İnsanı boşuna vali yapmazlar.
Vali ne derse o...
Otur otur...
Kalk kalk...
*
Pisuarlar, çişlerini genelde ayakta yapan erkekler için düşünülmüştür. Zaten ben oturarak çişini yapan erkek hiç görmedim...
Dünyanın her yerinde, özellikle uygar ülkelerde yaygın biçimde kullanılan, hijyenik, modern, medeni bir tasarımdır pisuarlar.
Dinciler pisuarlara da kızarlar...
Ama ben söyleyemiyorum...
Ya da vadilerin önüne asfalt setler çekenleri alkışlayıp, peşinden su taşınca “Bunu kim yaptı?” demenin adını da biliyorum...
Onu da söyleyemem...
*
Çalışkan-üretken-alın terini seven insanların yaşadığı Karadeniz gibi bir bölgenin tabii ki iyi bir ulaşıma, güzel yollara, huzurlu yolculuklara ihtiyacı vardı.
Ama bunun bedeli dünyanın en güzel doğasını yok etmek mi olmalıydı?..
Ulaşım teknolojisinin bu denli geliştiği bir dünyada, bin bir kirli çıkar içinde, önüne haritayı alıp, elindeki kalemle Karadeniz’in yeşil-mavi kıyısına “asfalt yolu” ilk çizen teknik adamın yüzü geliyor gözümün önüne...
Adını da biliyorum...
Ama 60 milyar dolar bütçe açığının nereye gittiğini bilen var mı?..
Yok...
Öbür dünyada cennete gidenlere kaç taze bakire düştüğünü de herkes bilir:
15 bin...
Kimi zatlar “2 bin de dul” diyorlarsa da, kesin olan her cennetlik mümin kişiye 15 bin taze bakire düştüğü...
Ama egemen sınıfın milli gelirden ne kadar pay aldıklarını... Misal nüfusun yüzde 60’ına 100 dolar ve altında pay düşerken, iktidar çocuklarına düşen payın kaç milyon dolar olduğunu bilen, zor..
Gerçi kendisinin açıkladığı gibi Başbakan olarak değil de “AKP Genel Başkanı” sıfatıyla yapması da iyi bir şey...
Ama televizyon gösterince kim olduğu belli oldu.
Oysa Ahmet Türk soracaktı:
“Sen kimsiniz?..”
“Portmanto...”
“Eme bizim görüşmemiz Beşbeken ileydi, hadi o olmadı AKP Genel Başkanı olarak olsun dedik. Pırt mentö ile görüşme nasıl olur?..”
*
Olur...
*
Türklerin İslam’dan önceki dini “Şamanizm” idi.
Şamanizm’de kadın kutsaldı, bir erkek sadece bir eşit kadınla evlenebilirdi. Evlilikte mülk erkek ile kadınındı.
Kadın savaşta erkeğinin yanında, barışta karar meclislerinde yer alırdı.
Kadınlar devlet başkanı bile olabilirlerdi; Delhi Türklerinde Raziye Sultan, Kutluk Devleti’nde Türkan Hatun gibi.
(..........)
Aynı dönemlerde Araplar, “Cahiliye dönemini” yaşıyorlardı.
Bir erkek, istediği kadar kadın alabilirdi, istediği zaman da satabilirdi. Kadının deve kadar değeri yoktu. Erkekler, kız çocuklarını kuma gömerek öldürebilir, kız doğuran kadınları da cezalandırabilirlerdi.
Gericiliğin merkezi olduğu en yüksek mahkeme tarafından karara bağlanmış siyasi parti Türkiye’yi hâlâ yönetiyor “demokrasi” adına...
Atatürkçüleri hapislere tıkıyorlar, karanlıktan ürken ve sesi çıkan ne kadar onurlu-namuslu aydın varsa hapislere dolduruluyor “demokrasi” adına...
Telefonlar dinleniyor...
Özel hayatlar sergileniyor...
İnsanların yatak odasına giriyorlar...
Kim tepki duyup sesini yükseltirse yok ediliyor, faşizmdir bu “demokrasi” adına...
*
Gerçekten bu demokrasi midir?..
Televizyonda gördüm; önde Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Oral Çalışlar, Fehmi Koru... Arkalarında Zaman’dan, Yeni Şafak’dan, Star’dan, Sabah’tan, Taraf’tan diğerleri...
Sordum bizimkilere:
“Nereye koşuyorlar?...”
“Açılımı açmaya...”
*
Biliyorsunuz; Cumhurbaşkanı utanıp ortaya attığı “Kürt açılımını” açmayı Başbakan’dan beklemişti... Başbakan da utanıp açılımı açmayı İçişleri Bakanı’na bırakmıştı... İçişleri Bakanı da utanıp açılımı açmayınca...
İşte “açılımı” açmayı demokrat fikir sahibi köşe yazarlarına bıraktı...
Çünkü bu düşünür köşe yazarlarının ortak özelliği; ya onlar AKP gibi düşünürler, ya AKP onların düşündüğünü yapmıştır...
Dün gece başımı gül ağacından omzuna yasladım:
“Seni versinler ellere
Beni vursunlar...”
(......)
Gece el-ayak çekildi mi, sessizce merdivenleri çıkarım, bir gizli sevdanın buluşma zamanıdır o zaman...
Biz iki sırdaşız...
Ben ve keman...
Sevgilinin siluetini yapmıştır aslında dokuzuncu yüzyıldaki Viyanalı kemancı ustası; zarif bedeni, ince beli...