Genç yaşına rağmen, yönettiği grup, her yıl 150 bin yabancı turiste bir yandan Türk lezzetlerini tattırırken bir yandan da misafirperverliğimizi gösteriyor, 50 bin yerli turiste ise dünya standartlarında turizm hizmeti sunmak için çalışıyor. Topluluğun temellerini baba Asri Vehip Sengel atmış. 1957’de bulaşıkçılıkla başladığı iş yaşamını disiplin ve dürüstlük anlayışı içinde sürdüren Asri Bey, 1998’de işadamı Ali Baysal’la Hitit Otel Restaurant’ı, 2000’de de Şirince Artemis Restaurant’ı işletmeye açmış. 2010’da vefatından sonra Sengel Group’un yönetimine Gökhan Sengel geçmiş ve ablası Handan Hanım’la birlikte topluluğu büyütmüş. Annesi Emel Hanım da manevi desteğini bir an olsun esirgememiş, her zaman yanlarında olmuş. 1979 doğumlu Gökhan Bey, İzmir’in ünlü avukatlarından Filiz Sengel’le evli ve ‘Nefes’ adında bir kızları var. Gökhan Sengel’in en önemli özelliği son derece neşeli ve enerjik olması. Öyle ki, söyleşi boyunca gülümsemesi bir an durmadı. Tanıdığım en pozitif insanlardan biri olduğunu söyleyebilirim. Doğduğu ve doyduğu kent Selçuk onun için çok ama çok önemli. Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, tarihi ve doğal güzellikleri içinde barındıran bu antik şehirde yaptığı her yatırımla istihdamına ve ticari hayata katkı sağlarken, bir taraftan da sosyal sorumluluk projeleriyle gelişimine ve tanınmasına destek veriyor. O anlattı, biz dinledik...
HAYAT FELSEFESİ
Babamın ilk iş günümde söylediği sözü hayatımın her alanında kullanıyorum: ‘Gerçek usta, çıraklığını unutmayandır.’
OTOMOBİL
Şans ve mücadele demek
Bu haftaki konuğum da bir müzisyen. Ama o, Mozart’ın aksine duygularını şiirle de anlatabiliyor. Çünkü aynı zamanda bir şair! O, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası (İZDSO) viyolonsel sanatçısı Hakan Cem... Aynı kurumda 10 yıl süreyle çeşitli idari kademelerde de görev yapan Cem, hayatını ses ve söz üzerine kurmuş gönül dostu bir insan. İZDSO’nun müdürlüğünü yürüttüğü dönemde ‘Çocuklarla Senfoni’ ve ‘Müzik Atölyesi’ ile klasik müziğin on binlerce çocuğa ulaşmasına öncülük etmiş bir sanatçı. İşi müzik ama edebiyata da aşık! Sıkı bir yazar. Yayımlanmış 4 kitabı var. ‘Ölüler İçin Kılavuz’ adlı son eseriyle Kuşadası Eğitim ve Geliştirme Vakfı’nın (KEGEV) M. Sunullah Arısoy 2014 Ödülü’ne layık görülen bir şair. Aynı zamanda Pen Yazarlar Derneği Üyesi. Çalışkan, titiz, disiplinli biri. Eşine ve çocuklarına düşkün örnek bir aile reisi. Aynı zamanda evinden çiçeği hiç eksik etmeyecek, her evlilik yıldönümünde tüm aileyi alıp stüdyoya gidip mutlaka fotoğraf çektirecek kadar naif ve ince ruhlu. Dahası mı? O halde keyifli okumalar...
KARİYER
Hayalim hukukçu olmaktı
· Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuvarı mezunuyum. İzmir Devlet Senfoni Orkestrası viyolonsel sanatçısı olmanın yanı sıra aynı kurumda 10 yıl süreyle çeşitli idari kademelerde de görev aldım. Yönetim kurulu üyeliği, müdür yardımcılığı ve müdürlük yaptım. Küçükken Devlet Tiyatrosu’nda çocuk sanatçıydım. Radyoda ‘Çocuk Saati’ ve büyüklerin ‘Arkası Yarın’ programlarının çekimlerinde rol aldım. Hayalim ise hukukçu olmaktı.
