Güncelleme Tarihi:
Futbolun dinamikleri hızla değişiyor. Artık sadece yetenekli olmak değil, genç yaşta profesyonel seviyeye ulaşmak da başarıyı belirleyen önemli bir faktör oldu.
Avrupa’da kulüpler hem ekonomik sürdürülebilirlik hem de sportif başarı için altyapıdan yetişen genç futbolculara her zamankinden daha fazla yatırım yapmaya başladı. Bu değişim, sadece sahada değil, transfer politikalarında ve kulüp stratejilerinde de açıkça görülüyor.
BARCELONA BAŞI ÇEKİYOR
Bu dönüşümün en çarpıcı örneklerinden biri, bu sezon gençleriyle Avrupa sahnesine damga vuran Barcelona oldu. Real Madrid’i dört maçta da mağlup eden Katalan ekibi, La Masia’dan yetişen yeni nesil yıldızlarıyla adeta 2008 ruhunu yeniden canlandırmışa benziyor.
Özellikle Lamine Yamal, Ballon d’Or adaylarından biri olarak ön plana çıkıyor. Barcelona Sportif Direktörü Deco, Mundo Deportivo’ya verdiği röportajda genç oyuncunun yeteneğine ve gelecekte bu prestijli ödülü kazanma potansiyeline dikkat çekti:
“Lamine Yamal’ın Ballon d’Or’u kazanmasını çok istiyorum. Yeteneği ve gösterdiği oyunla bu ödülü hak eden oyunculardan biri. Elbette, böylesine prestijli bir ödülü kazanmayı hak eden başka oyuncularımız da var. Örneğin, Rafinha da bu sezon harika bir futbol sergiledi. Ancak Yamal’ın çok yüksek bir potansiyeli olduğunu vurgulamalıyım. Göreceğiz, her şey eylül ayında belli olacak.”
Lamine Yamal
ÖN PLANA ÇIKAN İSİM SADECE YAMAL DEĞİL
Lamine Yamal dışında Barcelona’da Pedri (22), Balde (21), Casado (21), Fermin Lopez (22), Gavi (20) ve Cubarsi (18) gibi isimler de artık takımın temel taşları arasında. Ayrıca altyapıda dikkat çeken yeni yetenek Fode Diallo da (Barcelona altyapısı adına 30 maçta 96 gol üretti) şimdiden geleceğin yıldızı olarak gösteriliyor.
ARDA, JOAO NEVES, DESIRE DOUE VE NİCELERİ
Bu gençlik rüzgârı sadece Barcelona’yla sınırlı değil tabii... Örneğin Real Madrid’de taraftarın göz bebeği olan Arda Güler (20), Ancelotti yönetiminde beklediği şansı pek fazla bulamasa da Xabi Alonso önderliğinde takımın kritik oyuncusu olabilir.
Öte yandan PSG’nin Joao Neves (20), Desire Doue (19) ve Warren Zaire-Emery (19) gibi gençleri Şampiyonlar Ligi vitrinine çıkarması, Avrupa genelinde genç futbolcu trendinin ne denli güçlü olduğunu gösteriyor. Tüm bu isimlerin yanında Leipzig’in golcüsü Benjamin Sesko (21) gibi oyuncular da transfer piyasasında büyük ilgi görüyor.
Ancak Türk futboluna baktığımızda bu kadar parlak bir tablo göremiyoruz. Avrupa kulüpleri altyapı yatırımları ve genç oyuncu gelişimiyle dikkat çekerken, Türk takımlarının hâlâ kısa vadeli transfer politikalarına yönelmesi önemli bir handikap oluşturuyor.
Finansal sorunlarla boğuşan kulüplerin, genç yeteneklere yatırım yapmak yerine kaynaklarını yanlış yönlendirmesi, Avrupa ile aradaki farkın daha da açılmasına neden oluyor.
Yine de son dönemde basında yer alan haberler, üç büyüklerin genç oyunculara yönelmeye başladığını gösteriyor. Örneğin gelecek sezonun planlamaları kapsamında transfer çalışmalarını sürdüren Beşiktaş'ın, Polonya futbolunun son yıllarda yetiştirdiği en büyük yeteneklerden biri olarak kabul edilen Jagiellonia Bialystok’un 17 yaşındaki forveti Oskar Pietuszewski’yi takibine aldığı iddia edildi. Adı Fenerbahçe ve Galatasaray ile anılan genç oyuncular da var.
