Danaoğlu, kalp sağlığı ve sağlıklı beslenme konusu gündeme geldiğinde tereyağı baş düşman, zeytinyağı da iyilik meleği gibi bir algı olduğuna dikkat çekerek, ikisinin de kökenleri farklı birer yağ çeşidi olduğunu kaydetti. Zeytinyağının şöhretinin antioksidan içermesinden, doymuş yağ ve kolesterol olmamasından kaynaklandığını belirterek, şunları söyledi;
KOLESTEROLSÜZ YAŞANMAZ
“Tereyağında kolesterol bulunurken, zeytinyağında bulunmaz. Bu zeytinyağını öne geçiren faktörlerden birisi olmakla birlikte, diyetle alınan kolesterolün kan kolesterolü düzeyinde çok anlamlı olmadığını belirtmeliyim. Kolesterol vücudumuzun yapı taşıdır. Beyin ve sinir sistemi gibi çok hassas organlarımız kolesterole çok ihtiyaç duyar. Kan kolesterol düzeyinin yüksekliği kalp-damar hastalıkları için risk etkeni olmakla beraber, düşük kolesterol düzeyi de depresyon, şizofreni, alzheimer, unutkanlık, bunama ve kanser gibi hastalıklar için risk oluşturmaktadır. Yani kolesterolsüz yaşayamayız” dedi.
KALORİ DEĞERLERİ
Dr. Danaoğlu, 100 gram zeytinyağında 880 kalori mevcut iken bu değerin tereyağında 716 olduğunu ifade ederek, “Bunun sebebi zeytinyağının tamamı yağ iken tereyağının ise 100 gramında 83 gram yağ bulunmasıdır. Yani eşit miktarda yendiğinde tereyağı daha az kilo aldırır. Vücut açlığımızı ayarlarken en çok ihtiyaç duyduğu kaloriye ve midenin doluluğuna odaklanır. Faydalı diye bolca zeytinyağı tüketmek de vücuda fazladan kalori girmesine ve bu da fazla kalorinin yağ olarak saklanmasına yol açar. Yani kilo alırız” açıklamalarını yaptı.
Kadınlarda rahim içini döşeyen ve gebelik oluşmadığı takdirde her ay kanamayla dışarı atılan hücre tabakası olan endometriyum, sağlıklı kadınlarda rahim içi dışında herhangi bir organda bulunmuyor. Endometriozis adı verilen hastalıkta ise bu doku günümüzde halen tam olarak anlaşılamamış nedenlerle rahim dışında da bulunabiliyor. Bu hastalık vücudun çok çeşitli yerlerinde görülmesine karşın en sık izlendiği organlar arasında yumurtalıklar ve tüpler, rahim bağları, idrar torbası ve bağırsak yüzeyleri sayılabilir. Endometriozis dokusu rahim içindeki endometriyum dokusu gibi kadınlık hormonlarına yanıt verir ve vücutta bulunduğu bölgelerde aylık kanamalara neden olur. Bu hastalık özellikle yumurtalıklarda bulunduğunda kanamalara bağlı olarak kistler meydana gelebilir ve uzun dönemde beklemiş kanın koyu kahverengi ve akışkanlığı az olan içerinden ötürü de bu yumurtalık kistlerine çikolata kistleri adı verilir.
AĞRI KİSTİN HABERCİSİ
Konuyla ilgili bilgilerini paylaşan Çınarlı Kadın Doğum Hastanesi Kurucularından, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Güngör Tuncay, endometriozis odaklarının kanaması sonucunda hastalığın en önemli iki klinik belirtisinden biri olan ağrı oluştuğunu aktardı. Tuncay, “Ağrı hastalığın şiddeti ile tam olarak bir ilişki göstermeyebilir. Çok yaygın hastalığı olan kadınlar hafif ağrıdan şikayetçi olabilirken, hafif derece hastalığı olanlarda çok şiddetli ağrılar olabilmektedir. Ağrı daha çok karnın alt bölgeleri olarak adlandırılan pelviste hissedilir. Kasıklara, uyluk ve bel bölgesine yayılabilir. Özellikle adet dönemlerinde çok şiddetli olabilmekle beraber kronik bir seyirde hissedebilir. Yine cinsel ilişki sırasında ağrı hissedilmesi de bu hastalık lehine bir bulgu olarak değerlendirilebilir” dedi.