BESLENME
Deniz ürünlerini tek geçerim
· Yıllardır hafta içi diyet ekmek, peynir ve çaydan oluşan kahvaltım var. Hafta sonları sofram biraz daha genişler. Çengelköy badem salatalığı çok severim. Öğlenleri genelde dışarıda ve hafif geçirmeye çalışırım. Akşamları günün yorgunluğunun güzel bir yemekle atılabildiğini düşünürüm. Et ve minik minik tatların yer aldığı bir masaya ‘Hayır’ demem. Deniz ürünlerini tek geçerim. Pırasayı hiç sevmem. Mutfakta beyaz ve kırmızı etlerin şefliğini yapmak güzel. Deniz ürünlerim meşhurdur.
Yaşamda hiçbir zaman çıkar peşinde koşmamış bir insan... Her zaman iyimser olmuş, ne yazık ki bu özelliği çoğu kişi tarafından birçok kez kullanmış dünya tatlısı bir adam... Yine de yılmamış, ama son yıllarda artık çıkarcılardan elini eteğini çekmiş, kendini iyiden iyiye sanata ve yazmaya vermiş bir edebiyatçı... Öğrenciler okutmuş, elbisesi olmayana elbisesini, paltosu olmayana paltosunu vermiş bir iyiliksever...
Özellikle kızları okutmak ve meslek sahibi yapmak için her şeye göğüs germiş bir eğitim neferi... Okullarda yaptığı çalışmalarla onlarca gence tiyatroyu sevdirmiş, onların bu sanat içinde olmalarını sağlamış bir sanatsever... Yardımlaşmayı sevdiğinden ülke genelinde şimdiye kadar 30 bin kitap bağışlamış, eserlerinden alanlardan 10 kişiye okumayı sevdirdiyse bundan mutluluk duymuş bir yazar... Ülkemizde hemen hemen adım atmadık yer bırakmamış, orada çocuklarla söyleşmiş, kitaplarını imzalamış, Anadolu’daki kitap fuarlarının aranan yüzü olmuş günümüzün modern Evliya Çelebisi... ‘Nerede doğdunuz?’ diye sorduğunuzda ‘Hastanede’, ‘Ne zaman doğdunuz?’ dediğinizde ‘Gece yarısına doğru’, ‘Burcunuz nedir?’ diyerek merakınızı gidermesini istediğinizde ‘Çok çalıştığımdan olsa gerek eşek burcu’, ‘Hangi takımı tutuyorsunuz?’a ise ‘En güzel çalabilen bando takımını’ gibi ‘sıradışı’ yanıtlar verecek kadar da nüktedan ve hazır cevap... ‘Canım öğrencilerimin bunları okuyunca yüzlerinde eskiye özlemle bir gülümseme oluşacağına eminim. Bu yanıtları dün gibi anımsayacaklardır’ diyen bir gönül üstadı... O, adının aksine huzurdan, barıştan, kardeşlikten, sevgiden beslenen; yazdığı onlarca kitap ve yetiştirdiği öğrenciyle soyadının hakını fazlasıyla veren Savaş Ünlü... Ünü sınırları aşan Savaş Abi’yi çok sevdiği İzmir’de ise bazı okulların davetleri dışında yerel yönetim etkinliklerinde görmek olası değildir... Katılmaz mı, davet mi edilmez, belli değildir. Burcunun gereği o konularda hiç yorum yapmaz. Sait Faik’in, ‘Her şey bir insanı sevmekle başlar’ sözü onun rehberidir... Gelin, hayatındaki çok bilinmeyenleri birlikte okuyalım...
