSYİH büyümesi rakamları açıklanacak. Genel beklenti yüzde 6.5-7 civarında rakamların çıkması ama daha düşük ya da yüksek rakamlar kısa vadede piyasaların yönünü etkileyebilir.
11 Aralık'ta Nazine'nin 6.1 katrilyonluk büyükçe bir iç borç ödemesi mevcut.
12 Aralık ise kritik dönemece girdiğimiz gün olacak. Genişlemenin ele alınacağı AB Kopenhag zirvesinde Türkiye'nin nasıl bir sonuçla karşılaşacağını göreceğiz. Bu konuda yazacak yeni bir şey yok. Her şey konuşuldu şimdi iş sadece beklemeye kalmış durumda.