Hatun Kıran zihinsel engelli bir çocuk annesi. Oğlu ile birlikte Edirne’de yaşıyor. Tüm engelli çocuk anneleri gibi onun da en büyük kaygısı, kendi hastalığı ya da ölümü durumunda oğluna kimin sahip çıkacağı.
Bugünkü köşemi Hatun Kıran’ın oğlunun ağzından yazdığı mektuba ayırmak istiyorum.
“Ben Cem Kıran. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Anayasamızın;
- 12. Maddesinde ‘Herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.’
Edirne Kent Konseyi; “kentin sürdürülebilir ve yaşanabilir geleceğine yönelik yerel yönetimlerle katılımcı bir anlayış getiren, kent ve yaşam kalitesini geliştiren bir toplu girişim ve bir yerel demokratikleşme projesi” olarak tanımlanıyor.
Edirne Kent Konseyi’nin görevleri;
- Kent sorunlarını demokratik bir biçimde tartışmak, katılımcı demokrasi ilkelerini yaşama geçirmek,
- Yerel yönetimlerde saydam yönetim anlayışını yaşama geçirmek,
Çok uzun bir aradan sonra yine bir konser salonundayım… Sahnede icra edilen müzik yalnızca kulaklarıma değil vücudumun tüm hücrelerine nüfuz ediyor. Karmaşık duygular içindeyim. Bir yanım keyif alıyor bu müzikten, diğer yanım ise ‘buna hakkın yok’ diye bağırıyor.
Kızımın arzusu ile buradayım. Ancak, sanırım, o da beni mutlu etmek için aldı bu konser biletlerini. Zira çocukluğumdan beri Nesrin Sipahi hayranı olduğumu, herkes gibi kızım da çok iyi biliyor. Gençlik yıllarımda İstanbul Yelken Kulübü’nde Nesrin Sipahi katılımıyla yapılan meşk akşamlarını çok dinledi benden masal olarak.
“Ömür çiçek kadar narin bir gün kadar kısa”…
Ülkemizi teröristlerden temizlemeye çalışırken şehit düşen askerlerimizin ve emniyet görevlilerimizin geride kalan eşlerini, çocuklarını düşünüyorum… Onların acılarını içimin en derinliklerinde hissediyorum. “Ağlama değmez hayat bu gözyaşlarına” demek gelmiyor içimden… Bunun mümkün olmadığını çok iyi biliyorum çünkü…
Erişilebilirlik; herhangi bir ürünün, servisin, hizmetin, teknolojinin ya da ortamın engelliler ve yaşlılar dâhil olmak üzere herkes tarafından ulaşılabilir ve kullanılabilir olmasını ifade ediyor. Engelli Hakları İzleme Projesi ekibinden Hakan Özgül’ ün tanımına göre ise, erişilebilirlik; “Engelli bireylerin bağımsız yaşayabilmelerini ve yaşamın tüm alanlarına tam ve etkin katılımını sağlamak ve engelli bireylerin, engelli olmayan bireylerle eşit koşullarda fiziki çevreye, ulaşıma, bilgi ve iletişim teknolojileri ve sistemlerine dâhil olacak şekilde hem kırsal hem de kentsel alanlarda halka açık diğer tesislere ve hizmetlere, ‘evrensel tasarım’ ilkesiyle erişiminin sağlanması” anlamına geliyor.
Bilindiği gibi 1 Temmuz 2005 tarih ve 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun’un
Geçici 2. Maddesi’nde:
“Kamu kurum ve kuruluşlarına ait mevcut resmi yapılar, mevcut tüm yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve yeşil alanlar, spor alanları ve benzeri sosyal ve kültürel alt yapı alanları ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılmış ve umuma açık hizmet veren her türlü yapılar bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren sekiz yıl içinde engellilerin erişilebilirliğine uygun duruma getirilir.”
1921 yılında bir trafik kazası sonucu kör olan bir fotoğrafçı, çevresindekilere kör olduğunu anlatabilmek ve kendini motorlu taşıtlardan koruyabilmek için Londra sokaklarında bastonunu beyaza boyayarak dolaşmaya başlıyor. Bu deneyim o denli başarılı oluyor ki, Fransız Körler Örgütü 1931’de körlerin bastonunun beyaza boyanmasını ve “Beyaz Baston” adıyla simgeleştirilmesini kararlaştırıyor. Bu uygulama giderek yaygınlaşıyor ve körlerin kullandığı baston Beyaz Baston olarak anılmaya başlanıyor. ABD Kongresi ve Senatosu’nun 6 Ekim 1964 yılında aldığı kararla da 15 Ekim tarihi “Beyaz Baston Günü” olarak ilân ediliyor.
