Paylaş
Tezcür, yazının dayandığı “Radikal Türkler – Niçin Türkiye Vatandaşları IŞİD’e Katılıyorlar” başlığı ile Foreign Affairs dergisinin son sayısında yayımlanan yazının sahiplerinden. Sabri Çiftçi adlı bir diğer Türk akademisyen ile birlikte yaptıkları Türkiye’deki saha araştırmasının değerlendirmesi olan yazıdan yola çıkarak, bana ek bilgiler verdi.
Önce onları aktarayım.
Tezcür ve Çiftçi, “Suriye’de cihada giden” yani IŞİD’e katılmış olan ve sayıları “1000’in oldukça üzerinde” olan kişilerin 112’sinin bilgilerine ulaşmışlar. Bu 112 kişinin 31’i evli ve genelde çocuk sahibi. 37’si bekâr. Geri kalanların medeni durumuyla ilgili bilgiye ulaşılamamış. 112 kişinin 51’i Kürt, 34’ü Türk ya da başka bir etnik kökene sahip. 27’sinin etnik kökeniyle ilgili bilgi edinilmemiş.
Bunların, “nereli olduklarına bakıldığında” iki il Adıyaman (12) ve Diyarbakır (11) rakamı ile diğerlerinin önünde görünüyorlar.
Güneş M. Tezcür, IŞİD’e katılımın yanısıra Suriye’ye YPG-YPJ saflarında katılmaya giden Kürtlerin kaydı üzerinde de çalışma yürütüyormuş. Bunların arasında 170 kişinin kaydına ulaşmış. Kaydına ulaştığı 170 kişiden 120’si, çoğunluğu son iki ay içinde Kobani’de olmak üzere, hayatını IŞİD’e karşı savaşırken kaybetmiş.
YPG-YPJ saflarında çatışmaya gidenler, IŞİD ya da diğer İslamcı örgütlere katılmak üzere, kendi deyimleriyle “cihada gidenler”e oranla daha genç olup ve genelde bekârlar. IŞİD’e ortalama katılma yaşının 27 olduğuna dünkü yazımızda yer vermiştik.
YPG-YPJ saflarına katılanlar arasında, haliyle, çok sayıda genç Kürt kadını da yer alıyor. Katılım rakamlarıyla öne çıkan iller sırasıya Diyarbakır (33), Mardin (16), Urfa (15), Şırnak (14), Siirt (14), Hakkari (13) ve Muş (12). Adıyaman ve Bingöl’den YPG-YPJ saflarına katılan çok azmış. Güneş Tezcür’ün buna ilişkin değerlendirmesi şöyle: “Bu da, bu iki ilde İslami cemaatlerin etkinliğini ve Kürt hareketinin nispeten daha cılız olmasıyla da açıklanabilir.”
IŞİD’e katılımda, Türkiye’nin doğusu ve güneydoğusu yüzde 50 dolaylarında bir oran göstermekle birlikte, ülkenin her bölgesinden katılım söz konusu. Konya’da 9 kişi saptanmış ama bunların bir bölümü Cihanbeyli-Kulu hattından; yani Orta Anadolu Kürtlerinden. 112 kişiden 14’ünün nereden geldikleri saptanamazken, geri kalanların Yalova, Kayseri, Bursa, Giresun gibi, yaygın ve dolayısıyla temsili anlam taşıyan bir coğrafi alandan geldikleri (ya da gidip IŞİD’e katıldıkları) bulgusuna erişilmiş.
Saha çalışmasını yürütmüş ve “Radikal Türkler – Niçin Türkiye Vatandaşları IŞİD’e Katılıyorlar” yazısını kaleme almış olanlar, bu rakamlardan yola çıkıp “çok net genellemeler yapılamayacağını” akademik özenle belirtmeyi ihmal etmiyorlar. Bununla birlikte, Güneş M. Tezcür’ün bana ilettiği notta şu çok dikkate değer hususun altı çiziliyor:
“... Ama bu çalışma cihada gidenlerin nitelikleriyle ilgili bazı temel bulguları da ortaya koyuyor. Çoğu zaman sanılanın aksine, cihada gidenler sadece fakir ve topluma entegre olamamış sorunlu kenar mahalle çocukları değil. Aralarında evli-barklı, iş-güç sahibi, toplumsal olarak entegre olmuş çok sayıda da insan var... En ilginç olanlar da bu kişiler, yazıda da bu noktayı vurguluyoruz. Suriye’ye gidip ümmet için savaşmak fikri birçok orta sınıf insan arasında da kabul görüyor. Çeşitli İslami dernek ve kurumlar tarafından da aktif olarak destekleniyor.”