GEBE KALAMAYANLAR
“Hastalığın bir diğer önemli klinik belirtisi de gebe kalabilme kapasitesinde azalmaya neden olabilmesidir” diyen Tuncay, şiddetli endometriozisi olan kadınlarda yumurtalıklarda bulunan bu kistlerin normal yumurtlama fonksiyonunu ve tüpler arasındaki normal anatomiyi bozduğunu, bunun da kısırlığın nedenleri arasında sayıldığını hatırlattı.
Çok hayati işlevleri olmalarına rağmen az bilgi sahibi olduğumuz bu konuya ilişkin Medical Park Hastanesi Gastroentroloji Kliniği’nden Doç. Dr. Ahmet Yekta Tüzün ile konuştuk. Bize safra ve pankreasın işlevlerinin yanı sıra bunlarla ilgili rahatsızlıklarda vazgeçilmez bir yöntem olan ERCP (Endoskopik Retrograd Kolanjiopankreatografi) hakkında bilgi verdi.
ŞEFFAF SARI RENKLİ
Safranın karaciğer hücreleri tarafından üretilen ve içinde karaciğerden atılan bir takım toksinlerin, yağ ve yağda eriyen vitaminlerin emiliminde yardımcı maddeler içeren şeffaf sarı renkli bir vücut salgısı olduğunu belirten Tüzün, “Bu salgı karaciğer içindeki küçük safra kanallarının birleşerek koledok denilen ana safra kanalı aracılığıyla, mideden hemen sonra oniki parmak bağırsağında papilla denen meme ucuna benzer bir yapıdan bağırsağa akıtılmaktadır. Aynı yapıdan pankreas sıvısı da bir kanal aracılığı ile salgısını akıtmaktadır. Bu bağırsağa akan safra ve pankreas sıvısı ağızdan alınan gıdaların sindirimi ve emiliminde temel görevler üstlenmektedir” dedi.
HANGİ DURUMLARDA YAPILIR?
ERCP işlemini de açıklayan Tüzün, ucunda minik bir videokamera bulunan esnek bir tüp vasıtasıyla karaciğer içi ve dışındaki safra yoları ve pankreas kanalının görüntülemesi işlemine ERCP adı verildiğini belirterek “Bu işlem ile safra yolları ve pankreas hastalıklarının hem teşhisinde hem de tedavisinde önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Karın ağrısı, sarılık ve ateş gibi safra yolları hastalıklarını telkin eden şikayetler varlığında ultrasonografi ve MR gibi görüntüleme yöntemleri ile safra yollarında genişleme, taş, tümör, parazit, dıştan bası veya iyi huylu darlıkların varlığında ERCP den faydalanılmaktadır” diye konuştu.
Gelişmekte olan ülkelerde, yetişkin insanların yaklaşık yüzde 65’i hem obeziteyle, hem de fazla kilonun neden olduğu sağlık sorunlarıyla mücadele etmek zorunda kalıyor. Bu yüzden, birçok farklı diyet yöntemi geliştiriliyor, deneniyor. Bu yöntemlerin bir kısmından fayda görüyoruz, bir kısmı başarısız oluyor, ama sonunda “Yoyo etkisi” yüzünden, verdiğimiz kiloyu ne yazık ki geri alma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyoruz.
Dr. Nazan Cihan, obeziteye karşı “metabolic balance” ve 8 ana kuralı şöyle anlatıyor:
“Obeziteyle mücadele etmek için, insanın özüne dönmesi, kendi metabolizmasına uygun tarzda beslenmesi gerekiyor. Bu yüzden, metabolizmanın ideal şekilde çalışmasını amaçlayan ve bir diyet değil, metabolizma programı olan “metabolic balance” adı son yıllarda çok sık telaffuz edilmeye başlandı. Almanya’da Dr. Wolf Eckhart Funfuck tarafından bulunan ve geliştirilen bu program yaklaşık 30 ülkede, 9 yıla yakın bir süredir de ülkemizde yaygın olarak uygulanıyor.
BESLENME PROGRAMI
Obezite şunlara sebep olarak sağlığımızı tehdit etmektedir; Karaciğer yağlanması, kalça ve dizde artroz, uyku apne sendromu, arterskleroz, erektil disfonksiyon, kalp krizi, tromboz, depresyon. Metabolik balance ile kişinin güncel laboratuvar tahlilleri, (varsa) sağlık sorunları kayda alınarak, bu çerçevede tamamen kişiye özel bir beslenme programı hazırlanıyor. Metabolic balance, sadece kilo kaybetmek için değil, kilo almak ya da metabolizmayı dengelemek için de uygulanabiliyor. Bu sayede kişinin, vücudunun ihtiyaç duyduğu tüm sağlıklı besinleri tüketmesi sağlanıyor ve kilosu hızlı biçimde kontrol altına alınıyor.
