2012 Yılının son aylarında, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü ile UNİCEF Türkiye işbirliğinde, engelli çocuklar, aileleri ve toplum arasındaki sosyal mesafenin azaltılması yolunda bir çalışma başlatıldı.
Bu çalışma kapsamında, öncelikle, toplumumuzun engelli çocuklara yönelik tutum ve algıları bağımsız araştırma şirketi A&G’ye yaptırılan bir araştırma ile belirlendi. Bu araştırmada; toplumun engelli çocukları nasıl tanımladığı, hangi durumları engellilik olarak kabul ettiği, engelli çocuklar ile ilgili bilgi düzeyi, bazı sosyal olaylarda engelli çocuklara yaklaşım, eğitimde engelli çocukların karşılaştığı sorunlar ve engelli çocukların sosyal hayata katılmalarının önündeki temel engellerin neler olduğu üzerinde duruldu. Araştırmanın sonuçları Mayıs 2013’te Ankara’da gerçekleştirilen, benim de katılmış olduğum, Çalıştay’da değerlendirildi. Bakanlık ve UNİCEF Temsilcileri, ilgili Sivil Toplum Kuruluşları ve öğretim görevlilerinin katıldığı bu Çalıştay’da çeşitli proje önerileri geliştirildi. “Bir Sen Daha Var” isimli proje, yapılan tüm bu çalışmaların sonucunda ortaya çıktı.
“Bir Sen Daha Var” Projesi; engelli olan-olmayanın bir arada olması ve birbirini anlaması gerektiğini, çünkü herkesin aynı haklara ve aynı ihtiyaçlara sahip olduğunu savunuyor. Pek çoğumuzun aynı isimleri paylaşıyor olmamızdan yola çıkan bu proje ile engeli olan çocuklar, onların aileleri ve toplum arasında var olan mesafenin kapanması hedefleniyor. Aynı zamanda, engelli-engelsiz birlikteliğinin toplumumuzu nasıl güçlendireceğine dikkat çekilmek isteniyor.
BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, engeli olan çocukların “saygınlıklarını güvence altına alan, özgüvenlerini geliştiren ve toplumsal yaşama etkin biçimde katılmalarını kolaylaştıran koşullarda eksiksiz bir yaşam”a sahip olmalarını öngörüyor.
8 Ağustos 2016 günü İlter Yüksel adlı anne 52 yaşındaki zihinsel engelli oğlu Tahir ile birlikte Lefkoşa’dan Adana’ya gidecekti. Seyahat edeceği uçak şirketinin kontuarına geldiğinde oğlu için 1 numaralı koltuğun verilmesini istedi. Zira Tahir’in bir takıntısı vardı:
Uçakla seyahat edeceği zaman hep 1 numaralı koltuğa oturmak isterdi. Ancak İlter Hanım’ın ricası dikkate alınmadı ve Tahir’e 2 numaralı koltuk verildi.
Uçağa bindiklerinde Tahir yine gidip 1 numaralı koltuğa oturdu. Çoğu zaman anlayış gösteren hostesler bu sefer zorluk çıkardı. Çok üzülen Tahir krize girdi, isteklerini sözle ifade etmekte yetersiz kaldığı için el-kol hareketleriyle oradan kalkamayacağını anlatmaya çalıştı. Olay kaptan pilota duyuruldu. Pilot anne-oğulu uçaktan indirme talimatı verdi. İlter Hanım ise itiraz etti; Tahir’in normal bir insan olmadığını, akıl sağlığı yerinde olsa bu şekilde davranmayacağını anlatmaya çalıştı. Kaptan pilottan empati beklediğini bildirdi, ancak sonuç alamadı.
Uçağa 5-6 polis ve bileti kesen görevliyi çağırdılar. İlter Hanım pilotla konuşmak istedi, ancak izin vermediler. Bu durumu gören uçaktaki diğer yolcular “onları indirirseniz biz de ineriz” diyerek ayağa kalktılar. Yarım saatlik bir rötarın ardından hostesler İlter Hanım’a kaptan pilotun kendilerini bir şartla uçurabileceğini bildirdiler. İlter Hanım’ dan, oğlunun uçakta herhangi bir taşkınlık yapması durumunda varışta polise teslim edilmesine izin veren bir yetki belgesi imzalaması isteniyordu. İlter Hanım bu teklifi kabul etti. Ancak havayolu şirketi böyle bir yetki belgesi imzalatmadan, hiçbir şey olmamış gibi uçağı kaldırdı.
Ankara’nın dev projesi Ankara Yüksek Hızlı Tren Garı, 29 Ekim 2016’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım’ın da katıldıkları görkemli bir törenle hizmete girdi.
