Paylaş
Boş sahnede sadece iki metal kutu var ve bu bile oyunu beklerken beni heyecanlandırmaya yetiyor. ‘Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin’den beri anlatı tiyatrosu türünde özgün dilini yaratan; hikâye, oyuncu performansı, sahne tasarımı ve rejide çizdiği hattı derinleştirerek ilerleyen bir ismin son işindeyim. Kimin yazıp yönettiğini bilmeden okusam/izlesem de yazarını şıp diye tahmin edeceğim bir oyun bu. Murat Mahmutyazıcıoğlu imzalı, son BAM İstanbul yapımı ‘Istırap Korosu’ndayım.
İKİ OYUNCULU AMA ÇOKSESLİ
Prof. Dr. Ayşegül Yüksel ‘Uzun Yolda Bir Mola’ adlı kitabında tiyatromuzun eski dönemlerinde pek üstüne gidilmeyen konuların bir süredir ele alındığını ancak biçim ve içerik açısından güçlü bir ‘alternatif’ sunulamadığını söyler. 2000’lerden beridir süregelen bir arayışın içinde olan bir tiyatro atmosferi, bahsedilen. Üretimlerini başından beri takip ettiğim bir grup tiyatro insanı bu atmosfer içinde üretiyor, aramaya devam ediyor. Murat Mahmutyazıcıoğlu işte bu atmosfere imzasını belirgin şekilde atan isimlerden biri.
Yazarın farklı oyunlarında karşımıza çıkan; İstanbul ve şehirli insan (ama şehrin farklı kuytularından profiller) odaklı hikâyeleri, birbiriyle masa altından çaktırmadan el ele tutuşan gizli sevgililer gibi. Boş sahneye yerleştirdiği bir-iki kutu ya da birkaç sandalye, bizi yükseltecek, kalbimizi sıkıştıracak, içimize ya da dışımıza doğru ağlatacak; geçmişte, bugünde, gerçeklerde ya da hayallerde dolaştıracak bir dünyanın temellerini atıyor her seferinde. Gücünü metinden ve oyuncu performansından alan her bir oyunu, seyircisini ritmik bir hareket ve ses akışına dahil ediyor. Günlük koşturmacada es geçtiğimiz bildik hikâyelerle, öylesine insanlarla sarmalıyor.
‘Istırap Korosu’ da söz konusu oyunlardan biri. Mahmutyazıcıoğlu’nun yazıp yönettiği, Seda Türkmen ile Deniz Karaoğlu’nun nefes nefese performanslar sunduğu, iki oyunculu ama çoksesli bir oyun. İstanbul, Maltepe’de bir aile apartmanındayız. Türkmen ile Karaoğlu, kutularla temaslarını hiç kesmeden -ama elbette sürekli hareket halinde olarak- bu apartmanı kanlı canlı bir organizma olarak ayağa kaldırıyor.
Necibe, Ali, Kemal, Canan, Mehmet, Songül, Kaan, Fatih, Zeynep, Kerem, Mücella, köpek, hoca ve hatta apartman dışından Emre, Buse ve Gökhan’ı tek tek ve iç içe geçirerek canlandırıyorlar. Her bir daireden İstanbul’a karışan haykırışlar, inlemeler, sinir krizleri, çarpan kapılar, titreyen yürekler, çekilen dumanlar, tepişen çocuklar, kimi zaman gizli gizli çekilen, kimi kez bangır bangır ilan edilen ‘ıstıraplar’... Elbette BAM İstanbul oyunlarının değişmez sesi olan ‘bam’lar eşliğinde…
Her birinin farklı işlerinden aldığım referansla, özellikle ‘anlatıcı oyuncu’ olarak limitlerinin yüksek olduğunu bildiğim iki oyuncu, bu soluksuz akan ses/hareket/ritim koreografisinde sınırlarını belirgin şekilde zorlamış. Bir apartmanın farklı katlarında, dip dibe ama fersah fersah uzak yaşamlar ve hayaller süren karakterler arasında hızla akan metni takip ederken oyuncuların ses ve bedenleri, mimikleri de aynı hızla değişiyor. Elleriyle, parmaklarıyla, ayaklarıyla çıkardıkları vuruş sesleriyle oyuna müzikal bir ölçü katıyorlar (Gizem Bilgen’i hareket tasarımından dolayı tebrik etmeli). Yazarın oyunlarının değişmez bölümlerinden ‘rüya sahnesi’yle bu oyuna ayrı bir seda katan ‘hoca’ kısmı enerjiyi iyice yükselten anlar.
Mahmutyazıcıoğlu’nun iki unutulmaz işi ‘Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin’ ile ‘Kader Can’a aşina olanların bazı karakterlerle başka türlü bir yakınlık kuracağına şüphe yok. Bunu, yukarıda bahsetmeye çalıştığım güçlü ‘imza ve dil’ duygusuyla, çok olumlu bir yerden okuyorum. Kader Can’ın arayışının bir benzerini Kerem’de görmek, Canan’ı -ve hımbıl kocası Mehmet’i izlerken- Başak’la kocasını anımsamak, Zeynep’te bir tutam Melis, Mücella’nın ‘deli yaşlı kadın’ hallerinde Ayfer’i görür gibi olmak bana tekrar hissi değil, yazarın bu şehrin insanlarının kalbine giden yolu derinleştirdiği duygusu veriyor.
Oyun demlendikçe seyircinin ‘koro’nun farklı karakterlerini ayrıştırması, hikâyeye dahil olması da kolaylaşacaktır (İkinci gösterimine gittiğim oyunu, ‘Metni evvelden bilmeseydim kafam azıcık karışır mıydı’ sorusuyla izledim). İki oyuncunun zamanla hem farklı karakterler olarak ama hem de tek bir bedenmişçesine apartmanın kendisine dönüşeceklerine -iki oyuncuya da duyduğum güvenle- şüphem yok.
Bizzat bu memleketi yansıtan bu ‘nezih’ apartmanla tanışmayı geciktirmeyin. Sonra siz de dilerseniz hepimize hep söylendiği gibi... “Örtün kapıyı, kapayın pencerenizi, oturun aşağı!”
Paylaş