Paylaş
Konjonktür gereği değişen politikalar, dış politikada yaşanan genel değişimler ve eğilimler bir kenara, iki başkanın dış politikasını büyük ölçüde bu kadar erken değerlendirmek aslında çok kolay ve sağlıklı değil. Ancak bilhassa bir noktada bu değerlendirmeyi net bir şekilde yapabileceğimiz kanaatindeyim.
Değerlendirmeyi yapmamıza imkan veren bu nokta ABD’nin Ortadoğu’ya genel bakışı. Ortadoğu dediğimizde bilhassa bu günlerde karşımızdaki bir numaralı mesele Suriye ve Suriye ekseninde yaşananlar. İkincisi ise İsrail ile olan ilişkiler. Üçüncüsü Suudi Arabistan ile olan ilişkiler. Dördüncüsü de İran-ABD ilişkilerinin ve nükleer silahların geleceği.
Obama gibi Trump’ın da Ortadoğu’daki önceliği şüphesiz DAEŞ olacak ki bunu kendisi de defalarca kez ifade etti. Trump, Obama’ya göre DAEŞ ile mücadele noktasında daha sert önlemler alacağız dese de yaşadığı iç politika meseleleri ve içeride verdiği bazı vaatleri hayata geçirmekte yaşadığı zorluklar ABD’nin bizzat ABD ordusu tarafından icra edilecek bir Suriye operasyonu gerçekleştirme ihtimalini git gide zayıflatıyor. Öte yandan, Obama döneminde DAEŞ’in bitirilmesi bağlamında Amerikan askerlerinin kati suretle bölgeye yollanmaması ve bu temelde bölgedeki bazı güçler kullanılarak DAEŞ’e karşı mücadelenin yürütülmesi öncelik olarak tutulmaktaydı. Yani Obama ya da Trump’ın gerek konjonktürden gerek uluslararası ikili ilişkilerden kaynaklanan sebeplerden ötürü DAEŞ noktasında çok farklı tutumlar içerisinde olacağını düşünmüyorum.
İkinci mesele İsrail ile olan ilişkiler. Obama, belki son elli yıllık geçmişte ABD başkanları içerisinde İsrail’e en fazla mesafeli olan, hatta İsrail’deki çözüm süreci noktasında İsrail’in yanından ortaya doğru seyreden bir grafikte ilerleyen bir başkandı. Trump’ın Netanyahu ile evvele dayanan dostlukları, ikili ilişkiler ve İsrail’e bakış açısında etkili bir faktör olarak değerlendirilebilir. Buna ek olarak ilk yurtdışı ziyaretini yapacağı ülkelerden birinin İsrail olması, Trump’ın İsrail konusunda Obama’dan çok çok daha İsrail yanlısı bir politika izleyeceği izlemini yaratıyor. Ancak bölgedeki tansiyon noktalarının daha kuzeyde seyretmesi ve İsrail-Filistin meselesinin şu anda Amerikan dış politikasında öncelik olmaması bu noktada çok büyük farklılıklar getireceği düşüncesini bana vermemekte.
Üçüncü önemli diyalog Suudi Arabistan’la olan ilişkiler. Obama döneminde sıcak seyreden askeri alım-satımlar, ticaret ve petrol diyalogları, ABD’deki Suudi yatırımları bölgeyi gayet sıcak bir ABD-Suudi ilişkilerine sevk etmişti. Trump döneminde de gerek Trump’ın Vatikan, İsrail ve Suudi Arabistan’da ilk ziyaretini yapacak olması, bu ilişkilerin sıcaklığını koruyacağına ve büyük ölçüde ilişkilerin yükselen bir ivmede gideceğini göstermektedir.
Kısacası üç temel noktada Trump ve Obama yönetimlerinin çok büyük farklılığının olmadığını, farklılık beklenen İsrail mevzusunda da konjonktürün büyük bir değişime sebep olmayacağını görmek mümkün. Oysaki İran meselesinde durum böyle değil. İran-ABD ilişkileri Barack Obama döneminde Birleşmiş Milletler’in P5+1 insiyatifini kullanmak suretiyle on beş yıllık bir sürece yayılmıştı. Bu süreç İran’ın bloke edilen fonlarının serbest bırakılmasına, öte yandan İran’ın nükleer uranyum zenginleştirme projesinin ertelenmesine ve uzun bir zaman dilimine yayılmasına sebep olmuş, dolayısıyla iki ülke arasındaki bu gergin meselenin uzun vadeli bir süreçle çözülmesi öngörülmüştür. Oysaki Trump yönetimi için işin aslı pek de böyle değil. Donald Trump göreve gelmeden önce söylediği İran yaklaşımını zaman içerisinde daha da ilerletmiş ve İran’la olan ilişkilerde Obama’nın yaptığı antlaşmayı yırtıp atmaktan bahsetmiş, bu antlaşmanın kabul edilemez olduğunu ve sert önlemlerle İran’ın üzerine gidilmesi hususunu yenilemiştir. Dolayısıyla Donald Trump’ın İran noktasındaki net ve farklı bakışı ABD’nin dış politikasında Obama ve Trump dönemleri değerlendirildiğinde Ortadoğu’ya dair en önemli ve belirgin yaklaşım farkıdır.
Trump’ın iç politikada yaşadığı sorunlar, Suriye’deki gelişmeler, ama hepsinden önemlisi İran ile yaşanacak askeri bir gerginliğin hiçbir şekilde Irak ya da Suriye gibi olmayacağı, çok daha büyük ve küresel bir hadiseye dönüşeceği realitesi ABD’nin böyle bir müdahaleyi yapıp yapmaması konusunda önemli soru işaretleri doğurmaktadır.
Asıl soru, bugün ABD bürokrasisinde hala netleşmemiş ve neredeyse Amerikan bakış açısını bürokratik anlamda ortadan ikiye bölmüş olan yaklaşımla ilgili karşımıza çıkıyor. Öncelik DAEŞ mi yoksa İran mı olmalı? Eğer ABD dış politikası, İran’ı öncelikli bir Ortadoğu sorunu olarak değerlendirdiği bir duruma evrilirse o zaman bütün bölge ve dünya açısından yepyeni bir dönem başlar. Dolayısıyla Donald Trump’ın iç sorunları aşıp aşamaması ve Amerikan bürokrasisinin İran ve DAEŞ konusundaki seçimini İran önceliğinden yana kullanmasıyla başlayacak olan süreç, bütün ülkelerin bugün konuştuğumuz dış politikalarını tamamıyla yeniden değerlendirmelerine yol açacak bir dönemin başlangıcı olacaktır.
Paylaş