“Ankara’nın en özel lokasyonunda AVM’si, restoranları, ofisleri, oteli, peronları ile bir yaşam merkezi” olarak tanıtılan Ankara Yüksek Hızlı Tren Garı’nın, mimarisi ve sosyal donatılarıyla Türkiye’nin ve Başkent’in en prestijli eseri olduğu söyleniyor. Günlük 50 milyon yolcuya hizmet verebilecek kapasitedeki garda 3 peron, 6 demiryolu hattı bulunuyor. Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan açılıştan hemen önce A Haber’e verdiği röportajda hem Ankara’nın yeni garında, hem de diğer yüksek hızlı trenlerde engellileri sonuna kadar düşündüklerini söyledi. Arslan aynı röportajda, iki adet engelli asansörü bulunan Ankara Yüksek Hızlı Tren Garı’nın en kolay erişilebilir gişesinin engelliler açısından engelsiz bir gişe olduğunu da ifade etti.
Doğrusunu isterseniz, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı’nın en azından yeni yapılarda engellilerin unutulmadığını gösteren beyanları gelecekle ilgili umutlarımı arttırdı. Ancak, ne yazık ki, sevgili okurum Gül Ceren Pekoğlu’ndan dün aldığım -aşağıda sizlerle paylaştığım- mektup umutlarımı hayal kırıklığına dönüştürdü.
“Merhaba Ayşegül Hanım. Yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum. Bizlerin sesi olduğunuz için çok teşekkür ederim. Ben akülü tekerlekli sandalye kullanarak kendimce engelsiz bir hayat sürdürmeye çalışıyorum. EKPSS ile atandığım Eskişehir Anadolu Üniversitesinde memur olarak çalışıyorum. EKPSS için çalışırken, Türkiye’nin en iyi engelsiz şehri olan Eskişehir’in hayalini kurdum hep. Engelsiz bir şehirde yaşamak için annemden ayrı yaşamayı dahi göze aldım. Çünkü 25 yıl bulunduğum Ankara’ da yaşamak biz engelliler için adeta bir azap. Unutmadan, Eskişehir’i engelsiz bir şehir haline getiren Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Yılmaz Büyükerşen’ e sonsuz teşekkür ederim.
Geçtiğimiz yıl Türk İşaret Dili Sözlüğü’nü hayatımıza katmış bulunan Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nce hazırlanan “Türk İşaret Dili Öğretim Materyali” kitabı işitme engelli öğrenciler ve öğretmenlerinin kullanımına sunuldu.
9 Kasım 2016 tarihinde İstanbul Fatih Mimar Sinan İşitme Engelliler İlkokulu’nda gerçekleşen bir toplantı ile tanıtılan Öğretim Materyalleri Kitabı, 2016–2017 öğretim yılında işitme engelliler ilkokullarının birinci sınıflarında kullanılabilecek. Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü ilkokulların ikinci ve üçüncü sınıflarının yararlanabileceği Öğretim Materyali Kitabı için de gerekli çalışmaları sürdürüyor.
Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu tarafından eğitim aracı olarak kabul edilen Türk İşaret Dili Öğretim Materyali Kitabı’nın tamamı görsel öğelerden oluşuyor. Öğretim materyallerinde iletişim dili olarak işaret dili, anlatım biçimi olarak da görsel kompozisyonlar kullanılmış bulunuyor.
Öğretim materyallerinde kullanılan –işitme engelli öğrencilerin temel ihtiyaçlarından, günlük yaşamından ve yakın çevresinden yola çıkılarak oluşturulmuş– 11 temada 624 sözcüğün işaret dilindeki gösterimi yer alıyor. Derslerde sözcüklerin işaret dilindeki karşılıklarının öğrenilmesi ile öğrencilerin iletişim sorunlarının azalması, özgüvenlerinin artması hedefleniyor. Sonuçta; işitme engelli bireyler arasındaki iletişimin gelişebileceği, işitme engellilerin bilgi kaynaklarına erişiminin kolaylaşacağı ve böylelikle akademik yönden gelişebilecekleri düşünülüyor. Arzu ederseniz, Türk İşaret Dili Öğretim Materyalleri Kitabı tanıtım videosunu <http://basinmus.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/videolar/video/m/spot50/> adresli linkten izleyebilirsiniz.
“Tourette Sendromu” çocuklukta başlayan, değişik şekillerde sıklıkla değişen hareket ve ses “tik”lerinden oluşan nörolojik bir bozukluk. İlk olarak 2. yüzyılda yaşadığı düşünülen eski Yunanlı hekim Kapadokyalı Aretaeus tarafından kayıtlara geçirilen bu sendrom 1884 yılında Fransız Nörolog Gilles de la Tourette tarafından tanımlanmış bulunuyor.
Bilindiği gibi, “tik”; vücudumuzdaki kas gruplarının (yüz, kollar, bacaklar, gövde) istemsiz, hızlı, tekrarlayıcı hareketlerine verilen ad. Tourette Sendromu’nda en sık görülen hareket tipleri göz kırpma, burun kıvırma, yüz ekşitme. Bu tikler bazen daha karmaşık bir hale gelip tüm vücudu içine alacak şekle dönüşebiliyor. Sendromda gözlenen ses tikleri ise boğaz temizlemek, bağırmak, havlamak şeklinde olabiliyor. Tikler zaman zaman şiddetlenip hafifleyebiliyor. Tourette Sendromu semptomlarına, bazen istemsiz küfretmek ya da uygunsuz sözcük söylemek de eklenebiliyor.
