25 Kasım 2010
19-20 Kasım’da Lizbon’da toplanan NATO zirvesi gelecek 10 yıla yön verecek Stratejik Konsept ’in kaba çizgilerini çizdi. Ben bugün, konu ile ilgili 3.yazımda genel bir değerlendirme yapmaya çalışacağım. Bana göre zirveden çıkan ve Türkiye’yi, inşallah kendi dış politikasını yeniden değerlendirmeye itecek sonuçlar şunlardır:
1) Sovyet Bloku’nun çöküşünden beri ortak hasım tarifinde boşluğa düşen ve “Artık ortak hasım tarifine gerek var mı?”, hatta “NATO’ya gerek kaldı mı?” sorularına uzun süre muhatap olan NATO nihayet kendisine yeni bir ortak hasım belirlemiştir: İran!
Türkiye İran’ın adının deklarasyona açık yazılmasına engel olmuştur ama “Kediye kedi denir” karinesi ile ortak hasmın kim olduğunu herkes anlamıştır.
Yeni cepheyi en iyi anlatan yazıyı Türkiye’de Kadri Gürsel yazmıştır. (Milliyet, 21 Kasım 2010)
* * *
2) Türkiye’nin AKP dönemi ile başlattığı ve “stratejik derinlik” adı ile anılan “komşularla sıfır sorun” hedefi çok ağır darbe yemiştir.
Türkiye’ye Batı’dan tamamen kopmadan Ortadoğu’da bağımsız politikalar yürütemeyeceği açıkça anlatılmıştır. Muhafazakâr bir deyişle Türkiye’ye “Hem gönlüm cennette, hem aklım oynaşta!” politikası güdemeyeceği doğrudan söylenmiştir!
* * *
3) ABD ile Türkiye arasında oynanan “model ortaklık” oyununun ABD’de çöktüğü çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.
* * *
4) NATO 2014’te Afganistan’dan tamamen çekileceğini beyan ederek bir anlamda uzak diyarların dışında kalacağını ilan etmiştir. Yine de tarihle ilgili açık bir kapı bırakılmıştır. Kuzey Asya’nın doğalgaz ve petrol yataklarına kapı aralayan, ayrıca 21. yüzyılın en büyük devi Çin’i kıskaçta tutmak (containment) için ideal bir coğrafyada yer alan Afganistan’ın tamamen kendi haline bırakılamayacağı aşikârdır.
* * *
5) Lizbon’da yaşanan en önemli “tarihi olay” ise NATO ile Rusya arasında “füze kalkanı” konusunda işbirliği kurulmasına karar verilmesidir.
Rusya, NATO’nun anti-balistik füze savunma sistemine destek vermeyi ve kendi sistemini onunla ilişkilendirmeyi kabul etmiştir.
Rusya ayrıca NATO’nun yeni stratejik doktrininin içerdiği tüm alanlarda NATO ile birlikte çalışmayı kabul etmiştir.
Bu konuda da en iyi analizi Türk basınında Sami Kohen (Milliyet, 23 Kasım 2010) yaptı.
* * *
6) 21. yüzyılı kurgulayan analistler Batı ağırlıklı 20. yüzyıl merkezinin Doğu ağırlıklı hale dönüşeceğini öngörüyorlardı. Batı haliyle ABD+AB’den (NATO), Doğu da Çin+Hindistan+Rusya’dan oluşuyordu. Batı karşıtı İran da doğal olarak Doğu’nun müttefiki addediliyordu. ABD Hindistan’ı Bush doktrini ile kendi yanına çekti, şimdi de Obama doktrini Rusya’yı yanına alıyor. Rusya da “kedi”nin İran olduğunu bal gibi biliyor ama onun da telaffuz edemediği kendi “kedi”si Çin!
Görüyoruz ki, ideolojiler/kalıplar 21. yüzyılı yorumlamamıza fazla yardım etmiyor.
* * *
Lizbon’da yaşanan en büyük olgu realist (pragmatist) politikaların karşısında idealist (hayalperest) politikaların yaşadığı hüsrandır.
