Paylaş
Yarın bayram… Çocukluğumda “Şeker Bayramı” adını taşıyan bu bayram günümüzde kimimiz tarafından aynı adla anılırken, kimimiz tarafından “Ramazan Bayramı” olarak adlandırılıyor.
Bugün, bu satırları kaleme alırken çocukluğuma dönmek ve o eski bayram günlerini yeniden yaşamak istiyorum:
Yıllardan 1963, aylardansa Şubat… Ramazan ayındayız. Ben ilkokul beşinci sınıftayım. O yıl ilk kez otuz gün oruç tutuyorum. Ramazanın son gecesinde her zamankinden daha güzel bir sofra kuruyoruz. Ve o geceyi büyük bir mutluluk ve huzur içinde sona erdiriyoruz.
Bana ve kardeşlerime her bayram olduğu gibi yine yeni kıyafetler alınmış. O gece ertesi gün giyeceğim bayramlık elbisemi seyrederek uyuyorum. Sabah annem erkenden uyandırıyor beni ve kardeşlerimi. “Haydi, kalkın babanız neredeyse gelir.” diyor. Anlıyorum ki, babam çoktan gitmiş bayram namazına. Gitmiş de, dönmesi bile yaklaşmış…
Üçümüz de annemizin çağrısına uyup kalkıyoruz yataklarımızdan. Annem en küçük kardeşimizin giyinmesine yardım ederken, biz ilk çocuklar kendimiz giyiyoruz bayramlıklarımızı. Annem üçümüzün de saçlarını tarıyor. Kahvaltı sofrasını kurmuş olduğu hole çıkıyoruz ve babamı beklemeye başlıyoruz. Biraz sonra bayram namazından geri dönüyor babam. Gelirken sıcacık ekmek getirmiş. Annemizin hazırladığı o güzel sofraya oturup ailece kahvaltı ediyoruz. Kahvaltıdan sonra da masayı toplamak için anneme yardım ediyoruz. O dönemde hiç kimsenin evinde bulaşık makinesi olmadığından, annem elde yıkıyor kahvaltı tabaklarını. Ben ona yardım ediyorum. Sonra da hep birlikte oldukça yakınımızda oturan anneannemleri ziyarete gidiyoruz.
Anneannem ve dedem bizi büyük bir mutlulukla karşılıyor. Anneannem üçümüz için de içlerine bayram harçlıklarımızı yerleştirdiği ipek mendiller hazırlamış. Sırayla anneannemiz ile dedemizin ellerini öpüyor ve mendillerimizi alıyoruz. Bayramın ilk yemeğini anneannemlerde yiyeceğiz. Anneannem, her zamanki gibi bizim için en sevdiğimiz yemekleri yapmış ve bayram tatlısı hazırlamış. Annem sofrayı kurarken ona yardım ediyoruz, sonra da oturup hep birlikte harika bir bayram yemeği yiyoruz. Yemekten sonra çay demliyor annem. Çaylarımızı da içtikten sonra anneanneme ve dedeme veda ediyoruz.
Günün geri kalan kısmında diğer aile büyüklerimizi, annemin halası ve teyzesini ziyaret ediyoruz. Babamın aile büyüklerinin hemen hepsi Kütahya’da yaşadığından onların gönlünü alamıyoruz.
Bayramın ikinci gününü evde misafir bekleyerek ve ağırlayarak geçiriyoruz. Gelen misafirlere vişne şurubu ve çikolata ikram ediyoruz.
Ufak gümüş bir tepsimiz vardı o zamanlar. Üstünde de tığ işi dantel bir örtü… Şerbet bardaklarını sabahtan tepsiye dizer, gelecek misafirler için hazır ederdik. Misafire ikram görevi, evin en büyük kızı olarak, benimdi. Bu görevi büyük bir zevkle yerine getirir, kendi kendimle gurur duyardım.
Bayramın üçüncü günü annem ve babam arkadaşlarını ve komşularımızı ziyarete giderlerdi. Biz üç kardeş evde kalır, eğer misafir gelirse ağırlamaya çalışırdık. O gece, bayramın son yemeğini hem büyük bir mutluluk hem de bayramın sona erişinin getirdiği garip bir hüzün içinde yer, kendimizi ertesi gün başlayacak yeni bir okul gününe hazırlamaya çalışırdık.
Günümüze gelecek olursak, bayramlar artık tatil anlamına geliyor. Hemen hiç kimse bu zaman diliminin esas amacının gönül almak olduğunu hatırlamıyor bile. Ancak, düşünüyorum da, günümüzün yoğun iş temposu içinde bu görüş çok da yanlış olmasa gerek. Bayramların esas amacından giderek uzaklaşılmış olmasına karşın, aileler tatillerde birbirlerine daha çok zaman ayırma fırsatını yakalıyorlar ve birbirleriyle daha da yakınlaşıyorlar. Üstelik bir de dinlenme olanağı bulmuş oluyorlar.
Bayramların anlamı ne kadar değişmiş olursa olsun bu özel günlerde bize düşen; büyüklerimizin, arkadaşlarımızın ve dostlarımızın gönüllerini almak, eğer dargın olduğumuz kişiler varsa onlarla barışmaktır. Buna yürekten inanıyorum.
Herkes için sağlık, mutluluk ve huzur içinde geçirilecek bir bayram diliyorum.
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
Paylaş