Burak Küntay

Başkanlık Sistemi ve Dar Bölge Seçim Sistemi

13 Haziran 2016
Geçmiş yazılarımda da değindiğim Kuvvetler ayrılığı ve denge denetim sistemi ile birlikte belki de başkanlık sisteminin en kilit noktalarından biri dar bölge seçim sistemidir.

Düşünün ki, doğru uygulanan bir başkanlık sisteminde meclis ile devlet başkanını, diğer bir deyişle yürütme ile yasamayı birbirinden tamamen ayırdınız. Böyle bir durumda, meclis oluşumu yürütmeden ayrı bir şekilde hayata geçeceği için bu aşamada sağlanabilecek en önemli unsurlardan biri meclisteki temsil kabiliyetinin barajsız bir şekilde had safhaya çıkartılabilmesidir. Bugün TBMM’de dört partiye oy veren seçmen, bu partilere gerçekten fikirlerine en yakın parti olduğu için mi, yoksa fikirlerini yansıtan ve meclise girme ihtimali olan en yakın parti oldukları için mi oy veriyor?

 

Düşünelim ki bugün %10 barajı ortadan kalksın. Bırakın dördü belki on belki yirmi farklı parti hatta bir çok bağımsız aday mecliste yerini almaya başlar. Bu noktada temsil had safhaya çıkmış olmakla beraber, yürütmenin meclis içinden çıktığı parlamenter sistemlerde hükümet kurulması neredeyse imkansız hale gelir. Ancak, başkanlık sistemi gibi yürütmenin tamamen ayrı seçildiği, yasamanın ise yürütmeyi sadece dengeleyip denetlediği bir sistemde, mecliste birbirinden farklı görüşlerin olması hükümet kurmayı engellemeyeceği için herhangi bir sıkıntı oluşturmaz, hatta temsili de arttırır.

 

Bu noktada, hükümet kurma istikrarının olumsuz bir etkisi olarak meclisteki farklı temsillerin olmadığını görmekteyiz. Ancak yine de çok önemli bir istikrar sorunu bu sistemde de devlet yönetiminin karşısına çıkacaktır. Ortaya çıkan bir sürü değişik düşünce ve fikir; yürütmeyi dengeleme ve denetleme noktasında bazen ülkeyi katı tutum ve siyasi kilitlenmeler üzerinden büyük bir kaosa ve istikrarsızlığa sevk edebilir. Kısacası, başkanlık sisteminde bile barajın sıfıra inmesi, herkesin meclise girebilmesi hükümet kurma noktasında zorluk çıkarmamakla beraber kanun yapma ve denetleme noktasında ülkeyi büyük bir kaosa sürükleyebilir. İşte bu noktada, bu sistem başta ABD olmak üzere, bir çok ülkede nasıl çözüme kavuşturulmuştur? Bunun en önemli çözüm noktalarından biri, dar bölge seçim sistemidir.

 

İstanbul’u örnek alalım. Sadece 1. Bölge’de otuzbir milletvekili vardır. Burada oy veren halk bugün kaç tane vekilini ciddi anlamda biliyordur? Oysa ki 1. Bölge’deki otuzbir vekilin daha dar bölgelerde sadece tek aday olarak çıktığı bir sistem düşünün. Bölgeler daraltılmış, her parti ya da bağımsız aday o dar bölgelerden sadece bir aday çıkarabiliyor. Neticede de o bölgeyi temsil eden sadece bir vekil meclise girebiliyor.

 

Yazının Devamını Oku

Gerçeklerden uzak tasarı

6 Haziran 2016
Yıllardır dünyanın farklı ülkelerinde sözde Ermeni tasarısı parlamentolarda gündeme taşınır. Artık bu durum, bir noktadan sonra komik, anlamsız ve saçma bir hal almaya başladı. Neden mi? İçi yalanlarla dolu, tarihi bir dayanağı olmayan, bir milletin geçmişini karalamak ve istikbaline leke sürmek için atılmış iftiralardan ibaret tasarılar tartışılmaya ve kabul görmeye başlandı.