Hatırlatayım daha 24 Haziran 2010’da şöyle yazıyordum (Hürriyet, “Bir illüzyonun önlenemez çöküşü! (III)” İllizyon=aldatan görüntü):
“Sonunda... (Ortadoğu’da) illüzyon Davutoğlu ve Erdoğan açısından ‘İstersek kuralları/postamızı biz koyarız, ABD ve AB peşimizden gelir’ algılamasına dönüştü... Şimdi reel politika tekrar gün ışığına çıkıyor...
Koğuş ağasını arada bir merdiven altına çekerler. Orada koğuş ağası ya yandan çarklının kellesini verir ya da kendi kellesi gider!”
Yazının Devamını Oku 24 Kasım 2010
ÖNCE bir hatırlatma:
Barack Obama Kasım 2008’de ABD Başkanı seçildi ve 20 Ocak 2009’da Başkanlığı resmen devraldı. O gün itibari ile Başdanışman sıfatını taşıyan Ahmet Davutoğlu hemen Washington’a uçtu ve çeşitli temaslarda bulundu. Temaslarının ardından tarihi ittifak açıklamasını yaptı:
“Obama ile Türkiye’nin dış politika tercihleri ve öncelikleri tamamen örtüşmektedir.”
Ahmet Davutoğlu, Obama’nın Başkan oluşundan takriben 3 ay sonra, 1 Mayıs 2009 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı oldu!
* * *
18 ay sonra, 23 Kasım 2010’da ise gazetelerde şu haber yer aldı:
Yazının Devamını Oku 23 Kasım 2010
19-20 Kasım’da Lizbon’da dananın kuyruğunun kopacağını, konu hemen hemen Türkiye’de kimsenin dikkatini çekmez iken, daha 20 Ekim 2010’da gündeme getirdim.
Yine aynı konuda 26 Ekim 2010’da yazdığım yazıda Ahmet Davutoğlu’nun:
“Biz çevremizdeki hiçbir komşumuzdan bir tehdit algılaması içinde değiliz. NATO’ya dönük de bir tehdit algılaması veya tehdit oluşturduğu kanaatinde değiliz” sözlerinin anlamsızlığını vurguladım.
Ahmet Davutoğlu’nun balonunun 19-20 Kasım’da söneceğini o tarihte ilan ettim.
“Mesele Türkiye’nin kendi durumunu veya Ahmet Davutoğlu’nun NATO’ya yönelik tehdit algılamasını nasıl kavradığı değil, bizzat NATO’nun nasıl kavradığıdır.
Üstelik, Davutoğlu’nun görüşüne Suudi Arabistan, Mısır, Körfez ülkeleri gibi Ortadoğu ülkeleri de katılmıyor.” (Hürriyet-26 Ekim 2010)
Yazının Devamını Oku 21 Kasım 2010
BAYRAM haftası angusların ve Eskişehir’in Muttalip beldesinde aralarında husumet bulunan bir aileyi katleden İhsan Doğu’nun haftası oldu.
Toplam 6 kişiyi öldürdüğü için İhsan Doğu’ya birkaçı hariç, hemen hemen tüm medya kuruluşları anında seri katil tanımını yakıştırdılar ve kriminoloji alanında ne kadar bilgisiz olduklarını gösterdiler.
İhsan Doğu muhakkak ki psikolojik sorunları olan birisi ama genel kabul görmüş tanımlara göre katiyen bir seri katil değil. O toplu katliam (mass murder) yapan bir kişi. Kriminoloji alanında yapılan çalışmalar insanları ısrarla “Toplu katliam yapanları sakın seri katillerle karıştırmayın” diye uyarırlar.
* * *
Seri katillerin bazı ortak özellikleri:
1) Maktullerle herhangi bir bağları olmuyor. Genellikle maktulleri hiç tanımıyorlar. Kurbanlarını gelişigüzel seçiyorlar.
2) Genellikle cinsel dürtülere mağlup oluyorlar. Cinayetler psikolojik bir dizgi oluşturuyor.
3) Bir önceki cinayetle bir sonraki cinayet arasında da bağlantı bulunmuyor.
Yazının Devamını Oku 18 Kasım 2010
BU bayram ben kafayı anguslara taktım. Hangi haber bültenini açsanız, onlar. Gazetelerin ilk sayfalarında Başbakan’dan önce arz-ı endam ediyorlar. Etlerinin ne kadar lezzetli olduğunu yurtdışından biliyorum. Ama, bu kadar hünerli olduklarını bilmiyordum.