Bu gelişmeler, Türk futbolunda genç yeteneklere yönelimin artmaya başladığını gösterse de, altyapıdan yetişen oyuncuların başarıya ulaşabilmesi için sürdürülebilir, planlı ve uzun vadeli bir stratejinin şart olduğu gerçeğini bir kez daha ortaya koyuyor.
Biz de bu önemli konuyu, uzun yıllar pek çok kulübün akademisinde görev yapmış deneyimli teknik sorumlu ve spor yorumcusu Semih Sezerli ile masaya yatırdık.
‘AVRUPA’NIN DEVLERİ GENÇ OYUNCU SEÇERKEN MAKSİMUM KONTROL MİNİMUM RİSK YAPIYOR’
Sizce bu genç oyuncuları bu seviyeye taşıyan en kritik etken neydi? Yetenek tek başına yeterli mi, yoksa başka hangi faktörler öne çıkıyor?
Semih Sezerli: Barcelona, Real Madrid, Manchester United ve PSG gibi kulüpler oyuncuyu seçerken maksimum kontrol, minimum risk yapıyor. Bir potansiyel ile ilgili yanılma payını en ufak seviyelere indiriyor. Çünkü sadece oyuncunun yeteneğine bakmıyorlar, yeteneğin yanına alt klasörler açıyorlar.
1- Sporcunun yeteneği işlenmeye müsait mi?
2- Algılama düzeyi ve öğrenme hızı ne durumda?
3- Potansiyeli var ancak kendinin farkında mı ve doğru ifade edebiliyor mu?
4- Akademik olarak problem çözme becerisine sahip mi? (Basit bir matematik problemini çözemeyen çocuk, sahadaki problemi çözemez)
Bunlara ek olarak; genetik ve fiziksel testler ile sakatlık altyapısı ve geçmişi dahil ailenin sosyolojik ve psikolojik durumundan tutun tüm detaylara kadar ‘risk analizi’ yapılıp karar veriliyor. Yani sadece kulüp başkanı ya da teknik adamın tek başına karar verdiği bir ortam yok.
Mesela UEFA Gençlik Ligi’nde final oynayan Trabzonspor U19 takımımızın bundan sonraki kariyer yolculuğu ile ilgili net bir plan var mı? Yani bu çocukların gelecek sezondan itibaren bütünsel gelişim ve kariyer planlaması kapsamında A takımlarda alacakları süreler ve yurt içi/dışı olmak üzere kiralama modeli hazırlandı mı?
Şimdi bu çocukları koruma zamanı. Ancak potansiyeli saklayarak koruyamazsınız. Oyuncular oynayarak gelişir. Aksi takdirde bir ya da en fazla iki oyuncu A takıma net olarak yükselebilir, yarısı plansız olarak alt liglere dağılır, geri kalanı ise yıllar sonra erkenden futbola veda ederler.
Futbol izleyicisinin daha aşina olduğu ‘wonderkid’ tanımının belki de en net karşılığı, Gine asıllı ve Portekiz genç millî takımlarında düzenli olarak forma giyen 2007 doğumlu Geovany Quenda. Sol ve sağ kanatta oynayabilen bu özel oyuncunun, üst seviyede muhtemelen bir kanat beke evrilmesi bekleniyor.
Futbol yolculuğu 11-12 yaşlarında Benfica altyapısında başlasa da nasıl olduysa Sporting akademisi onu sessizce bünyesine katmayı başarmış. Bu sezonun ardından, yaklaşık 52 milyon Euro’luk bir bonservis bedeliyle Chelsea forması altında Premier Lig’de boy gösterecek.
Toni Fernandez
‘SÜREKLİ HAZIRA KONARSAK, TEKNİK ADAMLARIN ÇOĞU GENÇ OYUNCU YETİŞTİRMEK İÇİN GEREKLİ EMEK VE ÇABAYI GÖSTERMEZ’
Türkiye’de hâlâ 20 yaşındaki bir futbolcu ‘genç’ olarak görülüyor. Sizce bu durum sadece kulüp altyapılarındaki yapısal sorunlardan mı kaynaklanıyor, yoksa futbol kültürümüzün ve toplumun genç oyunculara bakış açısında da köklü bir değişime ihtiyaç var mı?