HAYAT FELSEFESİ
Yaşama gülümse, yaşam da sana gülümsesin. İnsanları koşulsuz sev. Zorda olana koş, yardımcı ol. İncin ama incitme, kalp kırma...
Dolayısıyla, sorularıma da ‘Ilgın’ ve ‘Serhat’ olarak yanıt verdiler. Gelelim, “Onlar kim?” sorusunun yanıtına... Onlar plazalarda çalışmaktan, metrobüs çılgınlığından, şehir koşturmasından, içinde ne olduğunu bilmedikleri gıdalar tüketmekten bıkıp bundan tam 1 sene önce, yıllardır hayalini kurdukları köy yaşamının kapısını aralayan pırıl pırıl bir çift. Ve, o aralıktan gördüklerine daha fazla uzak kalamayacaklarını anlayıp derlenip toplanıp İstanbul’dan arkalarına bile dönüp bakmadan kaçan gencecik bir kadınla bir erkek.
Küçücük bir arabanın arkasına sığdırdıkları eşyalarıyla köy köy, o çiftlik senin, bu çiftlik benim gezip çapa sallayan, hasat yapan, salça kaynatan, özetle göçebe yaşamın tadını çıkardıktan sonra, “Arazi mi alalım, hayvancılık mı yapalım? Buğday mı eksek, yoksa zeytin bahçesi mi?” diye dolanırken, bu hikayede üretenin tüketiciye, tüketicinin üreticiye uzak kaldığını gören Ilgın ve Serhat Sayıcı... “Biz de dedik ki, madem durum budur... Üreticiyle ahbap olduk, eşimiz dostumuz da köyden gelirken getirdiğimiz yumurtanın yolunu gözlüyor, o zaman biz de aradaki köprü olalım. En sevdiğimiz, en çok zaman geçirdiğimiz, köylüsünü, üreticisini en çok tanıdığımız Çanakkale’ye yerleşmeye ve 15 günde bir heybemizi doldurup İstanbul’a getirmeye niyet ettik. Hayalimiz hem yerel tohum kullanan, toprağını ‘Nimet’ deyip kirletmekten korkan, kendi yemediğini kimseye yedirmeyecek olan yerel üreticiye destek olmak, hem de şehirde her lokmasında tuhaf bir endişe yaşayanların yüreğine su serpmek. Ne ticaretten, ne de paradan anlıyoruz. Daha şimdiden hesap yaparken yamulup eşe dosta sarılıyoruz. Elimizden pek güzel gelenler olduğu gibi, aklımızın almadığı iş de çok olacak biliyoruz. Aklınıza, fikrinize, eleştirinize, övgünüze ihtiyacımız olacak. ‘Bütünün hayrına’ diye yola çıktık. Bu yol hepimiz için güzel olsun” diyerek yola çıkan bu gerçekten ‘sıradışı’ karı koca kurdukları ‘Tohumdan Sofraya’ sitesiyle bir yandan doğala hasret kalanlara yardımcı oluyor, bir yandan da hayallerini gerçekleştiriyor. Ve de bunu yaparken çok ama çok eğleniyorlar. Öyle çok paraları, malları, mülkleri yok. Ama mutlular ve birilerini mutlu ediyorlar. Zaten gerisini de hiç mi hiç önemsemiyorlar. Bunu nasıl mı başarıyorlar? İşte o da minik kutularda gizli! Okuyun, inanın siz de en az benim kadar keyif alacaksınız.
HAYAT FELSEFESİ
Az tüket, çok üret. Üretemiyorsan türet.
