Paylaş
Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesinde 6 Şubat'ta saat 04.17'de meydana gelen 7.7 büyüklüğündeki depremde en fazla zarar gören illerinden biri olan Hatay, Türkiye’nin en eski yerleşim yerlerinden biri.
Şu anda Hatay’ın yer aldığı topraklar 1516’da Yavuz Sultan Selim tarafından fethedildi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Hatay’daki hakimiyeti 1918 yılına kadar devam etti. Birinci Dünya Savaşı’ nın ardından Hatay Fransızlar tarafından işgal edildi. Kasım 1918’ de, merkezi Beyrut’ta bulunan Fransız Yüksek Komiserliği bir kararname yayınlayarak, Antakya, İskenderun ve Harim’ i içine alan ve “İskenderun Sancağı” adı verilen bir idari birim oluşturdu. Sancak, bir askeri vali tarafından yönetilecekti.
Ekim 1921’ de, Türkiye ile Fransa arasında Ankara İtilafnamesi (Antlaşması) imzalandı. Türkiye ile Fransız işgal bölgesi olan Suriye arasında, Payas’ tan başlayan, düz bir hat halinde Kilis’e ve oradan Fırat’a doğru uzanan bir sınır çizildi. İtilafnamede belirlenen sınıra göre; Dörtyol (Payas dahil) ve Hassa Türkiye sınırları içinde, İskenderun Sancağı ise dışında kalıyordu. Fakat İtilafnamenin 7. Maddesine göre; İskenderun mıntıkası için özel bir idare şekli kurulacak, mıntıkanın Türk ırkından olan sakinleri kültürlerini geliştirmek için her türlü kolaylıktan ve imkânlardan yararlanacak, Türk dili orada resmi dil niteliğine sahip olacaktı.
Bu yeni dönemde Antakya, İskenderun ve çevresindeki Türkler Anayurt’ tan ayrı yaşamaya alışamadıklarından, her fırsatta Türkiye’den, memleketlerinin işgalden kurtarılması talebinde bulunuyorlardı. Nitekim Gazi Mustafa Kemal Paşa Lozan görüşmelerinin kesintiye uğradığı sıkıntılı bir dönemde, 15 Mart 1923’te Adana’ya geldiğinde kendisini karşılayan Antakyalılar arasındaki bir kız (Ayşe Fitnat Hanım) dokunaklı bir nutuk söyledi ve “Ey Ulu Gazi, bizi kurtar” diye yalvardı. Çok duygulanan ve gözleri nemlenen Gazi Paşa, kıza, tarihe mal olan, kurtuluş vadeden bir cevap verdi: “Kırk asırlık Türk yurdu ecnebi elinde kalamaz!” Bu söz, o günden itibaren bütün Sancak Türkleri tarafından kurtuluş için bir senet olarak kabul edildi, ümit kaynağı oldu.
24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’nda ,Türkiye ve Fransa tarafından Ankara İtilafnamesi ile belirlenmiş olan Türkiye-Suriye sınırı aynen kabul edildi.
1926 yılında İskenderun Sancağı’nda Türklerin girişimleri sonucunda doğrudan Yüksek Komiserliğe bağlı, Suriye ile eşit haklara sahip ve merkezi İskenderun olan bir hükümet kuruldu. Hükümet Reisliği’ ne Delege (Yüksek Komiser temsilcisi) Pierre Durieux getirildi. Ama Suriye’nin talep ve baskıları sonucunda bağımsızlık ilanı geri aldırıldı, eskisi gibi özerk yönetim devam etti.
Suriye Fransa’nın mandası altında olduğundan, ülkenin kaderi Fransa’nın vereceği kararlara bağlıydı. Lübnan’da bulunan Fransız Yüksek Komiseri’nin kararları Suriye Meclisi’nin de üstündeydi. Suriye’nin bu durumdan kurtulması ve bağımsızlığına kavuşması için uzun süre görüşmeler yapıldı. Nihayet 9 Eylül 1936 da Suriye-Fransa Antlaşması imzalandı. Ancak bu antlaşma ile bağımsızlık verilirken, özel statüye tabi olan İskenderun Sancağı’nın durumu göz ardı edildi. Sancak bundan sonraki dönemde, aynı sınırlarla da olsa, kayıtsız şartsız Suriye’ye bırakılıyor ve Ankara İtilafnamesi geçersiz hale getiriliyordu.
Bu konuda Fransızlarla görüşmeler yapıldı, fakat olumlu bir gelişme sağlanamadı. Konuyu titizlikle takip eden Atatürk, 1 Kasım 1936’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ ni açış nutkunda Sancak konusunda devletin tavrını açıkça ortaya koydu. Ve ertesi gün de Sancak’ a “Hatay” adını verdi.
Bundan sonra ilk eylem olarak Sancak Türkleri Suriye genel seçimlerini boykot etti. Bunun ardından Türkiye ile Fransa arasında alınıp verilen notalar sonucunda varılan mutabakata göre, konu Milletler Cemiyeti’ne götürüldü ve Cemiyet gündemine alındı. Milletler Cemiyeti 14-16 Aralık 1936 tarihlerinde yaptığı toplantıda, durumu yerinde görmek için üç gözlemcinin Sancak’a (Hatay) gönderilmesini kararlaştırdı. 1 Ocak 1937 günü Hatay’a gelen Milletler Cemiyeti gözlemcileri incelemelere başladı
12 Ocak 1937 günü Antakya’da 60 000 ( yabancı radyolara göre 80 000) Türk’ün katıldığı muazzam bir miting ve yürüyüş yapıldı ve Milletler Cemiyeti gözlemcileri mitingi baştan sona izledi. Bu vakur ve disiplinli yürüyüşte halk “İstiklal isteriz!” diye haykırdı. Nihayet Milletler Cemiyeti Konseyi 27 Ocak 1937 toplantısında İskenderun Sancağı’ na bağımsızlık verilmesini kabul etti. Sancak, içişlerinde tam bağımsız; dış işleri, maliye ve gümrük konularında Suriye’ye bağlı olacaktı. Seçilen Mütehassıslar Komitesi’nin hazırladığı “Sancak Statü ve Anayasası” 29 Mayıs’ta kabul edildi ve 29 Kasım 1937’de de yürürlüğe girdi.