Zaten, Foreign Affairs dergisindeki yazıda, Tezcür ve Çiftçi, elde ettikleri bulgulardan yola çıkarak, “basmakalıp yorumlar”ın dışına çıkan, çok önemli bir değerlendirme sunuyorlar.
Yazının şu bölümleri ve cümleleri yerleşik zihin kalıplarını yerle bir edecek güçte:
“Konvansiyonel yorumlara göre, Türkiye’deki İslam, Selefi İslam’dan çok farklıdır zira Türkiye’deki İslami hareketler, dine kamusal ve siyasal alanda bir yer kazandırmak için, ılımlı ve pragmatik bir söylemi –ve Batıcılık ve laiklikle aktif biçimde uyuşmayı öngörürler... İktidardaki AKP’nin ve Gülen hareketinin yükselişi, dindarlık, çoğulculuk, laiklik ve ılımlılığı biraraya getirebilen yeni bir Müslüman yönetim tarzının pekalâ mümkün olabileceğinin bir örneği olarak gösterilmiştir.
İktidarı süresince, AKP, on yıllık kötü bir ekonomi dönemi ve siyasi istikrarsızlığın ardından etkileyici ekonomik gelişme oranları sağlamıştır. Kendilerini daha önce ikinci-sınıf vatandaşlar olarak hisseden dindar Müslümanlar, onları tepeye oturtan AKP iktidarını kucaklamıştır. Uzun bir süre için ve özellikle 2011 yılındaki Arap ayaklanmalarından sonra, “Türk modeli” birçok Ortadoğu rejimini sarmalamış olan otoriter yönetim ve liberal olmayan İslamcı popülizmin kısır döngüsünden bir çıkış yolu olarak görünmüştür.
Ne var ki, AKP iktidarı hesaplanmamış bazı sonuçları (unintended consequences) beraberinde getirmiştir. Bunlardan biri, AKP’nin tabandaki destekçilerini memnun etmek ve daha dindar bir toplum geliştirmek amacıyla İslamcı kuruluşların gelişmesine destek vermesinden ötürü, genel olarak, sivil aktivizm alanını çok genişletmiş olmasıdır. Ve bu tür aktivizmin artışı, AKP’ye bir meydan okuma oluşturmadıkları ölçüde, o tür kuruluşların hoşgörüsüz ve özel gündemlerini serbestçe izleyebilmeleri sayesinde, radikalleşmeyi kolaylaştırmıştır. (Söz konusu) Süreç Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidarı artan biçimde tek elde toplamasıyla hızlanmıştır. Basın özgürlüğü sürekli olarak kısıtlanmış, yargı bağımsızlığı çiğnenmiş ve güvenlik güçleri göstericilere karşı orantısız güç kullanmışlardır. Demokratik işlevsellik için merkezi önem taşıyan kurumlar erozyona uğrarken, İslamcı eylemcilik pek az engelle karşılaşarak, gelişmesini devam ettirmiştir.
Gerek kurumsal (kayıtlı kuruluşlar) ve gerekse enformel (tartışma grupları, sokak toplantıları, kahve grupları, cami grupları) tipteki İslamcı eylemcilik yaygınlaşmıştır. Türkiye’deki saha çalışmamızda, cihadçı unsurların AKP’nin sağladığı özgür sivil alandan yararlanarak tartışma grupları oluşturduklarını, kitapçı dükkanlarını toplumsal merkezlere dönüştürdüklerini ve camilerde adam toplama işi yaptıklarını tespit ettik...”
Benim nazarımda, Tezcür ve Çiftçi imzalı Foreign Affairs yazısının en üzerinde durulması gereken değerlendirmesi devam bölümünde:
“Bütün bunların sonucunda, gelişen bir sivil toplum ve çürüyen siyasi kurumlar, Türkiye’de radikalliğe uygun bir ortam yarattılar. Ve bu, sivil toplum, ılımlılık ve demokrasinin karşılıklı biçimde birbirlerini beslediklerine dair konvansiyonel düşünceye bir meydan okuma oluşturuyor. Sivil toplumun karanlık bir yönü de bulunur ve eğer demokrasinin güçlü denetim mekanizmaları (checks and balances) yoksa, (sivil toplum) demokrasinin altını oyabilir. Böyle bir durum, biat konusunda hükümet ile ad hoc grupların veya yarı-gizli ilişki ağlarının rekabet edilebildiği gayrı resmi alanda, özellikle, geçerlidir.”
Yarın da aynı konuda devam...
Paylaş