16 yaşında okul çıkışı büyük bir trafik kazası geçirdi. Öleceğini düşündüler, ama o pes etmedi! 1 yıl yataktan kalkamadı. Defalarca ameliyat oldu. 2 sene koltuk değnekleriyle yürüdü. Kişisel azmi ve ailesinin desteğiyle 3 yıl süren tedaviler sonucu yeniden yürümeyi başardı. Olup bitene takılıp kalmadı. ‘Yaşandı, geçti’ kabul etti. Kısa sürede de kazanın tüm izlerini hayatından çıkardı. ‘Hayatın ne zaman ne getireceği hiç belli olmuyor’ diyerek, içinde bulunduğu anı keyifli yaşamaya karar verdi. 38 yaşında yeni bir başlangıç için ABD’ye gitti. Psikoloji masteri yapıp Türkiye’ye döndü. Yeniden iş hayatına atıldı. Bu kez de kanser olduğunu öğrendi. O gece, ‘Neden ben?’ diye çok ağladı. Ancak yılmadı. Onu da yendi. Ardından, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in örnek gösterdiği bir girişimci kadın olarak karşımıza çıktı. Evet... O, Bedriye Hülya... Yarattığı ‘b-fit’ markasıyla ülkemizin dört bir yanında kadınları spor yapmaya ve girişimci olmaya teşvik eden kişi. Bir proje insanı. 23 yaşından beri şirket kuruyor. İnanılmaz mücadeleci ve yaratıcı. Sözlüğünde ‘Olmaz’ diye bir kelime yok. Aynı zamanda güleç ve sempatik. Kendi ifadesiyle hayattaki en büyük artısı çok kitap okuması. En önemli özelliği ise, İzmirli oluşu. “Hayatım boyunca hep bir şeyler yapmak istedim. Çocukluğumdan beri dosyalarım oldu. Onlara yapmak istediğim şeyleri yazdım. 300’üme kadar yaşasam yapacak işim var. Ruh halim ben budur” diyerek her zaman sıfırdan, yeniden kurmaya hazır hayatıyla ilham veren Bedriye Hülya, hayatının ‘sıradışı’ yanlarını Hürriyet EGE’ye açtı. Keyifle okumanız dileğiyle, iyi pazarlar...
HAYAT FELSEFESİ
Olmuşla ölmüş arasındaki tek fark 4 noktadır. ‘Tamam, ben oldum artık’ dediğimiz günün, hayatı yaşamamayı seçtiğimiz gün olduğuna inanıyorum. Kanımca, gelen yeni deneyimlerin üzerine atlamak bizi diri tutuyor.
OTOMOBİL
Erkek gibi sürücüyüm
Küçüklükten beri aile mesleği nedeniyle restoranlarda büyüdüğü için mutfak ve servis her zaman ilgisini çekmiş. Başta babaannesi olmak üzere, babası, amcası, teyzesi vs herkesin çok iyi yemek yaptığı, uzun sofraların kurulduğu geniş bir ailesinin olması onların izinde gitmesi için itici güç olmuş. Arkadaşları gezip eğlenirken o boyu yetmediği için sandalyenin üzerine çıkıp aile fertlerinin birbirinden leziz tatlar hazırlayışını seyrederek büyümüş. Ancak bununla yetinmemiş. Bilkent Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği’nin ardından dünyanın en iyi 3 aşçılık okulundan biri kabul edilen ABD’deki French Culinary Institute’de aşçılık eğitimi almış. Sonrasında İtalyan mutfağı ve şarap konusunda da kendini geliştirmiş.