Anguslar kendileri ile boyunlarına ip atılıp debelenilmesini değil, konuşulmasını istiyorlar. Hali ile, kendi arasında konuşarak anlaşmayı bilmeyen Türk milleti hele hele bir hayvanla konuşarak uzlaşmayı hiç bilmiyor. Ayrıca, hayvan Uruguay menşeili olduğu için kendisi ile İspanyolca konuşulmasını istiyor. Bizde İspanyolca bilen Büyükelçi oluyor, çoban nereden elin lisanını bilsin.
İletişim sorunu yaşayan angus 18 yaşındaki delikanlı gibi depresyona giriyor ve kafayı urgandan sıyırıyor.
İpini koparan angus şehri de tanımadığı için TEM, E-5 ayırt edemiyor, doğru yoldan çıkarak önüne çıkan her sokağa, parka, bahçeye dalıyor.
Uruguaylılar bizim boğanın çevik olanını sevdiğimizi bildikleri için Türkiye’ye angusların fiziki kondüsyonu yüksek olanlarını yollamışlar.
Mübarekler 10 km koşuyorlar, bana mısın demiyorlar, kış günü denize giriyorlar, 3 km yüzüyorlar.
Benim bildiğim bayramlarda insanlar kaçan kurbanlıkları kovalar. Bu sefer sahibini kovalayan angusu gözlerimle gördüm.
Allah’tan sahibi angus kesmeye kalkınca başına ne geleceğini önceden sezmiş. Antrenmanlı çıktı. Ağaca tırmanarak kurban rolünü değiştirmekten kurtuldu.
Sanırım, polis kovalayan anguslar Uruguay’da solcu ağıllarda, gazeteci kovalayan anguslar başkent Montevideo’da başbakanlığa yakın bir ağılda yetiştiriliyor.
Üç gündür haberlerde angusların Başbakanımız ile reyting yarışına girmesi canımı çok ama çok sıktı.
¡ ¡ ¡
Ancak, kabaran sinirlerimi, yıpranan milli hislerimi yerli bir boğa kurtardı. Kanal D’de seyrettim. Bir yerli boğa Ankara’yı birbirine kattı. Kemal Kılıçdaroğlu’na muhalefet nasıl yapılır, öğretti. Zaman zaman yerli boğanın hışmına uğrayan kameramanlar gün boyu nasıl peşinde koştular, çözemedim ama bütün bir günü içeren firar görüntüleri verdiler.
Hayvan sabah namazı ile yollara düştü, yatsı kılınırken hâlâ firarda idi.
Ankara’da dolaşmadık semt bırakmadı, bütün anayolları kesti, önüne çıkan resmi-sivil erkânı ayırt etmeden boynuzladı.
Entelektüel seviyesi nedeni ile ODTÜ’yü bile ziyaret etti. Derslere giremedi zira okul kapalı idi. Ama o da eğitim hakkından faydalanmak istediğini belli etti. ODTÜ’nün nizamiye kapısında nöbet tutan güvenlik güçleri yerli boğayı içeri saldılar ama gazetecilere basbayağı direndiler. Zahir, yönetmeliğe göre kampusa başıbozuk gazeteci giremez ama başıbozuk hayvanlarla ilgili bir madde yok.
Sanırım geç saatlerde yerli boğa yakalandı da Ankara’da olağanüstü hal uygulaması kaldırıldı.
¡ ¡ ¡
Hayvan esasında ithal angusların rol çalmasına isyan ediyordu. Başkenti elin angusuna teslim etmeyeceğini yedi düvele duyurdu.
“Bir yerli boğa dünya dolusu angusa bedeldir!” şiarının uyduruk bir söylem olmadığını, gerekirse Türkiye’ye gelen tüm angusları denize dökeceğini hepimizin gözüne soktu.
¡ ¡ ¡
Ben yerli boğamız ile gurur duydum.
Birinciliği ona verdim.
Anguslar anguslar, duyun sesimizi!
Yazının Devamını Oku 17 Kasım 2010
Her şeyin ilerisini seven bir vatandaşın not defterinden: Her şey çağdaşlaşmalı, ileri gitmelidir. Sadece demokrasi değil, bayramlar da ileri giderse tüm ülke ileri gider.
