Leyla Zana boşa mı çıktı?

“Elbette ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümeti Kürt sorununu çözebilir. Elbette ki bu devletin ve hükümetin başındaki Erdoğan Kürt sorununu isterse çözebilir; ancak çözmesi için önce bir karar vermesi gerekiyor.”

Haberin Devamı

Bu sözler Leyla Zana’ya ait değil. Murat Karayılan’ın yaptığı son açıklamada kullandığı sözler.
Leyla Zana’nın, kamuoyuna büyük heyecan yaratan ve çözüm sürecine girilmesi konusunda iyimser doğuran sözleri şöyleydi:
“Bu işi isterse en güçlü çözer. O güçlü kimdir? Şu andaki hükümettir, o hükümetin başı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Tarihin en güçlü hükümetinin başındaki isim isterse, o iradeyi gösterir, buna gücü yeter ve sorunu da çözer. Şimdi hepimizin yapması gereken, hepimizin Başbakan’ın sorunu çözmesinde yanında olduğumuzu ona hissettirmemiz, onu teşvik etmemizdir.”
Karayılan’ın sözcükleriyle Leyla Zana’nınkileri yanyana koyduğunuzda büyük bir benzerlik görünmüyor mu?
Leyla Zana’nın farkı, sözlerinin Başbakan’ın “yanında olduğumuzu ona göstermek” ve “onu teşvik etmemizdir” bölümü. “Dağdakiler”, Zana’nın tersine bir dil ve çizgi benimsemiş durumdalar ve Başbakan’ı ve Ak Parti iktidarını bu konuda “umutsuz” olarak ilan ediyorlar.
Aradaki bir temel fark da, Leyla Zana’nın bu sözlerinin ardından, Başbakan Tayyip Erdoğan ile görüşebilmiş olması, “Dağdakiler”in ise “görüşme süreci” yerine Duran Kalkan’ın geçen hafta yaptığı açıklamada söylediği gibi “devrimci halk savaşı”na yani “siyasi çözüm” yerine “askeri çözüm”e vurgu yapması.
PKK’nın en tepesindeki isimlerin “devrimci halk savaşı” üzerinden “askeri çözüm”de ısrarlı gözükmelerinden, Ak Parti iktidarının “siyasiçözüm” için elinden geleni yaptığı ama PKK’nın “şiddetten vazgeçmeye niyeti olmadığı” için, PKK ve BDP’nin artık “denklem dışı” bırakılması gerektiği sonucunu çıkarabilir miyiz?
Soruyu “çıkarmalı mıyız” diye sormak daha isabetli olacak. Zira, PKK’nın tepesindeki isimler, Ak Parti iktidarının “askeri çözüm” istediğini, attıkları bütün adımların bu amaçla ilgili olduğunu ileri sürüyorlar.
Bu mantık, “O öyle istediği için, biz de böyle yapıyoruz; yoksa biz de ‘siyasi çözüm’den yanayız” demeye getiriyor. Bu, en azından Duran Kalkan’ın izlediği hat için değilse bile, Murat Karayılan için geçerli sayılabilir.
Çünkü, Murat Karayılan, “Leyla Zana girişimi”ni kınayan ve dışlayan bir dil kullanmamaya özen gösterir ve hatta Leyla Zana’yı “sakınan” bir görüntü verirken şöyle, iktidarın PKK’yı tasfiye politikasına yöneldiğini ifade ederken şöyle diyor:
“... PKK’yı güçsüz kılıp, kendi çözümünü gerçekleştirmeyi esas alıyor. AKP devletinin net gözüken bu politikası yüzünden kimsenin umuda kapılmaması gerekiyor... Dikkat edelim, Leyla Zana ile görüşmesinden birkaç saat sonra Kayseri’de yaptığı konuşması tamamen bu amacına denk düşen bir konuşmadır. Zaten esas cevabı da bu konuşmada verdi. Ne dedi? Bizi terörist olarak gösterip, ‘hem teröre hem de ona arka çıkanlara, onu maşa olarak kullananlara ve onlara göz yumanlara asla geri adım atmadan mücadele edeceğiz’ dedi...
Bu bir cevaptır aslında ve anlayan için bu cevap yeterlidir. Diyelim ki, Leyla Zana ile yapılan görüşmeden sonra daha yapıcı olsaydı, örneğin ‘bu sorunu diyalog ile çözmek istiyoruz, kimseyi düşman görmez istemiyoruz’ gibisinden bir yaklaşım olsaydı; insan ‘bu görüşmenin demek ki bir etkisi var’ diyebilirdi. Ama hemen birkaç saat sonra en sert uslupla... yürüttüğü savaşı bir kez daha ilan etti.  Bu açıdan herkes düşünmelidir...”
