Paylaş
AKP niçin oy isteyecek?
İlk bakışta gayet saçma bir soru gibi gözüküyor. Cevabı belli değil mi? Tabii ki, iktidar için.
Elbette ki öyle ama 7 Haziran 2015 seçiminin daha önceki seçimlerden ciddi bir farkı var. Bu kez, partiyi bunca yıldır tüm seçimlerde başarıdan başarıya taşımış lideri Tayyip Erdoğan, kendi anlayışınca “başkanlık sistemi”ne geçmeye elverecek bir anayasa yapımı için AKP’nin ezici bir seçim zaferi kazanmasını istiyor.
O nedenle, söz konusu soru, sanıldığı kadar anlamsız değil. Gerek AKP –başta şimdilik “konu mankeni”ni andıran genel başkanı Ahmet Davutoğlu, tüm partililer ve seçmenleri, şu soruyu sormalılar: “Partimizin iktidarını devam ettirmek için mi, yoksa Tayyip Erdoğan için mi oy isteyeceğiz?”
Hangisi için?
İkisi aynı şey değil mi? AKP ve Tayyip Erdoğan, etle tırnak gibi birbirlerinden ayrılamaz değiller mi?
Her ikisi aynı şey ise, birbirlerinden etle tırnak gibi ayrılamaz haldeyseler, o takdirde AKP için bir yeni “kimlik” tanımı gerekecek. AKP, artık kuruluşundan yakın zamana kadarki özelliklerinden ayrılmış ve sadece bir “Tayyip Erdoğan enstrümanı” haline gelmiş demektir. “Tayyip Erdoğan’ın enstrümanı olmaktan başka bir şey değildir” demektir.
Böyle ise, Türkiye’nin “Tek Lider-Tek Parti” rejimine doğru ilerlediğini söyleyenler doğrulanmış olacaktır. “Tek lider ve ona bağlı olmaktan ve onun yönetimine aracılık etmekten gayrı bir misyonu olmayan partisi”nin yönetiminde bir ülke.
“Tek Bayrak, Tek Millet, Tek Devlet” haykırışları, Hitler’in “Ein Volk, Ein Reich”ından mülhem olduğu için, çoğulculuğa karşıt, homojenliği arayan, özendiren çağrışımlar yaptığı için rahatsızlık verici idi. Bu “Tek”lik tutkusu ve eğilimi, giderek, “Tek Adam” ve “Tek Parti” yönetimine kayışı da ifade etmeye başladı.
Steven Cook, “İmparator Erdoğan” başlıklı ve “Niçin artan ölçüde otoriter Türkiye bölge için bir tehlike arzediyor?” sorusunu sorduğu yazıda, “Birçok yönden, Erdoğan’ın yönetim tarzı yakın geçmişte –en aşırı biçimini Max Weber’in sultanizm diye adlandırdığı, sosyal bilimcilerin patrimonializm diye ifade ettiği- devrilmiş Arap diktatörlerin yönetim tarzından farklı değildir. Bu, ne bireylerin, ne de asker ya da yargı gibi devlet kurumlarının ‘yönetici’nin yetkilerini denetleyemediği ve sistemin desteğinin genellikle dar, çok kez aile, etnik grup ya da bir bölgeye dayandığı bir siyasi ortamı ifade eder” saptamasında bulunuyor.
Bizlerin içeriden gördüğü ve ülkemiz için uyarıda bulunduğu “tehlikeli gidişat”, dışarıdan bölge (Ortadoğu) için arzettiği tehlike açısından görülüyor. Böyle bir Türkiye’nin bölgesi ve yakın dış çevresi için “örnek” olması mümkün değildir.
Örnek, ancak “Müslüman kimlikli ama laik-demokratik bir ülke” olarak mümkün olabilirdi. Otoriter, Tek Adam-Tek Parti yapılı bir ülkenin, “demokratik-laik” karakterine gölge düşürüldüğü anda, içerde “baskıcı”, dışarıda, en yakın çevresinde liderlik arzusunda, ama “maceraperest” ve giderek “yalnızlığa sürüklenecek” bir ülke olması kaçınılmazdır.
Bu noktada, tekrar, “AKP’nin kimliği” konusuna dönelim. Böylesine kaçınılmaz bir rolü üstlenecek bir AKP’nin “kuruluş dönemi misyonu” da sona ermiş demektir. AKP, “Tek Adam”ın “iktidar aygıtı”na dönüşmekten başka bir “misyon” taşıyamayacak ise, Türkiye’nin adeta “daimi iktidar aygıtı”na dönüşecekse, bu, kuruluş amacını toptan terketmiş, başka bir şey haline gelmiş olan “yeni AKP”nin ortaya çıkışı olacaktır. Tayyip Erdoğan’ın “Yeni Türkiye’si”nin, “yeni AKP’si” olacaktır. Tümüyle Tayyip Erdoğan’a ait bir AKP olacaktır. Bilinen AKP’nin sonu olacaktır.