Yurtiçi ve dışında Michelin yıldızlı ve lokal restoranlarda şeflik yapmış. Şimdi ise, baba Ahmet Günter Sezener’in kurduğu 34 yıllık geçmişe sahip Ristorante Pizzeria Venedik’i kardeşi Melodi’yle birlikte yönetiyor. Yıllardan beri değişmeyen tadı ve hizmet anlayışıyla İzmir’in kalbindeki küçük İtalya’yı andıran mekanda eski köye yeni adet getirmeden hem aile işini büyük bir aşkla devam ettiriyor, hem de çok özel tatlar yaratıp her anını mutfak sanatlarıyla dolduruyor. Genç, dinamik, çalışkan, yaratıcı, yenilikçi bir ruha sahip. Hayatının odak noktası yemek. Yemeklerinin esin kaynağı seyahat. Seyahatlerinin en güzel yanı ise iyi malzeme avı. “Yaşadığım ve gezdiğim yerlerden, tadıp etkilendiklerimden, anılarımda biriktirdiğim, bereketli topraklarımızın bize sunduğu eşsiz ürünlerden derleme yapmayı seviyorum. Menülerimi hazırlarken üzerinde titizlikle durduğum yerel ürünlerin kullanılması. Bunu yaparken de dünya mutfak trendleri ve teknikleriyle birleştirmek. Bizlere tanıdık gelen ürünlerin daha farklı bir şekilde yorumlanması, alışılagelmişin dışına çıkılması beni mutlu ediyor” diyor.
HAYAT FELSEFESİ
Hayatı bütün tatlarıyla keyifli yaşamak.
O, 1961’de, yaptığı özel ayakkabılarla, 8’inci denemesinde İstanbul Boğazı’nı (Baltalimanı’ndan Anadolu Hisarı’na) 56 dakikada yürüyerek geçen ilk insan... Steve Frayne’den tam 50 yıl önce suyun üstünde yürümeyi başaran pırıl pırıl bir denizci yüzbaşımız... Ne yazık ki, en büyük hayali olan Süveyş Kanalı’nda yürüyemeden bu hayata gözlerini yummuş, unutulmaya yüz tutmuş bir efsane. Bu haftaki konuğu ise onun oğlu. Yani sevgili Erol Hülagü... Sanırım genleri babasından geçmiş. Zira, o da babası gibi hep ‘ilk’leri yapmak isteyen ve bunu da başaran biri. Neler mi? Türkiye’nin en büyük satış destek şirketini kurdu. 250 dönüm çöplükten en büyük otomobil yarış pisti İzmir Yarış Pisti’ni yaptı. İlk özel motosiklet kupasını düzenledi. Çocuklara güneş enerjili otomobil yaptırıp yarışmalarını sağladı. İzmir’de ilk alternatif enerji çalıştayını düzenledi. Trafikten çekilmiş Hacı Murat’ları yarıştırdı. Türkiye’nin sürdürülebilir tek bisiklet turunu organize etti. Tabii bunlar bir çırpıda akla gelenler. Emin olun sayısını kendisi de hatırlamıyor! Tam bir koşturmaca adamı. Hem daim dinamik, her daim enerjik. Pire gibi... Ya da bir nevi atom karınca... Bir o kadar da yaratıcı. Ve tüm bunları çocukluk hayali olan orkestra şefi gibi büyük bir ahenkle gerçekleştiriyor. Hayat felsefesine uygun olarak mutlu olduğu, keyif aldığı işleri yapıyor. İnanılmaz gözlemci. Öğrenmeye aç. Öğretme ve paylaşma konusunda müthiş bonkör. Ne olursa olsun o hep çok iyi. Şükretmeyi bilenlerden. Ailesi her şeyin önünde. ATV motosiklet tutkunu. Salatalarıyla ünlü. Tipik koç. Kabına sığmıyor. Yönetici ruhlu. Organizasyonu ve yeniliği seviyor.
HAYAT FELSEFESİ
Hayattan zevk al. Mutlu olduğun, keyif aldığın işleri yap. Devamlı gözlem yap. Öğren, öğret ve paylaş. ‘Nasılsın?’ diye sorulduğunda mutlaka ‘Çok iyiyim’ de. Çok iyi olursun, çok iyi olur. Daima şükret. Ailem her şeyin önündedir. Annemin, eşimin ve çocuğumun önüne hiçbir seçenek olamaz.