Bu tasarılardan biri geçtiğimiz günlerde Almanya parlamentosundan geçti. Bu tasarının içeriğini hazırlayan ve meclise sunan, bu süreçte baş rolü oynayan Cem Özdemir, 1997-98 yıllarında bu konuyla ilgili müspet görüş beyan ederken, 2001 yılında kesinlikle karşı tavır almış ve 2016 yılında geçen tasarıda ise fikrini bir kez daha değiştirmiş ve tasarıya imzasını atmıştır. Tarihsel olaylar ve bilimsel gerçekliklerden uzak tamamen siyasi görüşleri ve düşünceleri dahilinde bir ülkenin siyasetini eleştirmek için ortaya atılan tasarıya bence çok da anlamı olmayan bir imza atmıştır.

Bir ülkenin iç siyasetini benimsiyorsan ve o ülkedeki iktidarla aran iyi ise tarihi başka okumak, yok kötü ise tarihi bambaşka yorumlamak bir devlet adamının, bir siyasetçinin ya da bir parlamentonun etiğine yakışmaz. İnandığın bir doğruyu gerçekleriyle, bilimsel donelerle, içi dolu bir şekilde gündeme getirir ve savunursun. Ancak bir ülkeye mevcut diyaloglardan ötürü tarihi yalanlarla müdahale etmek siyaseti sorumsuzlaştırır. Böyle bir yaklaşım Türkiye ve Almanya gibi iki önemli dostun ve müttefikin istikbaline ve ilişkilerine zarar vermekten de başka bir amaç güdemez.

İşte bu tasarı bugün Almanya’da yarın başka ülkelerde gündeme gelebilir. Buna benzer birçok aslı astarı olmayan hadiseler Türkiye Cumhuriyeti’ne zarar vermek için dünya gündemine taşınabilir. Bundan önce de taşınmıştır, bundan sonra da taşınmaya devam edecektir. Güzel bir söz vardır; ayinesi iştir insanın, lafa bakılmaz. Elbette tarihi gerçekler ve bu ülkenin şanlı tarihi her zaman için üzerine atılan çamurları tez zamanda üstünden döker ve alnı ak yüzü pak bir şekilde dünyadaki yerini korumaya devam eder. Ancak üzücüdür ki, dünyada seçim kampanyalarına yapılan desteklerden ötürü böyle ithamlarla çamur atan bazı vekiller hala mevcuttur. Öte yandan, oy derdiyle sadece inandıkları ve inanmadıkları değerler çerçevesinde değil, fikri bile olmadıkları mevzularla ilgili başka toplumları itham etmeleri, dünyada radikalleşmeye ve toplumları birbirinden soğutmaya sebebiyet verir.

Yazının Devamını Oku

ABD Başkanlık Sistemi'nde Denge Denetim

26 Mayıs 2016
ABD başkanlık sisteminin olmazsa olmazlarından biri denge denetim sistemidir. Son yazımda denge denetim sistemine dair olmazsa olmazın aslında kuvvetler ayrılığı olduğunu söylemiştim.

Kuvvetler ayrılığının eksik olduğu bir sistemde, kuvvetlerin iç içe geçtiği bir düzen içerisinde farklı erklerin birbirini denetlemesini beklemek ve verimli bir denge denetim sisteminin oluşmasını düşünmek zor olur.

 

Amerika Birleşik Devletleri'nde kanun yapılış süreciyle ilgili bir örnekle bu daha iyi anlaşılabilir. Bir kanun tasarısı önce Senato'dan, daha sonra Temsilciler Meclisi'nden birbirine neredeyse denk çıkmak zorundadır. Bu koşulla çıkan bir kanun tasarısı, noktasından virgülüne kadar aynı olacak şekilde Amerikan Kongresi'nin iki kanadından da çıktığı takdirde ABD Başkanı’nın onayına gider.

 

Onaylanmak için Başkan’ın gündeminde olan tasarı Başkan tarafından veto edildiği takdirde tekrar Kongre'nin gündemine gelir. Daha önce sadece basit çoğunlukla her iki meclisten de geçmesi kâfi olan yasa, Başkan’ın vetosu ardından her iki taraftan da en az üçte ikilik bir oranla geçme zorunluluğu taşır.

