Paylaş
Afrodisias, Aydın’ın Karacasu İlçesine bağlı Geyre Köyü yakınında, bilim ve sanat merkezi olarak bilinen bir Roma kenti. Kuruluş söylenceleri çok eskilere, Troya’dan kurtulanlara kadar gidiyor. Prof. Akurgal’ın ‘Anadolu Uygarlıkları’ kitabında, -Afrodisias’a neredeyse tüm yaşamını veren- Prof. Kenan Erim’e dayandırdığı bilgilere göre, kentin eski adı Ninoe. Bu Ninoe/ Nin kökü, tanrıça İsthar’la, oradan da Aphrodite’le ilişkilendiriliyor.
Aphrodite kültünün burada, yaygın olarak bilinen güzellik çağrışımının ötesinde anlamı var. Anadolu’nun Kyble ve Artemis’i gibi, doğayı da temsil eden değer taşıyor. Şehir, milattan önce 1.yüzyıldan itibaren daha da önem kazanmaya başlamış. Bazı altın ve gümüş sikkeler üzerinde bu tarihlerde adının geçtiği yazılıyor. Julius Caesar döneminde özerkliğe kavuşmuş ve Aphrodite adına yapılmış olan yapılara dokunulmazlık verilmiş.
Afrodisias’ın, tanınmış bazı bilim ve edebiyatçıların şehri olmasının yanında, önemli bir sanat merkezi olduğu kabul ediliyor. Hemen yakınlarında Babadağ eteklerinde beyaz ve gri/mavi mermer ocakları var. Bu ocaklar, -Bergama’da ve Sagalassos’ta olduğu gibi- sanat üretimine hammadde kolaylığı sağlamış; Afrodisias’ta bir yontu (heykel) okulu oluşmasına yol açmış. Bugün Istanbul Arkeoloji, İzmir, Aydın ve Afrodisias müzelerinde, hatta bazı dünya müzelerinde gördüğümüz bir çok heykel, bu okulun ürünü.
İşin önemli yanı, Afrodisias yontuları, tümüyle önceki çağların ünlü eserlerinin kopyası niteliğinde değil. Bu eserlerden esinlenmiş olduğu kabul edilse bile, herbiri yeni ve özgün niteliklerle donatılmış zengin ve yoğun emek ürünü sanat yapıtları.
Şölen alanı
Afrodisias’ın sadece yontu atölyelerini değil, neredeyse tüm yapılarını süsleyen bu heykel ve rölyeflerin önemli bir kısmı, sonraki dönemlerde ilk Hristiyanlığın ve Asyalı akıncıların tahribatına maruz kalmış. Aphrodite kültüne bağlılığını özenle koruyan şehre, bir dönem bu bağlılığın izlerini silmek için ‘Stavropolis’ (Haç Kenti) adı verilmiş; günümüze uzanan kalıntılar arasında görkemli bir ‘Piskoposluk Sarayı’nın izleri bile var. Daha sonra kente, Karia bölgesinin belki ayakta kalan en önemli yerleşimi sayılarak ‘Karia’ denmiş; bugünkü Geyre Köyü’nün adının bu ‘Karia/Karya’ sözcüğünden geldiği kabul ediliyor.
Afrodisias, bugün arkeoloji ve tarih merakı olanlar için -neredeyse- bir şölen alanı. 30 bin kişilik stadyumu ve 10 bin kişilik tiyatrosu sadece büyüklüğü ile değil, zamanın bunca tahribatına karşın ayakta durmanın gücü ve görkemiyle de ziyaretçilerini etkiliyor. Tarihte önemli etkinliklere tanık olan bu görkemli mekânlar, şimdi az sayıda da olsa, kültür ve spor etkinliklerine ev sahipliği yapıyor.
Ama bu antik şehirde ziyaretçilerini etkileyen kalıntılar, sadece bu görkemli stadyum ve tiyatrodan ibaret değil. Kapıları, tapınakları, agorası, odeonu, eşsiz ‘Sebasteion’u, hamamları ve müze yapıları ile Afrodisias, sizi, günün koşuşturması içinden kurtarıp başka zamanlara götüren gerçek bir ‘dünya mirası!’