Semih Sezerli: Sorun futbol kültürümüzün eksikliğinde yatıyor. Kulüpleri yönetenler robot değil, bu topraklarda doğup büyümüş, çoğunlukla burada yetişmiş kişiler. Sonuç olarak, kulüp yapısı dediğimiz şey aslında biziz. Yetiştirmek zahmetlidir ve sabır gerektirir; hazırı almak ise kolaydır, para verince elde edersiniz. Zaten bu yüzden kulüplerimiz borç batağında yüzmüyor mu?
Bizde meşhur “pişmek” deyimi var; gençlerin olgunlaşması gerekir. Neden? Çünkü başka yerde parayı verip hazır olanı getirebiliyoruz. Ancak sorun şu ki, hazır ürünler ilk anda çok cazip gelir, kullanırken mutlu eder ama uzun vadede sağlığa zararlıdır. Özetle; sürekli hazıra konarsak, teknik adamların çoğu genç oyuncu yetiştirmek için gerekli emek ve çabayı göstermez.
Alttan gelen gençler de olağanüstü yetenekli değilse, onların da “pişmesi” gerekir. Sürekli transfer taleplerinin olduğu bir ortamda, yönetimler çoğu zaman bu baskıya dayanamaz ve teknik adamlar da bu talepleri destekler. Örneğin kulüplerin, bir teknik adamla sözleşme imzalarken içine genç oyuncu gelişimi ve gençlerin süre almasıyla ilgili maddeler koyduğunu hayal edebiliyor musunuz? Belki bu satırları okuyacak pek çok kişi şu an gülümsüyor, çünkü bu yaklaşım maalesef alışkanlıklarımızın dışında kalıyor.
‘KULÜPLERİN ÇOĞU HENÜZ KENDİ PROFESYONEL KADROLARINI OLUŞTURABİLMİŞ DEĞİL’
Türkiye’deki altyapı sistemi sizce gerçekten sürdürülebilir ve verimli bir ‘futbolcu fabrikası’ olabilecek kapasitede mi, yoksa her kulüp kendi başına bireysel çabalarla sınırlı kalıyor mu?
Semih Sezerli: Şu anda başladığınız bir iş, çok kısa sürede yarım kalmak zorunda kalıyor. Çünkü kulüplerin çoğu henüz kendi profesyonel kadrolarını oluşturabilmiş değil. Değişen yönetimler ve teknik adamlarla birlikte, kulüp içindeki en temel departmanlar da sürekli değişiyor. Yukarıdan aşağıya devam eden bu istikrarsız yapılar verim ve sürdürülebilirlik getirmiyor.
Kulüplerin A takımı, altyapısı ve aradaki köprü görevi dahil olmak üzere kritik pozisyonlarda çalışan profesyonellerin uzun yıllar aynı görevde kalması gerekiyor. Ancak böylece düzenli ve sürekli üretim yapan bir organizasyon oluşabilir. Eğer kulüpler bu düzenli yapıyı oluşturamıyorsa, en üst yapı olan Futbol Federasyonu’nun kültürleştiremediğimiz bu eksiklikleri kanunlarla zorunlu hale getirip denetlemesi şarttır. Sanırım yapılması gereken en acil iş, mecburiyetler yaratmak ve bu süreci sıkı denetimle takip etmek.
‘GENÇ KUŞAK ORTA VE YAŞLI KUŞAK KADAR STRESLE MÜCADELE ETMİYOR’
Futbolun saha içindeki ve dışındaki dönüşümü, genç oyuncuların gelişiminden kulüp stratejilerine kadar pek çok farklı alanı etkiliyor. Bu kadar yoğun rekabetin ve baskının olduğu ortamda, sporcuların psikolojik dayanıklılıkları da başarıda kritik bir rol oynuyor. Bu önemli durumu da Spor Psikoloğu Arda Topaloğlu ile mercek altına aldık.
16-17 yaşındaki sporcunun, bir kulübün geleceği olarak görülmesi ne tür psikolojik riskler yaratıyor? En önemlisi tüm bu sürecin sağlıklı yürütülmesi için nasıl adımların atılması gerekiyor?