 

Düşünün ki önce iki meclisin de alt komisyonlarında görüşülen, daha sonra bu komisyonlardan muhtemelen değişikliklere uğrayarak geçmiş olan kanun tasarısı, ardından da iki genel kurulda da onaylanmayı bekler. İki genel kuruldan da onay aldığı takdirde bu genel kurullardan geçen tasarıda bire bir denklik aranır. Genel kurullardan geçen tasarılar birebir aynı değilse genel kurullar arasında bulunan ortak uzlaşma komisyonuna döner ve meşakkatli süreçler sonunda tekrar genel kurullara getirilir.

 

Yazının Devamını Oku

Başkanlık sistemi ve Kuvvetler Ayrılığı

18 Mayıs 2016
Geçtiğimiz haftaki yazımda başkanlık sistemini ve Türkiye’de uygulanabilirliğini farklı unsurlarıyla ele alacağımı belirtmiştim.

Başkanlık sistemini mühim kılan ve Amerika Birleşik Devletleri’nde verimli bir şekilde yürümesini sağlayan en önemli özelliklerinden biri kuvvetler ayrılığı prensibidir. Bir devlet sisteminde üç temel erk olan yasama, yürütme ve yargının birbirinden tamamıyla ayrı olması ve bu erklerin doğru işleyebilmesi için kuvvetler ayrılığı ilkesi büyük önem taşımaktadır. Başkanlık sisteminin diğer bir önemli unsuru olan denge denetim sisteminin rahat işletilebilmesi için kuvvetler ayrılığı ilkesi çok önemlidir.

Uzun zamandır parlamenter sistemi ve şuan Türkiye’de uyguladığımız bu mevcut sistemdeki kuvvetler ayrılığı sorununu hep dile getirmeye gayret ettim. Türkiye’de mevcut kullandığımız sistemde kuvvetler ayrılığının birçok noktada yok olduğunu ve kuvvetlerin içiçe geçtiğini, bundan dolayı denge denetimin de verimli olamadığını görmek mümkündür. Bunu Amerikan sisteminden güzel bir örnek ile değerlendirmekte fayda görüyorum.


Şu anki ABD Başkanı Barack Obama, 2008 seçimlerinde Başkan adayı olmadan, yani yürütme erkine talip olmadan önce Amerikan Kongresi’nde Illinois senatörlüğü görevini yürütmekteydi. Obama ile birlikte Başkan Yardımcısı olarak seçimlerde aday olan Joe Biden ise yine Amerikan Kongresi’nde Delaware senatörü olarak görev yapmaktaydı. Obama’nın rakibi olan John McCain ise Arizona senatörü olarak görevine devam etmekteydi. Açık bir tabirle ABD yürütme erkinin en üst noktasına, yani Başkan ve Başkan Yardımcılığına aday olan bu üç ismin hepsi yasama erkinde aktif göreve sahip birer Senatördü.


Yazının Devamını Oku

Sistem Arayışı

12 Mayıs 2016
Uzun zamandır Türkiye’nin gündeminde anayasa reformu var.

Bu reformun ne çapta olacağı, sadece idari ve seçim sistemine dair mi, yoksa A’dan Z’ye devlet yapılanmasını reforme edecek bir değişiklik mi olacağı tartışılıyor. Şüphesiz ki bu tasarının en çok konuşulan noktası uzun süredir Türkiye’ye uygulanması düşünülen başkanlık sistemidir. Birçok şeyde olduğu gibi bu noktada da neyi tartıştığımızdan ziyade kimler üzerinden tartıştığımız, bir şeyin gerekip gerekmediğinden öte külliyen destek veya külliyen muhalefet yapma olgusuyla hareket edildiğinden bu konuda da ciddi anlamda toplumsal bir bilgilendirmeye sahip olamadık.