7 Haziran 2015 seçiminden sonra, CHP’de Kemal Kılıçdaroğlu’nun, MHP’de Devlet Bahçeli’nin genel başkan olarak devamının mümkün olamayacağını öne sürenler var. Farklı görüntülerle de olsa, benzeri türden bir “son”, AKP için de söz konusudur.
AKP’nin “yeni kimlik”le iktidarda devamı, çoğulcu-demokratik rejimin partisi olmaktan çıkarak, “Tek Adam”ın “iktidar aygıtı” olarak devamıyla mümkündür.
Dolayısıyla, AKP’lilerin, en başta şu sıralarda “konu mankeni”ni andıran genel başkanlarının, kadrolarının ve çekirdek seçmenlerinin, “Biz kimiz? Niçin varız? Tayyip Erdoğan’ın amaçlarını yerine getirmesi için mi?” sorularını peşpeşe sormaları gerekiyor.
2002’de ilk kez seçimleri kazanan AKP, kendisini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlamıştı. Bu tanımın isabeti konusunda kuşkuluydum. Ama, nereden baksanız, Türkiye’nin AB yolunu açmak için bayrağı eline alan, AB ile uyum yasaları çıkarttığı oranda ortaya koyduğu “reformcu” bir performans ile Türkiye’nin demokratikleşmesi yolunda yürüyen, bu dönem boyunca bir yandan “darbe özlemcileri”ne, “ulusalcılar”a ve “vesayet rejimi”ne karşı mücadele eden bir AKP vardı. AKP’nin Ak Parti olduğu dönemdi.
Söz konusu dönem, dış dünyaya “İslam ile demokrasinin uyuşmasının mümkün olabileceğinin canlı kanıtı” gibi gözüken bir Ak Parti iktidarının, dış dünyada “Sessiz Devrim” diye selamlandığı, AKP’nin kendisinin ise Batı Hristiyan Demokratlarının, İslam dünyasındaki versiyonu gibi algılandığı –ki, bence bu da isabetli bir teşhis değildi- “altın çağ”a denk geliyordu.
2010’dan itibaren ve daha da önemlisi 2011’den bu yana az önce sıralanan özellikleri değişiklik geçiren, adeta “mutasyon”a uğrayan bir AKP izlemeye başladık. “Muhafazakar demokrat” kimlikli olduğunu iddia eden partinin yerini, mezhepçi bir “Müslüman Kardeşler” türevi almaya başladı. Giderek, “Müslüman Kardeşler’in Türkiye şubesi”ni görür olduk.
Bu görüntü, özellikle 2013 yazında Gezi’den sonra daha belirgin hale gelmeye başladı ve dahası İslam coğrafyası için de “liderlik misyonu”na inanan ve herkesi buna inandırmak isteyen –Balkon konuşmalarında Saraybosna’dan Şam’a, Kudüs’ten Kahire’ye seslenme alışkanlıklarını hatırlayın- “Tek Adam”ın “otoriter yönetimi”ne kayış görüldü.
17-25 Aralık, AKP’nin bir başka özelliğini daha ortaya çıkarttı: Partinin ismindeki “Ak”ın, eşine rastlanmadık ölçüdeki talan ve yolsuzluk ile gölgelenmesini. O süreç, içerdiği “iktidar tehdidi”yle “otoriterleşme”ye gidişi daha da tetikledi. TBMM’deki oylamada, “yolsuzluk soruşturması”nın AKP oylarıyla bastırılması, “AKP kimliği”nin gerçekte ne olduğuna dair yeni bir tartışma boyutu getirdi.
AKP, Müslüman Kardeşler’in Türkiye’deki “kardeş örgütü” olarak mı ele alınmalı; yoksa, “iktidar rantı yemek için biraraya gelenlerin çıkar birliği” mi? Hangisi? İkisinin kırması ya da melezi mi? Ne?
İkincisi daha da ağır basıyorsa –ki, öyle görünüyor- AKP’nin “misyonu” bitmiş demektir. Tayyip Erdoğan’a sarılmaktan, “Tek Adam”ın “iktidar aygıtı” olmaktan gayrı bir amacı kalmamış demektir. “Yeni anayasa” ya da “Yeni Türkiye” gibi, 7 Haziran 2015 seçimlerine anlam kazandırmaya çalışan, AKP için “yeni misyon tanımı” tayin eden Tayyip Erdoğan’dan başka kimse yok.
Türkiye’nin “misyonu” bu olamaz ama.
AKP’nin “mutlak iktidarı”nın önlenmesi, önümüzdeki seçimlerde, Türkiye’deki herkesin “misyonu” olmalıdır.
Paylaş