GEREKEN BESİNLER
Kan bulgularında belirli minerallerin eksik olduğu tespit edilirse, bu bileşenlerin çokça bulunduğu besinler seçiliyor. Eğer ürik asit gibi başka değerler yükselmişse, düşük miktarda ürik asit içeren besinler tercih ediliyor. Böylece, hastanın sık tükettiği besinler beslenme programında yer almıyor; zira bu besin maddelerinin bileşenlerine yeterli miktarda sahiptirler. Bu yüzden, kişinin programında son zamanlarda az miktarda yediği ya da hiç yemediği besinler bulunur.
DÖRT AŞAMASI VAR
Konu hakkında bilgi aldığımız Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Tıbbi Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Dilek Yeşim Metin, mantar hastalığının toprak (geofilik), hayvan (zoofilik) veya insan (antropofilik) kaynaklı olduğunu belirterek, ilk türün toprakla temasla bulaştığını, hayvan türlerinde ise en sık kedi, köpek ve sığırlardan insanlara bulaşma olduğunu söyledi. İnsan kaynaklı türlerin çevresel konakları olmadığını, hayvanlarda bulunmadığını ifade eden Metin, “Enfeksiyonlar baş saçlı derisi, çıplak deri ve tırnaklarda görülür. Çıplak deri enfeksiyonları sıklıkla ayaklarda, kasıkta ve nadiren de vücudun diğer bölgelerinde gözlenir. İnsandan insana bulaşır” dedi.
AYAK MANTARI HAKKINDA
“Ayaklarda mantar nasıl olur, bulaşıcı mıdır, tedaviyle tamamen kaybolabilir mi, nasıl korunabiliriz?” sorusuna Prof. Dr. Metin şöyle yanıt verdi:
“Ayak mantarlarının en sık görülen etkeni, küf mantarı olan Trichophyton rubrum’dur. Tüm dünyada yaygın olarak görülür. Özellikle askeri birlikler, yatılı okullar gibi çok sayıda kişinin birlikte yaşadığı yerlerde görülür. Genç erişkin ve ergenlik döneminde sık rastlanır. Erkeklerde kadınlara göre daha fazla görülür. Bunun nedeni erkeklerin genelde toplu yerlerde bulunmaları ve yaz aylarında kadınlara göre kapalı ayakkabı giymeleridir. Uzun süre kapalı, sıkı ayakkabı giymek, sentetik çorap kullanmak ve sık terlemek ayak mantarları için hazırlayıcı faktörlerdir. Enfeksiyon çıplak ayakla temas ile ayrıca ortak kullanılan eşyalarla da bulaşır. Kadınlarda bir diğer bulaşma yolu ise manikür pedikür setleridir. Tek veya her iki ayakta da görülebilir. Sık olarak parmak araları ve ayak altlarında gözlenir. Dördüncü ve beşinci parmak araları en sık enfekte olan yerlerdir. Parmak aralarında kaşıntı, kepeklenme, yer yer çatlaklar oluşur. Ayrıca buralar kızarık ve nemli olabilir. Bazen içi su dolu kesecikler şeklinde lezyona da dönüşür. Cilt bakterilerinin de olaya katılması ve sayıca çoğalmaları sonucu ayak kötü kokabilir.”
Erken tanıda tarama yöntemleri büyük önem taşır. Meme kanserinde etkinliği bilimsel olarak kanıtlanmış tek tarama yöntemi ise mamografidir. Bu yöntemle, memede oluşan bir kitle elle hissedilebilecek boyuta gelmeden ve diğer dokulara yayılmadan önce, erken evrede yakalanabilmektedir.
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı’nda görevini sürdüren Prof. Dr Ayşenur Oktay meme kanseri, mamografi ve tedavisiyle ilgili şu bilgileri verdi:
ÖLÜMLERİ AZALTIYOR
Mamografinin taramadaki etkinliğini araştıran uzun süreli çalışmalarda, taramanın meme kanserinden ölümleri en az yüzde 25-30 oranında azalttığı gösterilmiştir. Günümüzde, pek çok Avrupa ülkesi dahil 26 ülkede organize tarama programları uygulanmaktadır. Tarama programını düzenli uygulayan İngiltere, İsveç ve Amerika gibi ülkelerin kanser istatistiklerinde, meme kanserinden ölümlerin 1990’lı yıllardan itibaren düştüğü bir gerçektir. Ülkemizde de meme kanser taramalarının yaygınlaşması için Sağlık Bakanlığı ve diğer ilgili kurumlar çalışmaktadır.