Boğaziçi Üniversitesi’nde üç yıldan beri Engelsiz Erişim Derneği ve Boğaziçi Üniversitesi Görme Engelliler Teknoloji ve Eğitim Laboratuvarı (GETEM) işbirliği ile “Beyaz Baston Erişilebilirlik Festivali” düzenleniyor.
2005 yılında kurulan Engelsiz Erişim Derneği’nin temel ilkeleri şöyle sıralanıyor:
2011 yılı sonunda Türkiye, Peru ve Kanada’nın girişimleri neticesinde, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği dünya genelinde kız çocuklarına yönelik süregelen ayrımcılığı önlemek amacıyla 11 Ekim’i “Dünya Kız Çocukları Günü” olarak kabul etmiş bulunuyor.
11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü, kız çocuklar için bir bayram değil, eşitsizlikle mücadele günü. Bu günün amacı; kız çocuklarına karşı ayrımcılığın önlenmesi ve onların insan haklarından tam ve etkili bir şekilde yararlanmalarının sağlanması. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) tarafından yayınlanan ‘Kız Çocuklara İlişkin Verilerin Gücünden Yararlanmak: Eldeki Verilerden Hareketle 2030’a Bakmak’ başlıklı rapora göre, cinsiyetçilik ve eşit olmayan görev dağılımı oldukça küçük yaşlarda başlıyor. Söz konusu yayın; kız çocukların yemek pişirme, temizlik, aile üyelerinin bakımı, su getirme ve yakacak toplama gibi gündelik ev işlerine harcadıkları zaman konusunda küresel tahminler içeren ilk rapor olma niteliğini taşıyor.
UNICEF’in raporuna göre 5–9 yaş arasındaki kız çocuklar ev işlerine kendi yaşlarındaki erkek çocuklara göre %30 oranında daha fazla zaman harcıyor. Kız çocukların yaşı ilerledikçe iş yükü de artıyor. Örneğin; 10–14 yaşlarındaki kız çocuklar erkeklere göre ev işlerinde %50 daha fazla zaman harcıyor. Rapor, kız çocukların yaptıkları işlerin daha az göründüğünü ve çoğu durumda bu işlere daha az değer verildiğini de vurguluyor.
“Kız Çocuklara İlişkin Verilerin Gücünden Yararlanmak: Eldeki verilerden hareketle 2030’a Bakmak” başlığını taşıyan rapor; yoksulluğa son verilmesi, gezegenin korunması ve herkese refah sağlanmasında küresel yol haritası olan Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SKH) çerçevesinde kız çocuklarla ilgili 44 göstergeden üçte ikisine ilişkin verilerin sınırlı ya da yetersiz kaldığını gösteriyor. Raporda gündelik ev işlerinin yanı sıra SKH’de yer alan çocuklarla ilgili konulara ilişkin veriler de sunuluyor. Bu veriler arasında şiddet, çocuk evlilikleri, kadın sünneti ve eğitim konuları da yer alıyor.
Geçtiğimiz Çarşamba, 5 Ekim 2016, Dünya Serebral Palsi Günü (World CP Day) idi. Serebral Palsi konusunun yazılarımda oldukça fazla yer bulduğunu sanırım çoğunuz biliyorsunuz. Ancak ne yazık ki, biraz da 5 Ekim tarihi yazı günüme denk gelmediği için, köşemde bu özel güne yer verme fırsatı bulamadım.
Dünya Serebral Palsi Günü, dünyanın 50’den fazla ülkesindeki Serebral Palsililer ve aileleri ile onları destekleyen organizasyonların başlatmış olduğu bir hareket. Amaç; Serebral Palsili çocukların ve yetişkinlerin toplumun diğer fertleri ile aynı haklara, aynı erişim olanaklarına ve aynı fırsatlara sahip olmalarının sağlanması. 2012 yılından beri her ekim ayının ilk çarşambası Dünya Serebral Palsi Farkındalık Günü olarak kabul ediliyor.