Birçok kimsenin dilinden düşmeyen; ama ne kadar hâkim olduğumuz konusunda ciddi soru işaretleri olan başkanlık sistemini farklı şekillerde önümüzdeki haftalarda ele almak istiyorum. Bu yazımda değinmek istediğim konu, yeni bir sistem arayışının en önemli noktası olan “Mevcut sistemden memnun muyuz ya da değil miyiz?” sorusu olacak. Uyguladığımız sistem bazı ufak reformlarla kendine gelebilir mi, yoksa köklü değişiklikler mi gerekmektedir?


Önce mevcudu değerlendirerek başlamanın, önümüzdeki yazılarımda masaya yatırmak istediğim başkanlık sistemi, anayasal reform ve Türkiye’deki yeni sistem arayışına ilişkin sorular için daha faydalı olacağını düşünüyorum.

Yazının Devamını Oku

Suriye Mülteci Krizi ve AFAD

5 Mayıs 2016
Mart ayı sonunda BAU International University Washington D.C.’de Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi (AFAD) Başkanı Dr. Fuat Oktay, Suriye mülteci krizinde AFAD’ın oynadığı rol ve bu sürece katkılarından dolayı bir ödül almıştı.

Bu hafta içinde yirminci kuruluş yılını kutlayan Aydın Doğan Vakfı yapmış olduğu değerlendirme sonucu bu seneki Aydın Doğan ödülü AFAD Başkanlığı namına Dr. Fuat Oktay’a Hanzade Doğan Boyner tarafından takdim edildi.


AFAD’ın başarılarını sadece Suriye mülteci krizinde oynadığı rolle sınırlandırmak mümkün değil. Dünyanın birçok yerinde yaşanan birçok afet durumunda, birçok ülkenin kendi ekiplerinden önce duruma müdahale etme başarısını gösteren, çok başarılı bir organizasyon haline geldi AFAD. Yeni bir yapı olmasına karşın işleyişi ve başarısı Türkiye sınırlarının dışına çoktan taşmış durumda.


Bilhassa Suriye meselesinde AFAD’ın ve Türkiye’nin gösterdiği eforu gözardı etmemek lazım. Son yıllarda, bu kapsamda böyle büyük başarılı bir insani çalışmanın yapıldığını görmek çok mümkün değil. Bu, Türkiye’nin büyük bir başarısıdır. Avrupa ülkeleri başta olmak üzere dünyanın farklı yerlerindeki birçok ülkenin Suriye’de yaşanan insanlık dramına karşı alamamış oldukları tavır ve yeteri kadar gösterilmeyen insani yardım Türkiye tarafından sağlanmış bulunmakta.

Yazının Devamını Oku

Girişimcilik üçgeni

3 Mayıs 2016
Geçen hafta, ABD’nin Boston şehrindeki MIT ve Harvard ziyaretlerinden sonra girişimcilik konseptini, ABD’deki işleyişini ve bu işleyişin Türkiye’de tam anlamıyla uygulanabilirliği sorusu beni düşünmeye sevk etti.

Dünya girişimciliğinin iki önemli merkezi Silikon Vadisi ve Boston’ı örnek alalım. İki şehirde de girişimcilik, kendi doğasıyla Stanford Üniversitesi, MIT ve Harvard Üniversiteleri’nin etrafında oluşmaya başlamış. Buradaki öğrencilerin ya da hocaların üretmeye başladıkları fikirler ürüne dönüştürülüp bu ürünler daha da geliştirilmek için yatırımcıyla buluşturulmuş, daha büyük bir noktaya gelen bu ürün ilk etapta devlet daha sonra da özel sektör tarafından rağbet görmüştür. Kısacası fikirle başlayıp uluslararası bir firmaya gidişin temel unsurlarını içeren önemli üçgen kendi doğasıyla oluşmuştur. Girişimci, yatırımcı ve üniversite üçgeni bu vesileyle özenle kurulmuştur.

Buradaki asıl nokta dünyanın son dönemdeki en büyük firmalarının hayata geçmesine vesile olan bu üçgenin Türkiye’de ciddi anlamda uygulanıp uygulanmadığıdır.

