Paylaş
Doğrusu canım sıkıldı...
O öğrenci evindeki kırkbeşlik dönmeye başladı kafamın içinde...
Bir an için yazı yazmayı bırakmayı düşündüm.
Bu pis siyasi çekişmelerin ortasında, bu kirli ikiyüzlülüklerin arasında... Biz de, doğuda bir köy duvarının dibinde taş oynayan küçük Kürt kızıyla aynı şeyi paylaşıyorduk aslında:
Bu kirli oyunların kurbanı olmayı...
*
Zülfü Livaneli telefonda, “Seninle aynı duyguları, aynı düşünceleri her zaman paylaştım. AKP’nin karşı çıktığım ve karşı çıkmaya devam edeceğim birçok temel politikası var. Ama iyi bir şey yapılacaksa sırf yapandan dolayı niye engel olalım dedim. Peki asıl bunları yapması gereken CHP niye yapmıyor dedim yazımda. Sen cümlemin tamamını almamışsın. O türküleri söylemeye devam edeceğim. Çünkü laiklikten, Mustafa Kemal aydınlığından, demokrasiden yanayım. Son nefesime kadar da böyle kalacağım” dedi.
Ben de ona, sadece benim değil, tüm Türkiye’nin bunu böyle algıladığını söyledim.
Sabahtan beri gökten yağan okur mesajlarını ona kanıt gösterdim; “Bir tek olsun haksızsın mesajı yok” dedim.
O zaman Livaneli, “Belki ben yeterince anlatamadım” diyerek bana hak verdi.
*
Ben anladım aslında:
Ozan iyimserliği ile yazar alınganlığı çatışmıştı...
Oysa muhatabımız siyasette duygular yoktu...
Ne “eğil salkım söğüt” eğilir... Ne satırların arasına giren küçük kız taş oynar doğuda bir duvarın dibinde...
Pis ortamın pası-kiri, yaklaşan her hoşgörüyü, her iyimserliği böyle kirletiyordu sadece...
Kendini, sevenlerine belki de yeniden anlatmak Zülfü Livaneli’ye düşer...
Ben ise yeniden buldum kırkbeşliği, özenle, elimi sürmeden, dirseğimle tozunu sildim, taktım makineye...
Döndü kırkbeşlik...
Onlara sözümüz var; çocuklarımıza aydınlık bir dünya bırakmak için didinirken, vurulan-yaralanan duygularımıza yandım bu kez...
Paylaş