Paylaş
Hemen hepinizin bildiği gibi, bir kas hastasıyım ben. İlk belirtilerini 19 yaşındayken veren ve tanısı o zaman konan bu hastalık, yıllar içinde giderek ilerledi. Şu anda yaşamımı yardımsız sürdürmem mümkün değil. Ama ne mutlu bana ki ne öğrenimime ne iş hayatıma ne de sosyal yaşantıma engel oldu hastalığım. Çünkü hayatım boyunca bana destek olan bir ailem ve kardeş kadar yakın arkadaşlarım vardı yanımda.
1972 yılıydı… Ben henüz 20 yaşındaydım… O zamanlar Çayırova’ da, Şişecam’ın bir yan kuruluşu olan, Cam Elyaf Sanayii A.Ş.' nde çalışıyordum. Bir gün, sağ ayak bileğimi yukarıya doğru kıvıramadığımı fark ettim. Bir kırık ya da çatlak olduğunu düşünerek, Şirket Doktoru’ na gittim ve beni hastanenin ortopedi bölümüne göndermesini rica ettim. Doktorumuz orta yaşı biraz geçkin, oldukça insan canlısı bir kişiydi. Beni Göztepe SSK Hastanesi’ nin Ortopedi Servisi’ ne sevk ederken, “Gitmişken bir de Asabiye’ ye (bugünkü adıyla Nöroloji) görün istersen.” dedi ve sevk kağıdıma onu da ekledi.
Ertesi sabah erkenden hastaneye gittim ve Ortopedi Servisi’ ne başvurdum. Bölüm sekreteri bana bütün ortopedistlerin ameliyatta olduklarını ve öğlene kadar ameliyattan çıkamayacaklarını; ancak belki Fizik Tedavi Servisi’nde bana yardımcı olabileceklerini söyledi. Bunun üzerine oradan çıkıp Fizik Tedavi Servisi’ ne başvurdum. Bölüm sekreterine durumu anlattım ve doktorun beni görebilmesinin mümkün olup olmadığını sordum. Ben sekreterin cevabını beklerken, doktor odasından çıktı ve “Bu ne rezalet… Ortopedi ne hakla hasta havale edebilir buraya?” diye bağırmaya başladı. Ben kendisine bunun bir havale olmadığını, yalnızca bana verilmiş bir tavsiye niteliği taşıdığını anlatmaya çalıştım. Ancak doktor beni dinlemeyi reddetti. Bense, kendimi ifade edemediğim ve Ortopedi Servisi’ ni zora soktuğumu düşündüğüm için, üzüntüden düşüp bayıldım. Kendime geldiğimde başımda doktor değil, muayene sırası bekleyen hastalar vardı. Ve doktor baygın olduğum süre içinde yanıma hiç uğramamıştı…
Kendimi toplar toplamaz oradan çıktım. Uzun bir süre hastane bahçesinde ağladıktan sonra, iş yerine hastaneye geldiğimi gösterir bir belge götürebilmek için, Asabiye Servisi’ ne başvurdum. Kısa sürede doktorun yanına aldılar beni. İçeriye girip de muayene masasına oturduğumda, Asabiye Mütehassısı yanıma geldi ve bana “Sen neden ağladın çocuğum?” diye sordu. Bu sözleri duyar duymaz tekrar ağlamaya başladım. Ağlamayı kesmeyi başardığımda ise olanları anlattım ve “Koskoca bir doktor nasıl bunu yapabilir?” diyerek üzüntümü bildirdim. Doktor, “Bak, orada dur işte… Üzerindeki kıyafetin içindeki insandır önemli olan. Yani doktor önlüğü giyse de çöpçü üniformasının içinde olsa da değişen bir şey olmaz. İnsan, ne giyerse giysin insandır. Gerisi boş…” dedi. Sonra da bileğimi kas hastalığım nedeniyle kıvıramadığımı anlattı ve ne zaman istersem beni takip eden uzman doktorun önerdiği ilaçları sigorta reçetesine geçirebileceğini söyledi.
Hastaneden hayatımın en önemli derslerinden birini almış olarak ayrıldım. Ve o günü, hep, bana bu kıymetli dersi veren o doktorla hatırladım.
Doktorluk mesleğine olan saygımı sık sık ifade ediyorum yazılarımda. Konu ile ilgili duygu ve düşüncelerimi, en son, bu yıl kaleme aldığım 30 Ocak tarihli “Sağlık çalışanına şiddet, insan için hayat boyu utanılacak bir suçtur.” ve 14 Mart 2022 tarihli “Başkalarına adanmış bir yaşam biçimi” başlıklı yazılarıma konu aldım.
Aile Hekimleri; kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile 1. basamak teşhis, tedavi, rehabilitasyon ve danışmanlık hizmetleri veren doktorlar. Ben ve kızım, İstanbul Kadıköy 095 Nolu Aile Hekimliği Birimi’ ne bağlıyız. Geçtiğimiz Cuma Günü, Saat 14.00’de, her zaman kullandığım ancak bitmiş olan ilaçlarımı yazdırabilmek için Aile Hekimliği’ ni aradım. Sekreter Hanım bana, bağlı bulunduğum doktorun ev ziyaretlerinde olduğunu bildirdi. Ben de konuyu aynı birimde hizmet veren diğer doktora aktarmak istedim. Sekreter Hanım, önce, bunun mümkün olmadığını söyleyerek itiraz etti. Kendisine, engelli olduğumu hatırlatarak, bana yardımcı olmasını rica ettim. O da beni kırmadı ve konuyu doktora iletti. Ancak doktor, benim duyabileceğim bir sesle, bu isteği reddetti. Sekreter Hanım ise, eczaneye müracaat etmemi önerdi.
Pazartesi günü başlayacak üç günlük bayram tatilinin ardından, 5-6 Mayıs tarihlerinde grev yapacaklardı hekimler. Yani, dokuz gün boyunca ilaçlarıma erişebilmem mümkün olmayacaktı. Bu durumda ben ne yapacaktım? İlaçlarımı yazmayı reddeden o doktor, cebimde eczaneye verecek param olup olmadığını düşünmüş müydü acaba? Bağlı bulunduğum Aile Hekimi ise, madem her cuma günü öğleden sonra ev ziyaretlerine gidiyordu, neden beni hiç ziyaret etmemişti? Sahip olduğum %90 oranlı “Engelli Raporu” beni de ziyaret edebilmesi için yeterli değil miydi?
İşte bu olay oldu, Göztepe SSK Hastanesi Fizik Tedavi Servisi’ nde yaşadığım ve yıllardır unutmaya çalıştığım o acıyı bana tekrar hatırlatan. Ama elli yıl ara ile yaşadığım bu iki acı, doktorluk mesleğine olan saygımı korumamı engelleyemedi. Hâlâ, doktorluğun çok saygın bir meslek olduğuna ve doktorlarımızın tamamına yakınının, insanüstü bir gayret göstererek, fedakârca çalıştıklarına inanıyorum.
Başta canla başla çalışarak Pandemi sürecini kolaylaştıran değerli hekimlerimiz ve diğer sağlık çalışanları olmak üzere, tüm yurttaşlarımın “Şeker Bayramı” nı; İşçi Kardeşlerim’ in ise, ayrıca bir de, “1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü” nü en içten duygularla kutluyorum.
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
Paylaş