Paylaş
“Hayır” dememin en önemli etkenlerinden biri Recai Kutan’ın bizlerle yaptığı toplantıydı sanırım.
Kendi dünyamda yaptığım istişare neticesinde Abdullah Gül ve arkadaşlarını haksız görmüştüm.
Yenilikçi kanatta sevdiğim, saygı duyduğum birçok isim vardı ama partide kalarak mücadele etmelerini istiyordum. Partinin bölünmesine gönlüm razı değildi.
Sadece benim değil, birçok kadın arkadaşımın da düşüncesi bu şekildeydi. Geriye dönüp baktığımda o dönemde siyaset yapan kadınların ne kadar temiz olduğunu bir kez daha anlıyorum. Sessiz kahramanlardı onlar.
Hesapsız, kitapsız emek verdiler. Daha güzel yarınlar olsun diye davalarını; gençliklerinin, ailelerinin, çocuklarının önünde tuttular.
Neyse, Abdullah Gül’den kadın mevzusuna neden geldim izah edeyim. Hayrunnisa Hanım, eşinin cumhurbaşkanlığından ayrılış sürecinde bazı gazetecilere tavır göstererek; “28 Şubat döneminde benim başörtümün tartışıldığı günlerde bile bu kadarını görmedik.” deyince, bizim mahalle klasik söylemine başladı: “Hayrunnisa Hanım, geçmişini unutma!”
Öyle ya, bir geçmişimiz var bizim; geleceğimizi esir vermemiz istenen bir geçmiş.
Çünkü başörtümüz var bizim… Özgürlüğümüzü borçluyuz, unutmamalıyız.
İşte, bizim mahalle kadın mevzusunda ne kadar özgürlükçü ise siyaset yapmak isteyen Abdullah Gül’e de o kadar özgürlükçü.
Bakın Abdullah Gül sevgisine. O kadar seviyorlar ki (!), siyasette ezilmesini,üzülmesini istemediklerinden makamlar üstü görevler telkin ediyorlar kendisine.
Dünün yenilikçisi olan Gül’e bugün gelenekçi muamelesi yapılıp, siyaset dışı alternatifler önerilmesi de kaderin cilvesi olsa gerek.
Siyaset öylesine enteresan bir şeydir ki, dün haksız gördüğünüz birinin bugün haksızlığa uğradığını görüp üzülürsünüz.
Evet, bugün Abdullah Gül’ün siyaset dışı tutulmak istenmesini ve bunun hissedilir şekilde yansıtılmasını haksızlık olarak görüyorum. Yamamaya filan gerek yok arkadaşlar, çok net ortada.
Beraber ıslanılan yağmurlarda “Sen ıslanma, hasta olursun.” denildiği aşikârdır Gül’e…
Paylaş