Sonuçta, günümüzde meme kanseri erken tanındığında başarı ile tedavi edilebilen bir hastalıktır. Hastalıktan korkma, geç kalmaktan kork sloganı bu hastalık için çok geçerlidir. Bu nedenle, tüm kadınlarımıza 40 yaşından sonra düzenli meme kontrollerini yaptırmalarını öneriyoruz.”
SIK SORULAN SORULAR
Yaz ayları ve deniz tatili döneminde bedenimizdeki benlerde de artış görüyoruz. Peki ‘ben’ nedir? Tehlikeli midir? Ne yapmamız gerekir? İşte tüm bu soruların cevaplarını Prof. Dr. Atay Atabey yanıtladı.
3 ÇEŞİT DERİ KANSERİ
“Deri kanserleri derideki hücrelerden kaynak alan kanserlerdir. 3 çeşittir; Bazal hücreli, yassı hücreli ve malign melanom. Derinin iki tabakası arasındaki bazal hücrelerden kaynaklanan kanserler, en az korkulan tiptir. Çünkü yıllarca herhangi bir yayılım göstermezler. Cilde rengini veren melanosit isimli hücrelerden kaynaklanan kanserler “Malign melanoma” olarak adlandırılır ve en tehlikeli olan tiptir. Ölüme yol açabilir. Derideki diğer hücrelerden başka kanserler de gelişebilir” diyen Prof. Atabey konu şöyle devam etti;
YAKLAŞIK YARISI
“Deri kanserleri genellikle 40- 45 yaş sonrası, güneş ışığına fazla maruz kalan kişilerde (çiftçi, balıkçı ve denizciler) ve güneşe açık vücut bölgelerinde (yüz ve eller) sıktır. Ayrıca genetik yatkınlığı olanlar ve bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerde ortaya çıkar (Örneğin; organ nakli hastaları). Deri kanserleri, tüm kanserler içinde en çok görülen tiptir. Tüm kanser vakalarının yaklaşık yarısını deri kanserleri oluşturur. En sık tür bazal hücreli kanserdir. Deri kanserleri sıklıkla ölüme neden olmazlar. Fakat malign melanom tanısında geç kalınırsa ve yassı hücreli tip uzun yıllar ihmal edilirse ölüme yol açabilir. Deri kanseri, derinin tabakalarından veya benlerdeki hücrelerden kaynaklanan, hücrelerin aşırı ve kontrolsüz büyümesiyle ortaya çıkan kanserlerdir. Her ben (nevüs) kansere dönüşmez. Ancak bazı özellikteki benlerden zaman içinde malign melanom gelişebilir. Elbette ‘risk yaratan’ benler alınacaktır. Alınmayıp kansere dönüşen benler ölüm nedeni olabilir. Fakat kişi tarafından benlerle oynamak, kanatmak ve koparmak hücrelerde kansere dönüşümü tetikleyebilir.
RİSK FAKTÖRLERİ
* 5-6 mm çaptan büyük olanlar
Ergenlik sivilcesi ‘pilosebase ünite’ adı verilen kıl follikülü ve etrafındaki yağ bezlerinde tıkanıklık ve kronik yangı ile karakterizedir. Gelişim çok çeşitli faktörlerin etkisiyle olur, ancak genetik özellikler en belirleyici rolü oynar. Oluşum sırasında bol yağ yapımı, pacnes adı verilen bir mikrobun çoğalması ve yangı gelişimi sözkonusudur.
Dermatoloji Uzmanı Prof. Dr. Şebnem Özkan, sivilcenin ergenlikle beraber, cinsel karakteristikleri veren hormonların aktifleşmesiyle başlayıp, aktivite sürecinde devam ettiğini, dolayısıyla hayatın belirli bir döneminin ancak en güzel döneminin hastalığı olduğunu söyledi.
SİVİLCEYE NE YAPILMALI
* Öncelikle günde iki kez, akne için formüle edilmiş köpüren temizleyicilerle yüz yıkanmalıdır.
* Cips gibi atıştırmalıklardan, katkılı içeceklerden ve yüksek glisemik indeksle beslenme alışkanlığından vazgeçilmelidir.
* Süt ve süt ürünlerinin aşırı tüketilmesi önerilmez.
* Bilinçli olarak veya düşünürken ya da ders çalışırken dalgınlıkla sivilce lezyonlarının koparılması, sıkıştırılması, boşaltılmaya çalışılması oldukça sakıncalıdır.