Afrodisias’ın simgesi Propylaion
Afrodisias sevdalılarından değerli Mesut Ilgın’ın ‘Aktüel Arkeoloji’ dergisinde yayınlanan bir yazısında okumuştum. İnsanlar bir yeri gezerken saat yönünün tersine doğru yürürlerse algılama güçleri artarmış. Afrodisias’ta bu öneriye uyarak yürürseniz önce şehrin görkemli kapılarından birine ulaşırsınız. Restore edilmiş haliyle bu Propylaion (anıtsal kapı), bugün Afrodisias’ın simgesi sayılıyor.
1961’de başlayan kazıların başlangıcından, vefat ettiği 1990 yılına kadar yaşamının tam yarısını Afrodisias’a vermiş bulunan Prof. Kenan Erim, hemen bu görkemli kapının yakınında, yeşil alanın ortasında yatıyor. Afrodisias’ın en etkileyici yapılarından birisi de, bir tür ‘ulu mabed’ diye adlandırabileceğimiz Sebasteion’dur. Kuzey kapıdan tiyatroya giden 70 metrelik yolun iki tarafında uzanan üç katlı, portikolu (revaklı) yapının ikinci ve üçüncü katları, mitolojik ve imparatorlarla ilgili betimlemeleri içeren rölyeflerle süslenmiş; 14 metre genişliğindeki yolun zemini taş döşenmiş.
Tanrıça Aphrodite ve ilk Roma İmparatorluk ailesi Cladius’lara adanmış olan bu Sebasteion, büyüklüğü ve kabartmalarının zenginliği açısından Doğu Roma’nın tek örneği olarak biliniyor. Bu eşsiz yapı, kurulduğu 1987’den buyana Afrodisias kazılarına büyük desteği olan Geyre Vakfının katkılarıyla restore ediliyor. Rölyeflerin kopyaları yerlerine konuluyor; özgün rölyefler ise onarıldıktan sonra ören yerindeki müzede sergileniyor.
Birçok bölüm çıkarıldı
Afrodisias Müzesi, arkeolojik alanın içinde olması bakımından Türkiye’de az sayıda örneği olan küçük, ama özgün bir müze; 1977 yılında açılmış. Geyre Vakfı’nın katkılarıyla 2009 yılında yenilendi. Rölyefler, ünlü mimarlardan Cengiz Bektaş tarafından tasarlanarak bu müzeye eklenen ve 2008’de açılan Sebasteion-Sevgi Gönül Salonunda duvarları süslüyor. Afrodisias’ın görkemli yapılarından -bir dönem bazilikaya dönüştürülmüş- Aphrodite Tapınağı, 14 sütunu ile tarihe meydan okurcasına hala ayakta. Hadrian döneminde tapınağın çevresi özenli biçimde korunmaya çalışılmış.
MS 117-138 arasında Roma İmparatoru olan Hadrian’ın Anadolu’yu ziyareti sırasında birçok yerde onun adını taşıyan eserler yapılmış. Afrodisias’ta da böyle büyük bir hamam var. Bu hamam yapılarının 1904/5 yıllarında Fransızlar tarafından kazıldığı biliniyor. Burada bulunan heykel ve rölyefler -büyük olasılıkla- o tarihlerde yurt dışına götürülmüş. Bugün, yeni kazılarla bu yapıların birçok bölümü ortaya çıkarılmış durumda.
Bütün bu arkeolojik kalıntılar içinde, insanı özel olarak etkileyen, daha yakın tarihlere ait bir yapı var. Geyre köyü ören yerinin üzerindeyken, köye yolu düşenlerin uğrayacağı tek mekan olan ve bu nedenle benzerleriyle birlikte korunması gereken Deveci Hanı.
Adını, köyden gelip geçen devecilerin konakladığı yer olmasından alan hanın bir bölümünde Kenan Erim hocanın Geyre’deki yaşamını anlamamızı sağlayan eşyaları sergileniyor. Bu eşyaları incelerken, bir bilim insanının, Anadolu’nun bir köyünde, bir arkeoloji alanında onyıllar süren mütevazı, özverili yaşamının anıları karşısında saygıyla duruyor, düşünüyor, duygulanıyorsunuz. 2009 yılında, uzun bir aradan sonra, Perge, Likya kentleri ve Sagalossos’la birlikte Dünya Mirası Geçici Listesi’ne giren Afrodisias’ın, bu yıl kalıcı listeye katılmasının sevincini yaşarken, bu güzel vatanın topraklarına sabır ve özveriyle hizmet eden bütün bilim insanlarının emeğini saygıyla selamlıyorum.