Tourette Sendromu’nda tikler genelde 4-6 yaş arasında başlıyor; 9-10 yaşlarında en üst seviyeye çıkıyor. Çoğu vakada ergenlik döneminin sonuna doğru tiklerin sayısı ve şiddeti azalıyor olsa da, genellikle, ömür boyu süren kronik bir rahatsızlık Tourette Sendromu. Bu sendroma dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk, dürtü kontrol bozuklukları, agresiflik, öfke patlamaları gibi diğer rahatsızlıklar da eşlik edebiliyor. Ayrıca, Down Sendromlu ve Otizmli bireylerin Tourette Sendromu taşıma riskinin normal bireylere oranla daha fazla olduğu görülüyor.
Tourette Sendromu’na tüm etnik gruplarda rastlanabiliyor. Erkeklerde görülme oranı, kadınlara göre üç-dört kat daha fazla. Kişinin zekâ düzeyini etkilemeyen bu sendrom, yaşam süresini de kısaltmıyor. Tourette Sendromlu bireyler -herhangi bir spor ya da müzik dalı gibi- sevdikleri bir işle uğraştıklarında ise tikler geçici süreliğine de olsa kaybolabiliyor.
‘Fırsatları Arttırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi’ anlamına gelen “Fatih Projesi” eğitim ve öğretimde fırsat eşitliğinin sağlanması amacıyla tasarlanmış bulunuyor. Bu proje, eğitimde teknoloji kullanımıyla ilgili olarak dünyada uygulamaya konulan en büyük ve en kapsamlı eğitim hareketleri arasında yer alıyor.
Bilişim teknolojileri araçlarının öğrenme-öğretme sürecinde daha fazla duyu organına hitap edilecek şekilde derslerde etkin kullanımı için başlatılmış olan Fatih Projesi’nin başarı faktörleri beş temel esasa dayandırılmış bulunuyor:
- Erişilebilirlik: Her an her yerden, zaman ve araçlardan bağımsız olarak hizmet sunabilmek
-
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), bireyin akademik başarısı, aile hayatı, sosyal ilişkileri ve özsaygısı üzerinde olumsuz etkileri olan ve oldukça sık görülen psikiyatrik bir bozukluk. Genellikle erken çocukluk yıllarında başlıyor. Türkiye’de okul çağı çocuklarında yapılmış bir çalışma çocuklarda DEHB yaygınlığının %8,1 olduğunu gösteriyor. 20. yüzyılda tanımlanan bir hastalık olan DEHB’nin Türkiye’de 600 bin kişide var olduğu tahmin ediliyor.
DEHB klinik olarak psikiyatrlar tarafından teşhis ediliyor, teşhis sırasında anne-babaların, öğretmenlerin gözlemlerinden yararlanılıyor. Tek bir test, tek bir muayene, ya da tek bir gözlem ile DEHB teşhisi mümkün değil.
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunun en sık gözlenen temel belirtileri:
- Dikkat eksikliği
- Belirli bir işe ya da oyuna dikkat vermede zorlanma
Serebral Palsi (Cerebral Palcy - CP) duruşu ve hareketleri etkileyen bir fiziksel engellilik durumu. Doğum öncesi, sırası ve bebeğin üç yaşına kadar olan yaşamında beyin ya da beyinciğin bir bölümünün hasar alması sonucu meydana geliyor. Tüm dünyada en yaygın görülen fiziksel engellilik hali bu durum. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2013 yılı verilerine göre dünya genelinde 17 milyon Serebral Palsili birey bulunuyor.
10 Ekim 2016 tarihinde yayımlanan “Hayat Dersi” başlıklı yazımda da ifade etmiş olduğum gibi, 2012 yılından beri her Ekim ayının ilk çarşambası Dünya Serebral Palsi Farkındalık Günü olarak kabul ediliyor. Toplumsal bir hareket olan Dünya Serebral Palsi Günü’nün amacı; Serebral Palsili çocukların ve yetişkinlerin toplumun diğer fertleri ile aynı haklara, aynı erişim olanaklarına ve aynı fırsatlara sahip olmalarının sağlanması. Bu amacın gerçekleşebilmesi için her yıl farklı kampanyalar yapılıyor, etkinlikler düzenleniyor.
Dünya Serebral Palsi Günü Hareketi, CP’nin yılda sadece bir gün hatırlanması yerine her gün gündemde olması için farklı projelere imza atıyor. Bu amaçla Hareket’i başlatan ülkelerden sosyal hayattaki başarılarıyla rol model olan kişiler, birer yıllık sürelerle, Dünya Serebral Palsi Günü Komitesi’ne seçiliyor. Komite’nin bu yılki Türkiye temsilcisi Umut Koşan.