Paylaş
Bir-iki gündür onu yazmak için yazıya oturmaya her kalktığımda, başıma dikiliyor. Siluetini görüyorum. Yüzünde o pek tanıdık muzip ifadesi, sesinin tınısı şu anda bile kulağımda çınlıyor “ulan” derken; söyleyeceğini söylemeye başlarken...
Öyle bir “ulan”ki, o söylediği vakit, onun ağzından söylendiğinde, “sevgi-kardeşlik-arkadaşlık” namına söylenmiş “en lirik” sözcük halini alıyor; “ulan” diyor “10 Kasım’lara benzetmeye başlattınız şu 19 Ocak’ları”...
Öyle gerçekten. Unutulmak istenmeyen ya da unutturulmak istenmeyen unutulmaz özel insanlar için ölüm yıldönümleri bir “ritüel” halini alır. Bu yüzden, her yıl olduğu gibi bu yıl da, 19 Ocak günü yani yarın öğleden sonra saat üçte düştüğü yerde Hrant için bir araya geleceğiz.
Düştüğü yerde. Agos’un önündeki kaldırımın üzerinde.
Federico Garcia Lorca’nın Ignacio Sanchez Mejias için ağıtını bilir miydi acaba Hrant? “Akşamüstü saat beşte/Saat beşti akşamüstü..” diye başlayıp giden...
‘Güneşler gibi yandı yaralar akşamüstü saat beşte/Kırarken camları kalabalık akşamüstü saat beşte/Akşamüstü saat beşte/Ah, o korkunç beşte akşamüstü!/Beşi gösteriyordu bütün saatler!/Akşamın gölgelerinde saat beşti!” diye biten o müthiş ağıtı biliyor muydu acaba Hrant?
Bizler biliyoruz; 2007 yılından bu yana her 19 Ocak’larda, “Öğleden sonra saat üçte /Ah, o korkunç üçte öğleden sonra...” demesini. Her 19 Ocak’ta Agos’un önünde öğleden sonra saat üçte bir araya gelmekten, hiç vazgeçmedik.
Adalet yerine gelmedikçe, adalet arayışı sürdükçe de, öyle olacak.
Bu yıl da 19 Ocak’ta, Agos’un önünde, kaldırımın üzerinde, saat üçte bir araya gelinecek.
Üstelik bu yılın önceki yıllardan bir de farkı var. Bu yıl, 2015. 1915’in 100. yıldönümü. Zaten “Hrant Dostları”, 19 Ocak ilânlarını Hrant’ın o hemen her insanın zihnine nakşolan fotoğrafının altına “Hrant Dink – (1954-1915)” şeklinde bir duyuruyla vermişler.
Bu yıl, daha önceki yıllardan farklı olduğu için, Hrant’ın gazetesi Agos, bu 19 Ocak öncesindeki son sayısında “Sekiz değil yüz yıl oldu” manşeti ile yayımlandı. Ve şunu yazdı:
“Hrant Dink’in, gazetesi önünde arkasından kurşunlanarak öldürülmesi üzerinden tam sekiz yıl geçti. 2007’den 2015’e, adalet beklentisi ve talebiyle geçen sekiz yıl. Ama sadece bu kadar değil; 1915’ten bugüne, aynı beklenti ve taleple geçen bir yüz yıl daha var geride. Kuru rakamlar değil bunlar; rakamların ardında yaşam ve ölüm var; yitişler ve dirilişler var; fikir var, mücadele var, acı ve umut var...
Bundan sekiz yıl önce, yukarıda, Türkiye-Ermenistan sınırındaki Ani harabelerinde gülümseyen fotoğrafını gördüğünüz adamı aramızdan aldılar. İnandıkları ve değiştirmek istedikleri vardı. Omuzlarında dünün yükü, darağacında bu toprakların hikâyeleri, dilinde asırların imbiğinden süzüp kendinin kıldığı yeni bir lûgat vardı. Kökünü geçmişe derin salmış, Fırat’ın suyuyla beslediği dallarını geleceğin umutlu bilinmezliğine uzatmış bir fidandı.
Ermeni’ydi. Türkiye’liydi. Türlü dertlerin dertlisiydi ama o harabelerde dahi umutla baktığı gibi bakıyordu dertlerine. Anadolu ile Kafkasya’yı birbirine bağlayan virane İpek Yolu köprülerinin gün gelip yeniden kurulacağına inancıyla gülümsüyordu objektiflere.
1915’te yaşanan büyük felaketin, yaşadığımız ülkenin insansızlaştırılması, medeniyetsizleştirilmesi anlamına geldiği bilinciyle, geçmişten nefret değil, ortak bir geleceğe, bir arada yaşama dair mücadele azmi devşiriyordu. İnkârı ikrarla değil, idrakla aşabiliriz diyor; bizleri sadece demokrasinin, sadece yurttaşlığın bir arada tutacağına inançla, kendisi için istediği her ne ise onu herkes için istiyordu.
19 Ocak 2015, Hrant Dink’in sekizinci ölüm yıldönümü. Bizler için aynı zamanda, İstanbul’da Ermeni aydınlarının sonu ölümle biten yolculuğa çıkarıldığı 25 Nisan 1915’in yüzüncü yıldönümünün de başlangıcı. 1915, Anadolu Ermenilerinin, bazı bölgelerde Süryani-Asuri-Keldani komşularıyla birlikte yok edildiği tarih oldu.
Charlie Hebdo katliamı kabusuyla gözümüzü açtığımız 2015 ise, Türkiye’de ve Avrupa’da, Ortadoğu ve Kafkasya’da, tüm dünyada, komşularımızla birlikte yaşamak için adımlar attığımız; bunun için de kalemden ve fikirden başka hiçbir silaha gerek duymadığımız bir geleceğin başlangıcı olsun.”
Bu toprakların insanı olup da, yürek taşıyan, gönlü olan, vicdan sahibi kim bu dileklere katılmaz ki?
Hrant, bu toprağın insanıydı. Mangal yürekli, ince gönüllü, vicdan ne ise, onun mücessem haliydi.
Ama... o 19 Ocak günü, Agos’un önünde; kaldırımın üzerinde öğleden sonra saat üçte...
Güneşler gibi yandı yaralar o gün öğleden sonra saat üçte. Üçü göstermişti bütün saatler.
19 Ocak’ta...
“Ah, o korkunç üçte öğleden sonra..."
Paylaş