Bu açıdan bakıldığında “Nerde mirim o eski bayramlar!” diyenler gericinin dik alasıdır.
En iyi bayram ileri bayramdır, çağdaş bayramdır.
¡ ¡ ¡
İleri Türkiye için:
1) Kısa bayramlarda yurtiçi, uzun bayramlarda yurtdışı seyahatlere çıkılmalıdır.
2) Kurban bayramının arifesinde kurbankesiyorum.com’a e-posta ile başvurup, parasını e-banka ile yollamak en medeni harekettir. Böylece, hayvanın kaçışı-parayı ödeyen vatandaşın etinden et kesilmiş duygusu ile hayvanın peşine takılışı gibi alaturka bir harekata asla ortam sağlanmaz. Çocuklar mahallelerde Türkçe bilmeyen angusların İspanyolca böğürerek kesilmesini seyretmek zorunda kalmazlar.
3) Bu bayramdan sonra ilericilik adına Kurban Bayramı’na Angus Bayramı da demek caiz olacaktır. Ancak, ileri devlet halis Erzurum danasını halis Uruguay Angus’u diye yutturmaya kalkanlara karşı vatandaşı korumalıdır.
¡ ¡ ¡
4) Yurtdışında cami olmadığı için bayram namazı sıkıntısı yoktur. Ama, ülke içinde de tatil sabahı erkenden kalkmak gerekliliğini ortadan kaldırmak için İleri Diyanet bayram namazı saatini makul bir saate alabilir (mesela kuşluk vakti).
5) Hatta daha da ileri gidip, bayram ezanını ve namazını İleri Diyanet internetten sanal cami ortamında yayınlayabilir. İleri Müslüman diz üstü bilgisayarda bayramnamazinikildiriyorum.com’a bağlanır, bilgisayarı seccadesinin önüne yere koyar ve canının çektiği saatte namazını, adeta imamın arkasında divana durmuş hissiyatı içinde kılar.
6) Bayramın erken saatlerinde tüm dostlara kalıp kutlama mesajı, elinizdeki cep telefonu vasıtası ile, SMS kullanarak zaten yollanıyor. Sadece 30 saniyede yüzlerce kişinin gönlü alınıyor. Ben yine de İleri Bayram’a hafif bir nostalji katıp, anneye/babaya/dayıya/amcaya/halaya/teyzeye telefon edilmesini, ancak ileri saat uygulaması nedeni ile her birine sadece 1’er dakika ayrılmasını tavsiye ederim.
¡ ¡ ¡
7) Bayramda yurtdışına gidince masrafa giriyorum diye katiyen dertlenmeyin. Kilise, müze, kütüphane, park, bahçe gezerseniz tabii ki boşu boşuna para harcarsınız. İleri ülkelerin ileri vatandaşları ileri bayramları Avrupa’da çeşitli ülke ve şehirlere dağılmış outlet center’lara yakın yerlerde geçirirlerse masraf etmek ne kelime, kazançlı bile çıkabilirler. 100 Euro’luk eşarbı 50 Euro’ya alırsanız; eşiniz bunu ister şal, ister türban niyetine taksın; siz 50 Euro kâra geçiyorsunuz. Düşünsenize, eşiniz 10 adet Hermes eşarp beğense, kâr ettiğiniz miktar 500 Euro’ya çıkıyor. Uçak parası çıktı bile!
8) Yurt dışında ucuz alışveriş merkezlerine gittiğinizde ayrıca, hiçbir konuda anlaşamayan beyaz-siyah, muhafazakâr-monden, laikçi-dinci, Sünni-Alevi, Türk-Kürt, Müslüman-Yahudi-Ermeni-Rum vb. tüm Türk vatandaşlarının nasıl ortak ülkü, kıvanç ve tasada buluştuklarını, nasıl kaynaştıklarını, nasıl hal-i hamur olduklarını, ucuz dükkan bulma konusunda nasıl dayanışma içine girdiklerini gözlerinizle göreceksiniz.
9) Mümkün olsa da, İleri Türkiye’yi Avrupa’da bir outlet center’a sığdırsak, dünyanın kendisi ile en barışık, ayrıca farklılıkların en fazla göz ardı edildiği ülke Türkiye olur.
¡ ¡ ¡
İleri Bayramlar dileği ile.