Ara Güler bulmadı, meşhur etti
Kamuoyunda yaygın bir bilgi var. Afrodisias’ı ünlü fotoğrafçı Ara Güler’in bulduğu söyleniyor. Bu bilgi tümüyle yanlış değil ama eksik. 18 ve 19. yüzyılda Anadolu’yu gezen C. Texier ve C.Fellow gibi yazarlar Afrodisias’tan aynı adla söz ediyorlar. Bu gezginlerin bazı gravürleri örneğin Arkeoloji ve Sanat Dergisi arşivlerinde var. İlk kazılar 1904/5 yıllarında Paul Gaudin adında bir Fransız demiryolu mühendisinin yönetiminde yapılmış. Dünya ve Kurtuluş Savaşı nedeniyle sürdürülemeyen kazıların Hadrian hamamlarında yapıldığı biliniyor.
1930’ların sonunda da İtalyanlar bir araştırma çalışması yapıyorlar. İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında kent unutulmuşluğa, çevrede yaşayanların tahribatına, bitkilerin ve toprağın kuşatmasına terkediliyor. Bu unutulmuşluk döneminin sonunda, 1958’de Ara Güler’in yolu, mutlu bir rastlantıyla Geyre Köyü’ne düşüyor. Köyde gelişigüzel kullanılan antik eserleri fotoğraflıyor. İstanbul’da pek ilgi görmeyen fotoğraflar Amerika’da Times’da yayınlanıyor. Böylece Ara Güler, Afrodisias’ı belki ‘keşfetmiş’ olmuyor ama unutulmuşluk içine terkedilmiş, kaybolmuş bir kentin yeniden gün ışığına çıkmasını, dünyaca bilinmesini sağlıyor.
Bunun üzerine öğrenimini yurt dışında yapmış genç bir arkeolog olan Kenan Erim devreye giriyor. Yerinde incelemeler ve çeşitli formalitelerin tamamlanmasından sonra, New York Üniversitesi adına 1961’de kazı başkanlığını üstleniyor.
1929 doğumlu Erim’in, vefat ettiği 1990’a kadar 30 yıl süren çalışmaları sonucu, bugün Afrodisias’ta hayranlıkla izlediğimiz bir çok yapı kurtarılıyor, ayağa kaldırılıyor, sergileniyor. Prof. Kenan Erim, 1990’dan bu yana, yine Afrodisias’tan ayrılmadı.
Bakanlar Kurulu’nun özel kararıyla, yaşamının yarısını paylaştığı sevgili Afrodisias’ın koynunda, restorasyonunu henüz tamamladığı anıtsal kapının hemen yanı başında, yeşilin içinde yatıyor. Afrodisias’ı, Ara Güler’in gözlerine ve Kenan Erim’in yüreğine borçlu olduğumuzu söyleyenler, yanılmıyorlar.
Diğer 16 eser
Türkiye, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün sorumluluğu altında yürüttüğü çalışmalar neticesinde bugüne kadar UNESCO Dünya Miras Listesi’ne 17 eser alındı Afrodisias’ın dışındaki diğer 16 eserin listesi şöyle:
Kültürel miraslar:
İstanbul’un Tarihi Alanları [1985]
Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası (Sivas) [1985]
Hattuşa (Boğazköy) - Hitit Başkenti (Çorum) [1986]
Nemrut Dağı (Adıyaman - Kahta) [1987]
Xanthos-Letoon (Antalya - Muğla) [1988]
Safranbolu Şehri (Karabük) [1994]
Troya Antik Kenti (Çanakkale) [1998]
Edirne Selimiye Camii ve Külliyesi (Edirne) [2011]
Çatalhöyük Neolitik Kenti (Konya) [2012]
Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı (İzmir) [2014]
Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğunun Doğuşu (Bursa) [2014]
Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri (2015)
Efes (2015)
Ani Arkeolojik Alanı (2016)
Hem kültürel hem doğal miraslar:
Göreme Milli Parkı ve Kapadokya (Nevşehir) [1985]
Pamukkale-Hierapolis (Denizli) [1988]
f
Paylaş