Milletler Cemiyeti kararına göre seçimler 28 Mart ve 12 Nisan’da 1938’ de yapılacaktı. Seçim çalışmaları 22 Temmuz 1938’de başladı. Cemaatlere göre tescil işlemi 1 Ağustos’ta sona erdi. Türklerin % 63,5 oranla nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu belirlendi. Meclisi oluşturacak 40 mebusun 31’i Türk (9’u Alevi cemaatinden), 2’si Arap, 5’i Ermeni, 2’si Rum Ortodoks cemaatinden olacaktı. Sürenin bitiminde her cemaatten aday sayısının seçilecek milletvekili sayısına denk olduğu görüldüğünden, seçim yapılmadan adayların milletvekillikleri onaylandı.
Meclis 2 Eylül 1938 tarihinde açıldı. Hükümet, Meclis’ in 6 Eylül 1938 günkü oturumunda güvenoyu aldı. Aynı gün Sancak Anayasası “Hatay Anayasası” olarak kabul edildi. Anayasa’ da devletin adı “Hatay Devleti” olarak değiştirilmişti. Devlet Türk çoğunluğuna dayanıyordu; merkezi Antakya, idare şekli Cumhuriyet idi.
Geçtiğimiz günlerde T.C. Maltepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Orhan Çekiç’in Atatürk ve Hatay ile ilgili bir röportajını dinledim. Bu röportajın kime ve hangi tarihte verildiğini bilmiyorum. Ancak kendisinin ağlayarak verdiği bu röportajda söylediklerini sizlerle de paylaşmak istiyorum.
“Yani neden oturamaz hale gelene kadar Savarona’ daydı? Kendi istedi. Niye istedi? “Hatay olmadan, Hatay bitmeden, Hatay kurtulmadan dönmem.” dedi. Bir lider düşünün, Fransa'yı düşünün, o yılları düşünün. 15 senedir “hayır” diyen bir Fransa’yı 56 günde Savarona’ da sedye üzerinde yatarken dize getirdi, Hatay’ı kurtardı. “Çocuklar şimdi benim tedavime başlayabilirsiniz.” dedi. “Paşam, nasıl taşıyacağız o kadar geciktik ki ısrarla size yirmi gündür gidelim diyoruz o zaman oturabiliyordunuz şimdi oturamıyorsunuz bile.” dediler. “Çalışanları
sokun kamaralarına kimse görmesin bir prova yapalım taşınabilecek miyim acaba?” dedi. Kanepeyi omuzladılar ortasına oturdu, oturamadı çünkü 42 kiloya düşmüştü. Kemik yığınıydı, kemikleri batıyordu, kaykılıyordu sağa sola, canı yanıyordu. Hafiften hıçkırıklar başladı ve hıçkırmalar doktorlardan başladı. Bu esnada Savarona ‘nın altında olan, kendisinin donanmaya kattığı iki denizaltı Saldıray ve Yıldıray suyun üstüne çıktılar. Bütün Dolmabahçe’nin ışıkları söndürülmüştü. Mehmetçiğe öyle görünmek istemiyordu. O hep Sakarya’daki, Büyük Taarruz’ daki Mustafa Kemal Paşa olarak kalma istiyordu askerin gözünde. Savarona’ nın hemen altından yükselen o iki denizaltının bütün mürettebatı güverteye çıkmışlar, esas duruştaydılar. Onları gördü, elini kaldırdı, “Allahaısmarladık” dedi. Öyle bir “Sağ ol” patladı ki keşke sağ olabileydi…”
Evet Sevgili Okurlar, Hatay’ın hikayesi ve Atatürk için önemi özetle işte böyle. Devamına
gelecek olursak:
23 Haziran 1939 günü Fransa ile Türkiye arasında Hatay mıntıkasının Türkiye’ye iadesine dair Hatay Antlaşması imzalandı. Hiçbir gizli maddesi olmayan ve geleceğe yönelik hiçbir hüküm ve taahhüt içermeyen bu antlaşmaya göre; Fransa, işgalle ele geçirdiği ve Milletler Cemiyeti kararıyla mandater tayin edildiği bölge üzerinde kendisine tanınmış olan yetkileri hukuki yoldan ve kayıtsız şartsız Türkiye’ye devrediyordu. Hatay’ın Türkiye’ye katılmasının önünde hiçbir engel kalmamıştı.
Hatay Millet Meclisi 29 Haziran 1939 günü yaptığı olağanüstü toplantıda, Türk camiasının ayrılmaz bir parçası olan Hatay’ın Anavatan’ a kavuştuğu bir kararla tespit edildi. Böylece Hatay Devleti sona ermiş, Meclis kendi arzu ve iradesiyle Türkiye’ye katılma kararı almıştı.
7 Temmuz 1939 tarih ve 3711 sayılı Kanun’la da Hatay Vilayeti resmen kurulmuş oldu. Ancak, ne yazık ki, Atamız bunu göremedi…
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz günler dileğiyle…
Paylaş