Paylaş
Bir zamanlar ‘Eşek Bayramı’ diye adlandırılan bir festival düzenlenirmiş bu kentte. Her yıl Le Mans’ın başpapazı, bir kereye mahsus olmak üzere ve yalnızca bir günlüğüne, pazar ayinini yönetmek için bir eşek tayin edermiş. Eşeği giydirir, süsleyip püsleyip kentin ortaçağdan kalma sokaklarında dolaştırdıktan sonra törenle katedrale getirir, kürsüye çıkartırlarmış. Ayin boyunca eşeğin anırmalarını huşu içinde dinlermiş cemaat. Engizisyon döneminden kalma bu gelenek, bir günlüğüne de olsa halka dinsel otoriteyle alay etme olanağı sağladığından, bir çeşit rahatlamaya yol açarmış. Ne yazık ki ‘Eşek Bayramı’ epeydir kutlanmıyor. Anırmasalar da, kürsüye çıkıp saçmalayanları dinleme şansımız ise halâ var.
Le Mans katedrali roman ve gotik mimari özellikler taşıyan, temelleri 12. yüzyılda atılmış, eski ve görkemli bir yapı. Girişinde sergilenen ‘menhir’, yani kutsal taş, ise çok daha eski, Kelt döneminden kalma. Bir inanca göre, bu taşın ortasındaki deliğe parmağınızı sokarsanız zürriyetiniz çoğalıyor. Açıkçası ben denemedim, ama deneyenlerden duydum. Pek aslı astarı yokmuş bu batıl inancın. Buna karşılık katedralin içindeki Meryem Ana şapelinin tavan resimlerine hayran kaldım. Mavi, yeşil, beyaz kanatlarını açmış melekler konser veriyorlardı. Her biri değişik bir çalgı çalıyor, ama hep birden şarkı söyleyip dua ediyorlardı. Bir zamanlar yılda bir gün bu şarkıya bir eşeğin de eşlik ettiğini düşünüp gülümsedim.
Tavan resimleri 15. yüzyılda, VI. Charles devrinde yaşamış kraliyet ressamı Jean de Bruges’ün hüneriydi ama nedense 18. yüzyılda, bu tür tasvirlerin modası geçtiğinden olmalı, üzerlerine badana çekilmiş, ancak bir yüzyıl sonra, yazar Prosper Mérimée sayesinde yeniden gün ışığına çıkarılabilmişti. Bruges’ün meleklerin konserini çizip boyadığı zamanlarda beklenmedik bir olay yaşanmış, Fransa kralı VI. Charles Brötanya seferi sırasında cinnet geçirince Le Mans katedraline getirilip burada doksan iki yaşındaki bir hekim tarafından tedavi edilmiş, ne var ki bir daha iflâh olmamıştı.
Kralın, meleklerin sesiyle iyileştiğini yazmıyor eski kaynaklar, ama onun nasıl delirdiğini ayrıntılarıyla anlatıyorlar.
Sevilen kraldan deli krala
‘Sevilen Kral’ lâkabıyla anılan VI. Charles (1380-1422) 1392 yılının Ağustos ayında ve yirmi dört yaşının baharında, danışmanlarından birini öldürmeye yeltenen Pierre de Craon’un peşine düşmüş Brötanya’ya doğru iz sürerken, maiyetiyle birlikte Le Mans’ın hemen yakınındaki bir ormana dalmış. Hava çok sıcak… Bir vakanüvisin sonradan yazacağı gibi “Güneş yakıcı, yol kıyıcı”. Birden ağaçların arasından saçı başı darmadağın, dilenci kılıklı bir ihtiyar çıkıyor ve kralın yanına gelip üzengisini tutarak daha öteye gitmemesini, düşmanlarının ona bir tuzak kurduklarını haber veriyor. Kafile adamın sözlerine aldırmayarak yoluna devam ediyor. Öğlene doğru güneş göğü yarılayıp yeryüzünü kavurmaya başladığında mola vermek zorunda kalıyorlar. Bir ağacın gölgesinde uyuklarken kral birden “İleri! Hainleri sağ koymayın!” diye bağırmaya başlıyor.
Ve kılıcını çekip onu yatıştırmaya çalışan hizmetkârlarından dördünü oracıkta doğrayıveriyor. Sonra kardeşi Louis d’Orléans’a saldırıyor. Güç belâ elinden kılıcını alıp yere yatırıyorlar. Kendinden geçmiş bir halde uzun süre öylece kalıyor. Kimseyi tanımıyor, gövdesi kasılıp sarsılırken sayıklamaya devam ediyor. Elini kolunu bağlayıp bir arabayla Le Mans’a getirerek kentin en deneyimli ve en yaşlı hekimine teslim ediyorlar. Ne var ki hiçbir zaman eski sağlığına kavuşamıyor. Tahttan indirilmiyor ama cinnet getirdiği anlarda yönetimden geçici olarak uzaklaştırılmasına da kimse itiraz etmiyor. Kriz geldiğinde gövdesinin camdan bir fanusa dönüştüğü endişesine kapılan kral artık ne ata biniyor ne de yaya yürüyor.
Kırılmamak için öküzlerin çektiği ve yastıklarla donatılmış bir arabada seyahat edebiliyor ancak. Kimi zaman da sarayın koridorlarında sabaha dek dolaşıp, kurt gibi uluyor.Evet, VI. Charles tahtından olmadı ama ‘Sevilen Kral’dan ‘Deli Kral’a çıktı adı. Bu olaydan tam otuz yıl sonra eceliyle öldüğünde, Le Mans katedralinin tavan resimlerinde melekler onu yatıştırmak için dua edip şarkı söylüyorlardı hâlâ.
Kısaca aktarmaya çalıştığım ‘Deli Kral’ ın öyküsü, ondan önce Le Mans’da doğan bir başka Fransa kralını, ‘İyi’ lâkaplı II. Jean’ı anımsattı bana. 1350 de tahta çıkan bu hükümdardan tarihçiler “Cesur ve onurlu“ diye söz ediyorlar. Poitiers Savaşı’nda başından yaralanıp İngilizlere tutsak düşünce, serbest bırakılmasına karşılık o zamanın parasıyla tam dört milyon ekü istenmiş. Para ödenip serbest bırakılmış ama iki oğlunun rehin tutulması koşuluyla. Oğullarından biri firar edince de gidip İngilizlere teslim olmuş, şövalye kuralları gereğince yeniden hapise atılmak için. Ve Londra’da esarette ölmüş.
Onur ve cinnet! Daha doğrusu, cinnet ya da onur, Hamlet’in dediği gibi “That is the question”; işte bütün sorun burada. Onurun böylesinin bir cinnet hali olduğunu düşünenler de var elbet, ama onların Le Mans tarihinde yeri yok.
Paris’e hızlı trenle bir saat uzaklıktaki Le Mans, Sarthe ve Huisne ırmaklarının kavuştuğu ovaya hâkim tepenin yamacına tünemiş, Fransa’nın en güzel kentlerinden biri. Araba yarışlarıyla ünlü kentte her yıl, ‘Le Mans’ın Yirmi Dört Saati’ adıyla bilinen araba yarışları düzenleniyor.
Fotoğraflar: Alamy
Paylaş