Paylaş
Asansöre biniyorsun, önceden kabinde olan iki kişi sanki birbirine küs, ikisi de zıt yönlere bakıyor. Sana bir ara gözlerini dikiyorlar, kısa bir bakış fırlatıp başka yönlere dalıyorlar yine, asansörde geçecek kısacık bir vakti yemeye çalışarak.
Metronun merdivenlerinde sırt çantasını sırtına heybe gibi atıyor öndeki delikanlı, çanta ağzının ortasına vuruyor insanın. Ağzından geri sekiyor çanta, demiyor ki ‘Bu çanta neye çarptı da sırtıma oturmadı?’ İstifini bozmadan çantayı bir daha yerleştiriyor sırtına yine savurarak. Sen yüzünü sakınıyorsun artık ikinci hamleden.
Metronun kapısı açılıyor, içerdekiler dışarı çıkıyorlar doğal olarak ama ne mümkün! Kapılar bloke, çünkü dışardakiler içeriye girmek için metroya hücum ediyorlar. ‘Bana ne kardeşim, iki durak sonra in!’ havasında herkes. İtiş kakış, birbirlerinin içinden geçerek, çokça söylenerek, yapış yapış sürtünerek, yer değiştiriyorlar.
Adamın biri gözünü dikiyor sana metroda. Çift kapılı buzdolabı kolisi gibi olmasan, kadın olsan mesela, haklı olarak ürkersin. ‘Ne bakıyorsun kardeşim?’ demene ramak kala gözlerini kaçırıyor, sen de ‘tövbe tövbe’ hissiyatıyla önüne dönüyorsun ama elde değil, bir daha kafanı çeviriyorsun, yine sana bakıyor! ‘Boş boş bakıyordur adamcağız, kim bilir neler düşünüyor’ diyorsun içinden. Ama o içinden seninle ilgili empatik bir şey düşünmüyor, bakıyor da bakıyor. Yüzünde bir tebessümden iz olmadan, canı sıkılana kadar süzüyor seni.
Apartmanda, elinde torbalar, daracık bir merdivende yukarı tırmanıyorsun eski bir kamyon gibi oflayıp puflayarak. Aşağıya biri iniyor, demiyor ki ‘Dur, şu son iki basamağı da çıksın adam da, ben sonra ineyim’. Üstüne üstüne kırıyor vücudunu; yan yana, sürtüne sürtüne, zar zor geçiyorsun merdivenden. Göğüs göğüse sürtünüyorsun elin adamıyla; eşinle, sevgilinle bu kadar yakın olmamışsın o sabah halbuki.
Bir kelime konuşmuyorsun kimseyle. İstesen de konuşamıyorsun. Herkes mayın gibi dolaşıyor. Biraz ama çok az sert yapsan, yumruk yumruğa kavga edeceksin kesin. ‘Yavaş olsana kardeşim? Biraz dikkat eder misiniz? Hayırdır arkadaşım? Pardon ama...’ cümlelerinden birini kursan, ‘Ne diyorsun arkadaş!’ diye başlayacak belli ki ve çok kısa sürecek o diyalog. Kesin kavga çıkacak da, kimse neden bilmeyecek ve yüzde yüz nedeni kavgadan daha önemsiz olacak.
Bu insanlar, insanlıktan nasibini almamış; karısına, çocuğuna eziyet eden, şiddet uygulayan gözü kara yaratıklar da değil! Sıradan, senin gibi, benim gibi insanlar. Kafaları dolu. Canları sıkkın. İstedikleri işleri yapamayan, istedikleri işleri yaparken istedikleri kazançları elde edemeyen, ödemelerini denkleştiremeyen, kafaları bidon gibi dolu, kendi mutsuzlukları içinde kararmış normal insanlar.
İnanın ben de öyleyim çoğu zaman!
Fakat ben, bir tepki olarak ve gülümseyerek ‘Günaydın!’ diyorum onlara.
Yüzüme bakmayan, koluma sertçe çarpıp kaçan, uzun uzun gözlerini diken, ağzıma çanta patlatan, apartmanın merdiveninde köşe kapmaca oynadığım insanlara ‘Günaydın!’ diyorum her sabah.
Bir anlık da olsa toparlıyor kendini. Küçük bir temenni, bir selamlama, beklenmeyen bir anda duyulan bir kelime sarsıyor karşıdakini.
Ya ‘Manyak mı bu herif acaba?’ diyor ya da belki, o da günü aydın geçsin istiyor. Bilemiyorum ve önemsemiyorum. Çünkü, bir çoğu zoraki bir tebessümle de olsa ‘Günaydın!’ diyor geri! Kimi gerçekten silkelenip gülümsüyor bile.
Bulaşıcı olmasını, yayılmasını umut ederek her sabah bunu yapıyorum. Çok da iyi geliyor, en azından bana...
Size de tavsiye ederim, deneyin bakın, çok şey fark ediyor.
Günaydın!
Not: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @anlatanadam
Paylaş