Hadi bana eyvallah. Outlet center birazdan açılacak. Hanımı kızdırmamak gerek!
Yazının Devamını Oku 16 Kasım 2010
BUGÜN bayram. Deliye her gün bayram. Demek ki, kendini deli addetmeyenler yılda sadece 7 (3+4) gün delirmeye hak kazanıyorlar. Ben de bugün yılda 7 gün bana bağışlanan delilik hakkımı kullanacağım.
İşi sulandırma pahasına soruyorum.
Kutsal aile var mıdır?
Bir yanda aile hayatına atfettiğimiz “kutsal değerler”, öte yanda mülkiyet hırsı, çevre ile yarış, sahiplenme dürtüsü, cinsel güdüler ile yuğrulan hayat!
İnsanlar evlenince kurtulur mu?
Bu soruları ben sormuyorum.
İlk romanı ile senaryoculuğu yanında romancılığını da kanıtlayan psikiyatr (deli doktoru) Fatih Altınöz soruyor:
Kutsal Aile (April Yayınları-Kasım 2010)
Fatih Altınöz “Şaşkın Karayolu Balinaları”, “Boşlukta” ve “Tuhaf Günler” adlı üç kitabın yazarı, ayrıca “Güle Güle”, “Gülüm” ve “Çinliler Geliyor” adlı üç uzun metrajlı filmin senaristi. “Şizofreni” dergisini de çıkardı.
* * *
Roman Bankacı İsmail’in iç dünyasında kendi kendine yaptığı konuşmaları, kendisi ile hesaplaşmasını yansıtıyor. Tüm roman iç-konuşmalardan oluşuyor. Tıpkı Gogol’ün oyunu “Bir Delinin Hatıra Defteri” gibi.
İsmail’in yaşantısı tipik bir memur ailesi yaşantısı. Romanda olağanüstü hiçbir süreç veya kurgu yok. Ancak, hepimizin rutin yaşadığı bir hayattan kendine düşen payları İsmail nasıl algılıyor, bunu okuyoruz. Romana tadını veren de onun bakış açısı.
Rutin bir hayatı İsmail nasıl algılıyor?
Karısının ailesi tarafından horlanma duygusu, 2. el araba ile istediği cakayı satamama sıkıntısı, kardeşi fırlama Aytekin’in engel olduğu arazi satışı, bütün gün başkalarının parasını sayarak mesai yapılan bankada “kılıbık” Erçin Abi’nin evli sevgilisi olduğunu kavramak, eşcinsel dayının ölümü karşında duyulan duygusuz üzüntü, babasının da zamanında hovarda olduğunu öğrenince yaşanan sukutuhayal, öte yanda şubede genç bankacı Saliha’ya “sarmak” için sarf edilen zihinsel gayret!
İsmail’in hayatı hepimizin hayatı.
Onun da derdi, sizin de benim de yaşadığı gibi sevilmeme korkusu!
İsmail devamlı soruyor:
Hadi karımın ailesi aşağılıyor, yoksa beni annem de mi sevmedi, yoksa babam anamı aldatırken beni de mi aldattı, ben hep “cici çocuk” olmaya uğraşırken parsayı neden hep fırlama ağabeyim topluyor, dayımın eşcinsel olması garip ama yoksa onun erkek sevgilisi onu gerçekten mi seviyor, bana kesin kesik Saliha ile yeniden bir hayat kurmak mümkün mü?
Yemin ederim, hepimizin kafasındaki sorular üç aşağı, beş yukarı Bankacı İsmail ile aynı!
* * *
Romanı roman yapan üç unsur: kurgu, üslup ve dildir.
Kutsal Aile romanı ironik bir dille yazılmış komik, hem de çok komik bir eser.
İsmail’in trajedisini okurken gülmekten boğulacaksınız, atacağınız kahkahaları gören olursa sizi bayram delisi sanacak!
Fatih Altınöz’e gülerken, hatta kahkahadan kırılırken, aynı anda bana hayatım hakkında zor sorular sordurduğu için çok teşekkür ederim.
* * *
Bütün Müslümanların Kurban Bayramı’nı candan kutlarım!