Bu sözlerden nasıl bir çıkarmasa yapılmalı?
Denebilir ki, Murat Karayılan, Leyla Zana girişiminden -açıkça ifade etmese, hatta tam tersi yönde sözler sarfetmiş olsa da- bazı beklentiler duymuştur. Ancak bu beklentilerinin yerine gelmediğine hükmetmiştir.
Böyle bir okuma, Leyla Zana’nın girişimini “anlamsız” kılmaz, tersine aynı doğrultuda inat ve ısrar edilmesinin uygun olacağını ifade eder. Kılıçlar kuşanılmış, parmaklar tetikteyken, ağızdan çıkan sözcükler de, -karşılıklı olarak- gayet sert olabilir. “Diyalog”da direnildiği ve “siyasi çözüm” için süreç zorlandıkça, dil de değişir, bugünlerde ekranlardan işittiğimiz tahliller ve kullanılan sözcükler de değişir.
Bir şeyden kesinlikle kaçınılmalıdır: Kürtleri bölmeye çalışmaktan, “Kötü Kürt-İyi Kürt” ayrımı yapmaktan. BDP’yi PKK’nın karşısına dikmeye çalışmanın bir yararı yok. BDP’nin iradesini Kandil’e tabi kıldığını, siyasi inisyatif alamadığını tekrarlamanın varabileceği bir yer yok. Sinn Fein-IRA örneğini gündeme getirip, BDP’nin Sinn Fein olamadığının altını çizmek anlamsız.
Bu örneği verenlerin, Kuzey İrlanda tecrübesini iyi incelemediği belli. Sinn Fein’in IRA üzerinde nüfuzu vardı, çünkü Sinn Fein’in tüm liderleri eski IRA komutanlarıydı. Sinn Fein’liler, IRA’lı idi. “Ovaya inen dağdakiler” idiler. BDP’liler hiçbir zaman PKK’lı olmadılar. PKK yandaşı oldukları söylenebilir ama PKK’lı değildirler ve değiller. Onlar, “dağa çıkmayıp ovada kalanlar”. Dolayısıyla, Sinn Fein’in inisyatif yeteneğini, BDP’den PKK’ya ilişkin olarak beklemenin hiçbir gerçekliği bulunmuyor.
Aynı şekilde, Leyla Zana BDP-PKK siyasi hattından ayırarak, ona muamele etmenin ne ona, ne de “süreç”e, hiçbir faydası yok. Leyla Zana’yı “siyasi konumu”ndan ayırıp, “sıradan” bir “birey” haline dönüştürürseniz, BDP ve PKK’ya karşı bir propaganda kozu oluşturmuş olabilirsiniz ama çözüm doğrultusunda yol alamadığınız gibi onu da “harcamış” olursunuz.
Üstelik sanıldığı gibi Leyla Zana ile BDP arasında bir “küslük” de söz konusu değil. Birbirleriyle görüşmedikleri de doğru değil. Leyla Zana ile Selahattin Demirtaş günler önce görüştüler. Bu görüşmeyi sadece kamuoyu önünde yapmadılar.
Önce şunu kabul etmek gerekiyor: Türkiye’nin iktidara yakın kalemleri ve “kanaat önderleri”, Kürt siyasi hareketinin yapısını iyi tanımıyorlar. Güvenlik birimlerinden aldıkları bilgilerle, “psikolojik savaş”ta, ister istemez, rol üstleniyorlar. Yola böyle çıkılırsa, çözüme doğru yol almak kolay olmaz.
Geçen yıl kamuoyuna sunulan “Dağdan İniş-PKK Nasıl Silah Bırakır? Kürt Sorunu’nun Şiddetten Arındırılması” başlıklı TESEV Raporu’nun şu satırları bugün de geçerlidir:
“Abdullah Öcalan ile PKK’nın ‘şahin kanadı’ içinde sıralanan isimler arasında ideolojik arka plan ve temel siyasi yaklaşımlar bakımından fark bulunmamaktadır... Dolayısıyla, ‘dağdan iniş’ ve ‘PKK’nın silah bırakması’ doğrultusundaki çözüm girişimlerinde Abdullah Öcalan ile ‘PKK’nın şahinleri” arasında farklılıkları öne almanın isabetli olmadığı da anlaşılmalıdır. Böyle bir ayrımın yapılması ve buna göre hareket edilmesi... örgütün ‘tasfiyesi’ girişimleriyle eş anlamlı algılanmakta ve bu, örgütün bir ve bütün olduğunu kanıtlamak ve bunu sağlama almak için, silahlı çatışmaları tırmandırmasına yol açmaktadır.”
Bugün yapılması gereken, tam ters yönde, “siyasi çözüm” kapılarını açmak için uğraşmaktadır. Son günlerin gelişmeleri, açıklamaların satır araları dikkatli okunduğu takdirde, bu konuda, zayıf da olsa, ipuçları veriyor. Umutsuzluğa yer yok. “Okuma”yı doğru yapalım, yeter.

 

Yazarın Tüm Yazıları