Paylaş
İlk üç saat motorlar yardımı ile yol alıyoruz. Ada uzaktan kaybolmaya yüz tutu. Karayipler'in egzantirik Dominica Adası’nın hala faal olan 'Morne Diabloten' (Şeytan dağları) buharlı tepesi ufuk çizgisine usulca gömülüyor. Adalar arası kanala gelince güzel apaz esmeye başladı. Yelkenleri fora ettik ve motor homurtusunu susturduk.
Sadece su hışırtısı ve İtalyanlardan heyecanlı tartışma sesleri geliyor. Dümendeyim, ekip öğle yemeği hazırlıklarına başladı bile. İtalyan millet, illaki her Allah'ın günü en az bir öğün makarna yemeli. Hangi tip makarnayı, hangi sosla yiyelim kavgasını kulak ucu ile dinliyorum.
Martinique pruvamızda şekillenmeye başlıyor. Bu iki muhteşem Karayip Adası arası pasajı 12 saat hesap ettik ama güzel esiyor, hesaplarıma göre 10 saatte Martinique Adası'nın kuzey kısmındaki 'Saint Pierre'ye demirlememiz lazım.
Saint Pierre iskelesine aborda oluyoruz. Çok şirin bir kasaba, çok sessiz ve sanki biraz hüzünlü.
1902'de kasabanın tam tepesinde, kasabaya adeta meydan okuyan ürkütücü ve hala faal 'Mount Pelée' patlamış ve nehir gibi kaynar lava, 7 km dağdan aşağı denize kadar akmış. Karayipler'in zamanın Paris’i denilen bu kasaba da alevler içerisinde kalmış.
Sahile yakın Ticaret Odası 1902 yangınından sonra o kadar güzel restore olmuş ki, yüreğimize su serpiyor. Şimdi ise belediye binası.
80 deniz mili adayı çepeçevre dolaşacağız ve teknemizi teslim edeceğiz. Adanın başkenti Fort-de-France‘ı es geçiyoruz ama hemen karşısındaki 'Les Trois Islet'de plajı üzerindeki lüks bungalovlarda birkaç gün dinlenmek, çamaşırlarımızı yıkatmak ve lokantalarında yemek yemek için daha sonra bir iki gün kalmaya karar verdik.
Adanın güneyine doğru okyanus ortasından birdenbire fırlayan 'Le Rocher du Diamant' (Mücevher Kayası) çok ürkütücü. Teknemizi teslim ediyoruz, bir oto kiralıyoruz iki gün sonra evli evine, köylü köyüne dönecek. Air France Paris aktarmalı ben Istanbul’a, İtalyanlar Roma’ya gidecek. Tom ise Miami’ye dönecek. Ancak ben tek başıma bir gün daha uzatmak zorunda kalacağım.
Adayı geziyoruz. Çok sıcak tropikal iklim, 'Allah’ın Sprinkler Sistemi' adını koyduğum bir tabiat olayı var ki, müthiş... Pırıl pırıl gökyüzünü 10 dakikada nereden geldiği belli olmayan bulutlar kaplıyor ve 10 dakika bardaktan ılık bir yağmur boşalıyor. Sonra sanki hiçbir şey olmamışcasına gökyüzü gene pırıl ama o öldürücü sıcaklar yumuşamış, mis gibi toprak ve yeşil kokuyor. Çiçekler, yollar ve bahçeler sulanmış.
Otelimiz çok şık, yemek pişirme ve kavgaları sona erdi, açık lokantasında tropikal okyanus balıkları acı sosları ile emrinizde.
Marco, bir dilim Mahi Mahi’yi acı sos ile şanlandırıyor (Saint Pierre Adası Karayibler)
Tüm bu adalarda balık çok bol ama yağlı lüferler beklemeyin. İri ama bize göre biraz saman balıklar. Acı soslar falan bir yere geliyor. Zamanında bir kitap okumuştum. Yunanistan ve Danimark Prensi 'Michel de Grece'in yazmış olduğu 'La Nuit de Serail'. Saray Geceleri. Muhteşem Yüzyıl yapımcıları bu konuyu neden kaçırdı bilemiyorum ama siz okuyun, Türkçe çevirisinin adı ise “Gözde”.
Düzgün asvalt yolda ahbap çavuşlar ile ada turunda iken, birdenbire gözüme bir tabela ilişti, 'İmparatoriçe Josephine’nin evine gider'. Haydi çocuklar burayı görmemiz lazım... Napolyon’un eşi Josephine, bu adada, bu evde doğmuş. Tarihe meraklı ada valisi ise burasını çok şık bir müze haline getirmiş.
Kapıda bizi siyahi bir rehber ablamız karşıladı. 'Josephine’nin kuzeni Amée Du Duc de Rivéry de burada mı büyümüş dedim. Cevap dudağımı uçuklattı, “Aaa Osmanlı Kraliçesi Valide Sutanın dan mı bahsediyorsunuz?” Bir yandan da tesadüfen üzerime geçirdiğim tek temiz kalan tişort imi süzüyor, göğsümde kocaman kırmızı harfler ile 'Ottoman Empire' yazılı.
'Esas aile reisi Amée nin babası. Onun malikhanesi kuzeyde, burası küçük kardeşinin daha mütevazi evi. “Ahh derhal oraya gidelim” dedim ama adanın Kuzeydoğu ucu neredeyse 150 km. Gece olacak ve yarın sabah 6:00 da uçağımız var. Aklım kaldı tabi Nakşidil Sultan’ın doğup, sekiz yaşına kadar yaşadığı ev, düşünsenize. Marco, “Yahu aklın kaldı belli bir daha ne zaman geleceksin kimbilir, biz gidelim, sen kal bir iki gün daha” demez mi. Derhal uçak değiştirdim. Otoyu ve oteli bir gün daha uzattım. Ertesi sabah erkenden denizci dostlarımı havaalanına bıraktım ve tek başıma ver elini “Pointe Royale”. Tüm günü tek başıma geçireceğim. Ufacık bir balıkçı köyüne vardım. Belli ki turistler uğramıyor etrafımı sardılar. Bir bardak buz gibi bira ikram ettiler. Oto ile devam edeceğim. Asvalt bitecek toprak yoldan 5-6 km sonra ulu bir ağacın altına park edeceğim.
Tabana kuvvet çok ama çok sihirli bir mekana ulaşacağım. Burası bir koy ve görüldüğü gibi mercan kayalıkları tuzakları ile çevrili. Gemiler sadece gece vakti, ellerinde fenerleri ile sandalcılar eşliğinde girebiliyorlar.
Yanıma kameralarımı aldım ama fotoğrafımı çekecek dahi kimsem yok. Burası Osmanlı Valide Sultanı, I. Abdülhamid’in haremi, Sultan I. Mahmud’un manevi annesi, Nakşidil Sultan’ın doğduğu malikhane.
NOT: Bu olay tarihçiler tarafından teyit edilmemiştir. İlber Hoca “Geçiniz canım, ne münasebet” dedi mesela. Ben ise yazmadan edemedim. Haftaya Kuzey Afrika ve Osmanlı hareminden geçerek Valide sultanlığa kadar uzanan inanılmaz bir maceranın sonunu anlatayım, bu yazıya sığmadı..
Paylaş