Yazının Devamını Oku 14 Kasım 2010
ENGİN Ardıç 11 Kasım 2010 tarihli ve “Hadi Gelin Bakalım” başlıklı yazısında kendini savunma adına şunları yazdı: “İlk taşı, eşini AKP’den milletvekili adayı yapmak isteyip bu reddedilince birdenbire iktidara düşman kesilen çok eski bir arkadaşım attı (eşi de sınıf arkadaşımdır)...”
Ardından Gazeteciler.com’da Adnan Berk Okan, Engin Ardıç’ın 11 Kasım tarihli yazısını yerden yere vururken şu görüşlere yer verdi:
“Adını vermediği birinci düşmanının karısı sınıf arkadaşıymış? Yani?
“Çok konuşma, karının lise yıllarındaki halini anlatırım haaaa!” diye parmak sallıyor o düşmanına(!)? Yani tehdit!.. Yani şantaj!..”
Ben açıklıyorum. Engin Ardıç’ın “çok eski arkadaşı” benim!
Engin Ardıç sürekli küfretmeyi hüner zanneden bir yazar. Yukarıda bahsi geçen yazıda benim üzerimden bir de yalan söyleyince bu yazıyı yazmak elzem oldu.
Zaten, Engin Ardıç seviyeyi o kadar düşürmüş ki aynı yazıda başka bir yazar için şunları da yazabildi:
“Bu arkadaşa cinsel tercihleri nedeniyle Ergenekon çetesi tarafından şantaj yapıldığı, böylelikle kendi yanlarına çekildiği, hatta ellerinde bu konuyla ilgili gizli bir kaset de bulunduğu piyasada dedikodu şeklinde dolaşıyor.”
“Arkadaş” kendisine hak ettiği cevabı verdi ve haddini bildirdi.
Şimdi sıra bende:
1) Eşim 1995’ten beri yabancı kökenli ve çokuluslu bir şirkette çalışıyor. 2006’da bu şirketin en tepe noktalarından birisine getirildi. O tarihten beri yurtdışında yaşıyor.
2) Siyaseti hiç sevmez, benden hiçbir zaman böyle bir talebi olmamıştır. Onun ezelden beri gönlünde yatan aslanın iş hayatına yönelik olduğunu Engin Ardıç hariç tüm arkadaşları bilir.
3) Ben AKP’yi eleştirmeye AB önünde şov yaptıklarına ikna olduktan sonra 2004 yılının sonunda başladım. AKP’nin katıldığı ilk seçim 2002’de yapıldığına göre “Eşini AKP’den milletvekili adayı yapmak isteyip bu reddedilince birdenbire iktidara düşman kesilen” ben geri zekâlıyım ki durumu kavrayıp, iktidara düşman kesilmem için 2 sene geçmesi gerekti.
4) Yok, eğer 2007 seçimlerinde reddedildiysem 2004’ten 2007’ye dek AKP’ye ağır eleştiriler getiren ben yine geri zekâlı olmalıyım ki, eleştirdiğim bir partinin kapısına gideyim. AKP’li dostlar da geri zekâlı olmalı ki, bugüne dek beni teşhir etmediler.
5) Engin Ardıç’ın “İlk taşı attı” dediği yazımda (17 Ekim 2010) ben tüm Hürriyet yazarlarına bir yazısında “puşt” dediği için kendisine haddini bildirmiştim. Engin Ardıç’ın tek benci beynine göre o istediğine sövecek ama kimse ona cevap vermeyecek.
6) Engin Ardıç hâlâ cevap ver(e)medi ama aynı yazımda şunları da yazmıştım.
“Engin Ardıç Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) ait iken bu gazetede (Sabah) çalışmaya, kamunun kaynakları kullanılarak kendisine ödenen transfer parası ile başladı. Engin Ardıç Hazine’den geçinen liberal gazeteci!’dir. (“Fonun malları devlet malı hükmündedir”- tmsf.org.tr)”
7) Engin Ardıç sen devletin dolayısı ile milletin parasını aldın. Kaç para millet parası götürdün?
8) % 42’nin cebinden aldığın paralar ile sürekli % 42’yi temsil eden veya onların haklarını savunan kişilere hangi hakla sövüyorsun?
Senin ar damarın nerende?
Engin Ardıç sen ahlaki değerleri zayıf kişiliğine şimdi yalancılığı da ekledin!
Yazının Devamını Oku