Paylaş
Cuma sabah saat 11.00. Televizyonda sabah programlarından biri açık ve ben elimde bir tabak mama ve kaşıkla, kurulmuş oyuncak hızında emekleyen sempatik yaşam formunun peşinde koşmaktayım. Zorunlu dadılık vazifesiyle beklenmedik biçimde içine düştüğüm domestik ortamın bu yazıya fikir vereceğini bilemezdim tabii.
Nihayet bebeği yakalayıp mamayı yedirmeyi başardığım sırada, ekranda bir kadın görünüyor. Önündeki kâseden bir avuç şekeri alıp kameraya doğru uzatıyor: “Günde tüketmemiz gereken şeker sekiz-dokuz tane. Baldan, meyveden, sebzeden aldığımız şeker de buna dahil”.
Hemen kaba bir hesaba girişiyorum. Bir günde içtiğim çay miktarı üç ince belli, üç de kupa kadar. İnce belliye iki, kupaya dört şeker atıyorum. Toplamda 18 tane küp şeker eder. Yemek, içki, meyve, tatlı ve meşrubattan aldığım şekeri hiç saymıyorum.
Televizyondaki kadın gayet ciddi. Şeker, ‘üç beyaz’ın en tehlikelisi. Anlattıklarına bakılırsa uzun soluklu bir intihar teşebbüsündeyim. Aklıma, annemin çay saati yalvarışları ve pazarlıkları geliyor: Bari bir tane at!
Bir süredir çayı şekerli içenlerin, sigara tiryakileriyle aynı muameleye maruz kaldığının farkındayım. Evlerde artık çayın yanında otomatik olarak şeker getirilmiyor, ayrıca rica etmen gerek. Kullandığın miktarı gördüklerinde gözleri fal taşı gibi açılıyor. Başlıyorlar kendilerinin şekeri nasıl bıraktıklarını anlatmaya: “Bak sık dişini, bir hafta sonra çayı bu kez şekerli içemez hale geleceksin.”
Kahveyi zaten şekersiz içerim de, şekersiz çay mı olur? Haşlanmış ot, peh!
Şekerden vazgeçmem ama pekâlâ iki gün hayatımdan çıkararak yazı konusu yapabilirim.
İki günlük şekersiz hayatımın kuralları şöyle: İçinde doğal şeker bulunan sebze ve meyvelere sınırlama yok. Ancak çaya şeker konmayacak, sonradan şeker eklenerek yapılmış yiyecek ve içecekler tüketilmeyecek. Buna akşam rakısı da dahil. Fakat malt bira ve şarap içebilirim. Evet biliyorum, alkol kana karışınca şekere dönüşüyor ama bu doğal reaksiyon sınıfında.
EN ZORU 3-5 NÖBETİ
Demek ki çayı ve Türk kahvesini şekersiz içeceğim, hafta arası kahvaltı etmem, dolayısıyla balla reçelle zaten işim olmaz. Ancak ilk iş ağzıma attığım kek yok, akşam üzeri yediğim tatlıyla da vedalaşmalı. Yemekte kola, meyve suyu içilmeyecek. Gün içinde bisküvi atıştırılmayacak. Bunların tuzlusunun içinde bile şeker var. Ambalaj okumaya başlayınca, tatlı olmayan pek çok şeyin içinde bile şeker olduğunu fark ediyorsunuz zaten. Tüm soslar, turşu, salça, hazır çorba... Sırf bu yüzden gazetede çıkan diyet yemeklere mahkûm kalıyorum.
İlk sabah kek olmayınca ilk çayı aç karnına içiyorum. Aç karnına şekersiz çay hepten midemi bulandırıyor. Şekerin yerini tutacak bir şey atmalıyım içine. Sonunda sabah ve akşam çaylarına tarçın, gün içinde içtiğim çaylara da limon atmaya başlıyorum. Bir de çektiğim ıstırabı azaltmak için daha açık içiyorum.
Tek sorun ağız tadı değil. Güne şekerle başlamadığım için ayılamıyorum. Tansiyonum düşmüş gibi bir his öğlene kadar yakamı bırakmıyor. Zihnim açık değil, sürekli kelimeleri unutuyorum, kafamı toplayamıyorum. Ancak öğle yemeğinden sonra her şey yoluna giriyor. Öğle yemeğinde bol bol havuç salatası yiyorum bu arada.
Şekersiz çay dayanılacak şey değil, sütlü filtre kahveye yükleniyorum.
En zor saatler 15.00-17.00 arası. Her gün şehvetle kek, pasta, profiterol yediğim aralık. Kolay atlatmak için bol bol kuru incir ve kayısı depoluyorum çekmeceme. Bu saatlerde beni işimi yapamaz hale getiren tatlı ihtiyacı üçüncü günde şiddetini azaltıyor. Bugün döndüncü gün, deney bitmesine rağmen tatlı yemeden (kuru meyve yiyerek) geçirebiliyorum. Çaya da birer eksik şeker atmaya başladım. İnce belliye tek, kupaya üç.
Eh bu da bir şeydir, benden daha fazlasını beklemeyin.
Paylaş