Silikon Vadisi ya da Boston’da girişimcilik üçgenine dair kullanılan her sözcüğü Türkiye’de de duymak ve görmek mümkün. Girişimci, kuluçka merkezi, melek yatırımcı, özel sermaye fonu, girişim sermayesi gibi birçok unsurun Türkiye’de de kullanıldığını görüyoruz. Ancak asıl mesele, bu kelimelerin Türkiye’ye intikal etmesi değil; algının ve sistemin tam anlamıyla uygulanabilirliği ve daha da iyi bir tabirle üçgenin uçlarının birleşip birleşememesi meselesidir.

Amerika’da girişimci bir fikri ortaya attığında doğal bir yol haritası oluşuyor. Hayata geçebilecek ve verim alınabilecek bir projenin ışığını bir yıl içerisinde görebilmek çok mümkün. İlk etapta, melek yatırımcı daha sonra da girişim sermayesi bu fikri, ürüne dönüştürmek maksadıyla kurulmuş küçük çaplı firmaların geleceğine, fikrine ve daha da önemlisi hayaline yatırım yapıyor.

Yazının Devamını Oku

Yumuşak güç: girişimcilik

26 Nisan 2016
Boston'da, Harvard, MIT, Boston College ve Brandeis gibi birçok üniversiteyle ve bu üniversitelerle ilişkili birçok kuluçka merkeziyle toplantılar yapma fırsatım oldu bu hafta. 

Daha önce defalarca kez Silikon Vadisi'nde ve Stanford'da şahit olduğum girişimcilik konsepti Boston'da da en az Silikon Vadisi kadar büyük önem taşımakta. Girişimcilik, Türkiye'de belki birçok kez kullandığımız şekliyle, bir iş kurmaktan ibaret değil aslında, Boston ve Silikon Vadisi'nde. Boston ve Silikon Vadisi'nde üniversitelerin etrafında oluşmuş bu ekosistem ve anlayış aslında yatırımcıyla girişimciyi, etik, hukuksal ve finansal olarak ciddi bağlarla bağlamaya kodlanmış mühim bir alt yapıya sahip.

Eskiden ABD'deki üniversitelerden yeni mezun olan gençler bu tarz girişimlere yönlenir ve yatırımcı ararken artık Boston başta olmak üzere bu bölgelerdeki girişimcilik ve yatırımcılık algısı global bir noktaya gelmiş durumda. Böylece dünyanın dört bir yanından gelen girişimci, küçük ya da orta ölçekli firmalar ve yine dünyanın çeşitli yerlerinden gelen oluşumlar bu ekosisteme kolayca katkı yapmakta.  Bu global yapı da ülkeler için önemli bir yumuşak güç unsuru olmaya başlamıştır.  

Artık birçok ülke sistematik olarak, başta ABD ve diğer birçok ülkede sadece para kazanmak için değil; ama o ülkenin finansında, siyasetinde, iş dünyasında ve sosyal hayatında etki sahibi olabilmek için girişimciliği bir yumuşak güç olarak kullanmaya başlamıştır. Yıllardır Silikon Vadisi ya da Boston'a bakarken hep akademik, finansal ve ticari olarak değerlendirmelerimizi yapıyorduk. Girişimci ruha sahip herkesin para kazanabilmesi için ciddi fırsatlar sunan ve girişimciliğin kitabının yazıldığını iddia ettiğimiz bu bölgelerde artık çok daha farklı bir boyuta geçildiğini görmek mümkün.  

Girişimci ruh, özgür ve bağımsız bir ruhtur; hayalperesttir ve sınır tanımaz. Partnerlik yapabilir; ama bireyseldir. Devlet politikalarından bağımsız hareket eden bir zihniyettir. Oysaki artık bilhassa bu bölgelerde başlayan girişimleri incelediğinizde artık devlet projesi olarak yapılan yatırımları ve girişimciyi teşvik eden devlet politikalarını da görmek mümkün. Bu projelerin sadece tek yönlü değil, çift yönlü etkilerinin de ortaya çıkmaya başlamasıyla girişimciliğin farklı bir boyuta, bireysellikten ve ticaretten, sistematik ve politik bir noktaya geçtiğini görmek mümkün oluyor.

Yazının Devamını Oku