Arda Topaloğlu: Gerek çalıştığım gerek şahit olduğum birçok aile ve sporcu örneğinde gördüm ki; aile, sporcu çocuğuna ne kadar sorumluluk verirse, ne kadar zorluk çekmesine ve mücadele etmesine müsaade ederse, çocuklar da bir o kadar güçlü birer birey olma yolunda aşama kaydediyorlar.
Zamanın ve hayatın artık değiştiğini, şu an üç farklı jenerasyonun aynı sahneyi paylaştığını kabul edersek, genç kuşak aslında orta ve yaşlı kuşak kadar stresle mücadele etmiyor sanırım. Özellikle 2000 yılı sonrasında geçiş yaptığımız teknoloji devrinde her şeye ulaşmak artık çok daha kolay ve bu kolaylık onların normu olmuş durumda.
Farkındaysak şu an 15 yaşına gelmemiş çocuklar teknolojiyi kullanarak para kazanmaya başlıyorlar. İlişkilerini teknoloji ortamlarında başlatıp, ilerletip o ortamlarda ya da o ortamlar sayesinde sosyalleşiyorlar. Bu da aslında daha az strese maruz kalıp daha hızlı bir toparlanma süreci sunuyor onlara. Tabii bir de en kıymetli şey olan zamandan tasarruf edebiliyorlar.
Bu nedenle bu kuşağın stres yaşamasının geçmiş dönem kuşakların stres yaşamalarına göre daha zor olduğunu düşünüyorum. Tabii buna rol model aldıkları örneklerin olması da yardımcı oluyor. Çok değil, bundan on beş yirmi yıl önce profesyonelleşme yaşı çok daha geçti ama artık dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan birinin hayatını görmek ve örnek almak çok daha kolay.
O sporcular neler yapıyorlar, ne yaparlarsa olumlu, ne yaparlarsa olumsuz sonuçları oluyor, bunlar artık gözler önünde. Son olarak, her ne kadar teknoloji çağı genç sporcuların işlerini kolaylaştırsa da, henüz daha küçük yaşlarda tanıştıkları ve öğrendikleri spor psikolojisi destekleri de profesyonelleşme süreçlerine mutlaka olumlu etki ediyor.
Genç futbolcuların sosyal medya çağında büyümesi, performans üzerindeki baskıyı nasıl artırıyor? Dijital baskı (yorumlar, karşılaştırmalar, linç kültürü) ile baş etme stratejileri neler olabilir?
Arda Topaloğlu: Sosyal medya günümüzde bir sporcu için ödül ve cezanın kendisi gibi. Hem zehir hem panzehir. Mesela isim vermeden şöyle yaşanmış bir örnek anlatabilirim size; profesyonel bir sporcu ile çalıştığımız dönemde yaptığı basit bir hata sebebiyle takımı gol yemiş ve puan kaybetmişti. Maç sonrası tabii ki sosyal medyada ve takım paylaşımının altında çokça eleştirel yoruma maruz kaldı kendisi. Sonrasında da antrenörü tarafından yedek bırakılmaya başlandı ve bundan dolayı motivasyonu olumsuz etkilendi.
Bir süre sonra toparlansa da kadroda yer bulamayınca eski neşesini kaybeder gibi oldu, antrenman performansı düştü ve antrenörünün kararını eleştirip sadece bir hata ile bunu hak etmediği yargısına odaklandı. Kendisi yerine tercih edilen sporcu da aslında ondan daha iyi performans göstermiyordu ve taraftarın ona olan eleştirisi daha da ağırdı. Bir gün görüşmemizde bana sosyal medyadan kendisinin oynaması yönünde gelen yorumları gösterip, çevresinin de bu fikirde olduğunu ve artık dayanamadığını söyledi.
Benim çalıştığım her sporcuya söylediğim şey şu: Sosyal medya bankadaki para gibidir, vardır ama göremezsin; sadece sayılardan ve isimlerden ibarettir. Gerektiği kadar değer verirsen faydası olur ve sana zarar veremez. Sadece kendine odaklı yaşamalısın ve tanımadığın, bilmediğin, hakkında en ufak bir fikre bile sahip olmadığın kişilerin yorumlarını çok ciddiye almamalısın. Özgüven kaynağını başkalarına değil, kendine bağlı hale getirirsen, özgüveninin düşmemesi için de iyi bir adım atmış olursun.
Fotoğraflar: Alamy, Anadolu Ajansı