Paylaş
Bu kadar sert bir başlangıç yapmanın lüzumu yoktu elbette; medeniyetin nimetlerinden alıştıra alıştıra elimi ayağımı çekebilirdim. Ancak cnbc-e’de yayınlanan ve elektriksiz bir dünyayı anlatan Evolution adlı dizi beni mecbur bıraktı. Bir tür meydan okuma diyelim. Ya da 21 Aralık’taki kıyamet senaryolarına hazırlık.
Elektriksiz yaşama geçiş öyle pat diye olmuyor, benim gibi seçimle karanlığa mahkumsanız evde önce bazı düzenlemeler yapmak gerekiyor. Önce buzdolabını gözden geçiriyorum. Bir iki günde bozulacak her şeyi tüketmek lazım. Buzluktakileri de unutmamalı. Radyoyla fenere pil almalı, mum stoklarını gözden geçirmeli. Ne şanslıyım ki ev kombili değil. Yoksa onu da kapatmam gerekirdi. (Pek mühim not: Elektriksiz yaşam sadece evde geçerli. Malum, gazetecilik mum ışığında yapılabilen bir meslek değil.)
İLK AKŞAM
Eve çıkarken asansör kullanmıyorum ama apartmanın aydınlatması sensörlü. İçerisi umduğumdan daha aydınlık. Kör karanlıklarda merdivensiz kalmış değilim, rahatça mum ve çakmak bulabiliyorum. Sokağa bakan bir penceresi olduktan sonra bir odanın asla zifiri karanlıkta kalmayacağını fark ediyorum. Fakat bu yine de, ayağımın dibine yatmış kedimi görmemi sağlamıyor.
Radyoyu açıyorum, TRT 3’ü buluyorum. Sanki elektriksiz yaşam bir ‘wellness’ kürüymüş gibi sağlıklı beslenmeye karar verip salata yapmaya koyuluyorum. Mumlardan birini ahşap dolap rafına koyuyorum. Bir süre sonra hiçbir salata malzemesinden yayılmayacak bir koku mutfağı sarıyor; mumun bir üstündeki raf alev almak üzere. Yeşillikleri yıkadığımı umuyorum. Akşam yemeğimle birlikte mutfaktaki mumları da masaya taşıyorum ama bu böyle olmayacak. Her odaya mum koymak lazım. Yeşilliklerin efektif yıkanmadığı, dişlerimin arasındaki çıtırtıdan anlaşılıyor. Üstelik nar ekşisi diye döktüğüm şey galiba pekmez.
Yemek pek uzun sürmüyor. Komşuları dinlemeye başlıyorum. Muhtemelen bu sesler her akşam bana kadar geliyor ama eve girer girmez yaptığım ilk iş televizyonu açmak olduğundan duymuyorum. Yan komşunun boğazında problem var, bana kronik farenjit gibi geldi. Alt komşunun da başı köpeğiyle dertte. Mum ışığında kitap okumak için bir saat çabaladıktan sonra duş alıp yatıyorum. Bu musluktan akan suyu kullandığım son sefer, çünkü termosifonu kapattım ve bu içinde kalan son sıcak su.
Elektriksiz ilk sabah... Mum ışığında hayal meyal gördüğüm yüzümü yıkayıp kahve hazırlamaya gidiyorum. Su ısıtıcısını kullanmadığımdan bu işlem normalin dört katı zaman alıyor. Üstelik dört gün sonra, üç yıldır beni idare eden emektar tüpüm de bitiyor. Giyecek bir şeyler bulmak uzun sürüyor, kör karanlıkta lacivertle siyahı ayırt etmek imkansız gibi. Sabahları en az yarım saat erken kalkmam gerekecek.
BAŞKA NELER OLDU?
Bundan sonrası üç aşağı beş yukarı birbirini tekrar eden akşamlar ve sabahlardan ibaret. Aradaki fark benim giderek artan klostrofobik daralmalarım, giderek azalan temiz giysi stoğu. Elde yıkanan bulaşıkları, ocakta su ısıtılarak alınan duşları da eklemeli. Ayrıca:
¬ İkinci akşam kendimi karşı apartmandaki perdeleri açık dairenin televizyonunu izlerken buldum.
¬ Aynı akşam şiddetli insan sesi duyma ihtiyacı nedeniyle TRT 3 yerine Açık Radyo dinlemeye başladım.
¬ Buzdolabında bir şey kalmadığından tamamen sanayi öncesi toplum yaşamına geçiyor ve makarnanın sosunu balkonda yetiştirdiğim fesleğeni kullanarak hazırlıyorum.
¬ Üçüncü akşam kediye mum ışığında gölge oyunları yaparak zaman geçirdim. Kedi 5 dakika sonra sıkıldıysa da ben devam ettim
¬ Saç kurutma makinesiyle saçımı kurutamadığım için sinüzitim delirdi.
¬ Dördüncü gün diş fırçasının şarjı bitti, manuel kullanmaya başladım.
¬ Dördüncü akşam eve misafir çağırdıysam da, elektrik olmadığını duyan herkes gelmekten vazgeçti. Ben de Açık Radyo dinlemeye devam ettim.
¬ Cep telefonumu iş yerinde şarj etmeye devam ettimse de ilk göz ağrım 1997 model Alcatel telefonu sık sık yadettim. Üç kalem pille de çalışırdı emektar.
¬ Beşinci akşam kendi kendime konuşmaya başladım, yüksek sesle şarkı söylemek rutine bindi.
¬ Madem karanlıktayım bari meditasyon yapayım diyerek manevi operasyonlara giriştim.
¬ Boş boş bakmak istedikten sonra televizyonun şart olmadığını öğrendim, mum ışığı da o işi görüyor.
BEN BUNU ARADA BİR YAPARIM
Nietzsche, yüzeysellik istencinin, sıradan insan ruhunda bulunan sağlıklı bir dürtü ve içsel bir eğilim olduğunu söyler ‘İyinin ve Kötünün Ötesinde’ kitabında. Biz, Sanayi Devrimi sonrası toplumun 21’inci yüzyılda yaşayan bireyleri, kendimizi vasatın, yüzeyselin kucağında uyutmak konusunda çok daha şanslıyız. Elektriğimiz, onunla çalışan dünya kadar eğlencelik cihazımız var. Örneğin televizyon insanı kendiyle başbaşa kalma yükünden kurtarıyor. Toptan elektriksiz hayat arzulanacak şey değil. Ancak bir haftalık dinginliği sık sık arayacağıma eminim.
Paylaş