OTOMOBİL
Kimse sağda oturtamaz
* İlk arabam Anadol’du. Ön tamponunu söküp 15 santimlik çelik çekme boru koymuştum. İsmi ‘İtici’ idi. Şimdi Renault Scenick kullanıyorum. Hep soldayım. Çok da keyif alırım. Sağda oturmaktan tedirgin olurum. Alacağım araç yüksek olmalı, çevremi rahat görmeliyim, rahat binip inmeliyim, içi ferah, otomatik olmalı. ATV motosikletim var. Yıllardır şehir içinde ve Çeşme’e onu kullanırım. Yavaş ve sakin bir sürücüyüm. 1977’den bugüne sadece 3 kez ceza yedim.
Göreve geldiği mayıs ayından bu yana geçen 6 aylık sürede ezeli rakip Göztepe’nin Başkanı Mehmet Sepil’i Euroleague’de Barcelona Lassa ile oynadıkları maçı izlemek üzere Arena’ya davet edecek ve geçtiğimiz hafta sonu Atatürk Stadı’ndaki karşılaşmada da tribünlerin yarısını Göz Göz taraftarına ayıracak kadar cesur, kararlı, gözüpek ve centilmen. Sporun aslında kavga değil, sevgi olduğunu bilen ve göstermeye çalışan, bundan dolayıdır ki, fair-play ödülüne aday gösterilen gerçek bir beyefendi. O, Türk sporunun köklü kulüplerinden Karşıyaka’nın Başkanı Ali Erten...
Aslında makine mühendisi. Çocukken pilot olmak istemiş. 30 yıldır ise proje geliştirme ve müzayedecilik üzerine çalışıyor. Şimdi, profesyonel iş yaşamındaki deneyimini, bilgi birikimini, tecrübesini ve enerjisini Kaf-Kaf için harcıyor. Adeta KSK ile yatıp, KSK ile kalkıyor. Öyle ki, “Biliyorsunuz insanlar rüyaları siyah beyaz görür. Benim rüyalarım bile yeşil kırmızı. Kaybedersek günlerce kendime gelemem” diyor. Dostları ve disiplinli bir ekiple projelerini gerçekleştirmeye çalışıyor. Ciddi zaman alsa da şerefli bir görev yapıyor. Zorlukların da bilincinde. “Ama bizde de o zorlukları aşacak bilgi, birikim ve inanç var. İnşallah 1-2 yıl içinde Karşıyaka Spor Kulübü tesis ve kurumsal yapı anlamında çok iyi yerlere gelecek. Stadı, salonu ve altyapı tesislerini bitireceğiz. Bu büyük ve köklü yapıyı gelecek kuşaklara daha sağlam bırakmak gibi bir görevimiz ve misyonumuz var” diyerek de buna olan inancını ortaya koyuyor. Dahası... Güçlü aile bağları var. Raftingten keyif alıyor. Yumurta hastası. Gemi tatilinden hoşlanıyor. Bahçe işlerini çok seviyor. Öyle ki, evinin terasında mini bahçesi mevcut. Fotoğrafçılıkla ilgili. Gitar çalıyor. Saka ve florya cinsi kuş besliyor. Kadere inanıyor. Hayatta her ne yapıyorsa onun daima en iyisini yapmaya çalışıyor. Her sorunun birden çok çözümü olduğunu düşünüyor, olmuyorsa bakış açısını değiştiriyor. İnandığı konuda asla pes etmiyor, vazgeçmiyor, değerlerini terk etmiyor. Mütevazı, ama aynı zamanda da kararlı.
HAYAT FELSEFESİ
Hayat felsefemi üçüncü bir gözle şöyle özetleyebilirim: Hayat her şeyi yapabilmek için çok uzun değil. Bu nedenle aralarından bazılarını, mümkünse en sevdiğini, en keyif aldığını ve en çok eğlendiğini seç ve her ne yapıyorsan onun daima en iyisini yapmaya çalış. Her sorunun birden çok çözümü vardır. Olmuyorsa bakış açını değiştir. İnandığın konuda pes etme, vazgeçme, değerlerini terk etme, mütevazı ama kararlı ol.
OTOMOBİL