Paylaş
Los Angeles’ı Amerika’da karşılaştırabileceğiniz bir başka şehir daha olmadığını belirtmemde fayda var. Ne Miami’yi, ne New York’u, ne Chicago’yu görmüş olmak size burası ile ilgili bir ipucu vermez çünkü Los Angeles kendine has bir kültürü barındırır. Spor, sağlıklı yaşam, vegan, glütensiz yiyecekler Los Angeles’ın bir parçasıdır. Sabah saatlerinde dışarı çıktığınızda herkesin spor yaptığını görürsünüz. En popüler kafelerin menüleri vegandır (vejetaryen değil). Sahip olduğu sayısız müze ve konser seçenekleri ile her zaman kendinize keyifli bir program yapabilirsiniz. Hafta sonu bahçenizde ayağınızı uzatıp otururken gökyüzünde tuhaf bir ışık hüzmesi görürseniz şaşırmazsınız, yine Elon Musk uzaya bir roket yolluyordur diye düşünürsünüz. Elektrikli arabanızın sarjının bittiğini son anda fark edip, en yakın alışveriş merkezinde şarj edersiniz. Hafta içi bir tatlı eşliğinde kahve içmek isterseniz, gittiğiniz kafede Robbie Williams ve eşinin baby shower yaptığını görüp tebrik edersiniz.
Los Angeles yürüyerek keşfedebileceğiniz şehirlerden biri değil. Çok geniş bir alana yayılmış ve görülecek yerleri dağınık. Toplu taşıma çok az ya da hiç yok denecek kadar az. Araba kiralamak veya yaygın kullanılan Uber türü servisler, Los Angeles’ı keşfetmenin en iyi yoludur. Los Angeles’ı dolu dolu gezmek ve keşfetmek için en az üç gün geçirmenizi öneririm. Eğlence parklarının bol olduğu Los Angeles’ta bir gününüzü Universal Stüdyoları veya Disneyland gibi bir parka ayırabilirsiniz.
Santa Monica, Melrose, Venice, Rodeo Drive, Beverly Hills, Hollywood, Downtown LA, ve tabi ki Malibu görmeden Los Angeles’ı görmüş sayılmazsınız. Okyanusa doğru bakan Santa Monica, sahip olduğu enerjisi, huzur veren plajları ve şirin otelleri ile benim favori duraklarımdan biridir. Santa Monica İskelesi ve üzerindeki Pacific Park eğlence merkezi ile alışveriş yapabileceğiniz Third Street Promenade Caddesi ön plana çıkar. Santa Monica’nın komşusu Venice, 1905 senesinde yazlık otel kasabası olarak Abbot Kinney tarafından kurulmuş. Venice’de, Abbot Kinney Caddesi ve Venice Plajı görüleceklerin başında gelir. Los Angeles’ın diğer bir ünlü caddesi olan Melrose’a gidip melek kanatlarıyla fotoğraf çektirmemek olmaz. The Broad Müzesi, MOCA, ve Disney Concert Hall’ın olduğu Downtown bölgesi ise keşfedilmeyi bekleyen bir cevherdir. Malibu’ya gelip denize nazır bir restoranda yemek yiyip, sörfçüleri izlerken hayallere dalmanın keyfi bir başkadır. Günü batırırken Griffith Gözlemevi’ne çıkıp Los Angeles’ın pembeye büründüğünü izlemek ise günün yorgunluğuna çok iyi gelir.
Los Angeles’ta iyi restoran, kafe ve gurme kahveci sayısı oldukça fazladır. Hamburger denildiğinde bir Kaliforniya klasiği olan In-n Out,ve Ruby’s, pizza denildiğinde Osteria Mozza ve Gjelina, vegan denildiğinde Gracias Madre, ve Butcher’s Daughter, Uzakdoğu yemekleri denildiğinde Nobu ve Tao, en iyi kahve denildiğinde ise Intelligentsia, Blue Bottle veya Verve Coffee isimleri aklıma geliyor. Üzerine bir de Salt & Straw’da dondurma ve Backyard Bowls’da leziz bir bowl yerseniz Los Angeles’tan hakkını vermiş bir şekilde ayrılabilirsiniz.
Los Angeles ılıman bir iklime sahiptir ve yılda ortalama 280 günü güneşli geçer. Nem oranı az olduğu için, gündüzleri ne kadar sıcak olursa olsun akşamları her zaman serin olur. En güzel zamanı ilkbahar ve sonbahar zamanlarıdır çünkü hem hava tam kıvamında olur, hem de tüm turistler gittiği için şehrin tamamı size kalır.
Los Angeles’ın tek bir merkezi olmadığından nerede kalacağınıza karar vermekte zorlanabilirsiniz. Farklı günlerde farklı bölgelerde konaklayabilir, ya da ben trafiğe aldırmam yeter ki otel değiştirmeyeyim derseniz tek bir noktayı seçebilirsiniz. Tercihiniz ne olursa olsun, kalbinizi Los Angeles’da bırakacağınız kesin. Melekler şehrinin büyüsüne kapılmaya hazırlıklı olun…
Paylaş