Facebook’ta “Serebral Palsi +18” adlı bir grup oluşturulmuş bulunuyor. Bu grubu ben de takip ediyorum. Geçtiğimiz günlerde grup üyelerinden Yavuz Öndem’in gönderdiği bir mesaj beni çok etkiledi. Bunun üzerine, yazdıklarını sizlerle paylaşabilmek için kendisinden izin istedim. Bakın neler söylüyor sevgili Yavuz:
“Gruba yeni katıldım. Amacım Serebral Palsili arkadaşlarıma ve ailelerine destek olmak, moral ve özgüven aşılayabilmek. Ben 25 yaşında bir Serebral Palsiliyim. Bilgisayar Öğretmenliği Bölümü mezunuyum, yüksek lisans yapıyorum ve dört senedir de memurum. Sadece şunu söyleyebilirim; kararlı ve gayretli olunca başarılamayacak hiçbir şey yok. Elbette biraz zor ve emek isteyen bir süreç, fakat inanın sonu güzel oluyor. Özellikle küçük yaşlarda yapılan fizyoterapi hareketlerinin faydası büyüyünce çok iyi anlaşılıyor. Annemin küçük yaşlardayken her gün üç saat fizyoterapistlerin söylediği hareketleri yaptırmış olmasının meyvelerini şimdi görüyoruz. Annem, o zamanlar bu kadar bilinçli olmadığı için, şu an ‘bilseydim çok daha fazla uğraşırdım’ diyor. ‘Fizik tedaviye götürüyorum, yeterli’ diye bakmayın sakın, o sadece yol gösterici bir yer; asıl faydayı evdeki uğraşlarınızın sonucunda görüyorsunuz. Yani özetle, sakın yılgınlık göstermeyin, umutsuzluğa kapılmayın. Unutmayın elinizdeki bir hamur, ne kadar güzel yoğurursanız, ileride o kadar güzel şekil alacak.”
8 Ekim 2016 Cuma günü (yarın), Dünya yeni bir olimpiyat türü ile tanışacak. Zürih’te gerçekleştirilecek olan dünyanın ilk ‘Biyonik Olimpiyatlar’ı, fiziksel engellilerin yaşadıkları zorlukları ve bu zorlukların yeni teknolojilerin kullanımı ile nasıl aşılabildiğini gözler önüne serecek.
Cybathlon -Biyonik Olimpiyatlar-; robotik protez, beyin-bilgisayar arayüzü ve mekanik dış iskelet içeren biyonik teknolojileri kullanan atletler için düzenlenen uluslararası bir yarış organizasyonu. Bu organizasyon, biyonik teknolojinin geliştirilmesi ve kullanımının yaygınlaştırılmasının teşviki amacı ile ETH Zürich (Swiss Federal Institute of Technology) tarafından Swiss National Central Competence Robotic Research işbirliği ile gerçekleştiriliyor.
Cybathlon, dünyanın önde gelen bilim adamları ile yapay uzuv kullanan engellileri buluşturacak. Bu organizasyon aslında Paralimpik Olimpiyatlar’ın biyonik versiyonu. Ancak Paralimpikler atletizm üzerinde odaklanırken, Cybathlon yeni geliştirilen robotik araçların fiziksel engellilerin günlük hayatlarını nasıl kolaylaştırdığını gösterecek. Yasal nedenlerden dolayı resmi olarak ‘Biyonik Olimpiyatlar’ ismi verilemeyen bu yarışmaya katılmak için çok fazla şart bulunmuyor. Yalnızca, yarışlarda gücün büyük ölçüde insandan değil de cihazdan gelmesi gerekiyor. Cybathlon organizasyonunda görev alan ETH Zürich Üniversitesi profesörlerinden Robert Riener, gündelik engellerin aşılması için teknoloji kullanılmasını desteklemek istediklerini söylüyor.
Cybathlon’a katılım için Ekim 2014’te açılan kayıtlar 1 Mayıs 2016 tarihine kadar devam etmiş durumda. Temmuz 2016’da Zürih’te gerçekleştirilen yarış provasında katılımcılara yardımcı robotik teknolojileri deneme ve değerlendirme fırsatı tanınmış bulunuyor.