Paylaş
Hızlı trene tarihi Haydarpaşa’dan binmek isterdim ama girişini bir türlü bulamadığım Pendik Garı’ndan bindik. Maalesef ‘çarpık kentleşme’ kanseri hastalığını bir türlü yenemedik. Bu ‘İstanbul’ cinsi kötü huylu ve bulaşıcı çıktı, tüm organlara yayılmış durumda. Pendik de nasibinin daniskasını almış. Çocukluğumuzda şortlu, terlikli ince kumlu berrak Maltepe Süreyya Plajı’na giderdik.
Denize girip, büyükler nezaretinde kayaların üzerindeki ‘Bakireler Şadırvanı’na yüzdükten sonra (üzerinde çıplak Venüs heykeli vardı, şimdi olsa anında parçalanır) kabinlerde ıslak mayomuzu değiştirir, servis edilen bir teneke suda (O zamanlar henüz plastik hayatımıza girmemiş idi…) ayaklarımızın kumunu yıkar, ayakkabılarımızı giyer, haşlanmış sütlü mısırımızı kemirerek kuma basmaktan imtina ederek plajı terk ederdik. Pendik’e ve arkasından içine su doldurup kuş sesi çıkartacağımız minik çömleklerimizi almaya Yakacık’a götürmeleri için büyüklere yalvarmaya başlardık.
İstasyon girişini bulmak için yalvarıp yakardıktan sonra nihayet aşırı kalabalık ve bir halk pazarı haline gelmiş bir alt geçitte bulduk kendimizi. Perona çıkmak yasakmış... Nefes kokan ıslak geçitte, bir tren dolusu insan itiş kalkış beklemek zorundayız. Eee o kadar kolay değil hızlı trene binmek. Ufak bir işkence ve sabır testine tabi tutulacaksınız. Hareket saatine sadece 15 dakika kala bir zahmet açılan kapıdan ite kalka, çanta kontrolünden, aksi ve bıkkın memurlardan zar zor geçip, ellerin dolu merdivenlerden yukarı koşuyoruz.
‘Pardon’ kelimesi kısıtlı kelime dağarcıklarında bulunmayan insan seli akıntısına kapılıp vagonunuzu bulup yerleşiyoruz. Şimdi tüm bu işkencenin acısını çıkartırcasına ‘Yarı hızlı Eskişehir treni, inşallah tutar freni’ şarkısını besteledik, mırıldanarak yer yer 250 km. süratle 2.5 saatte Eskişehir’e ulaşacağız...
Tren garından Odunpazarı’na...
Restore edilmiş eski Türk evleri arasında Cam Müzesi’ne gittik. Geçen ay çekime gittiğim Güney Fransa’nın cam sanatıyla tanınmış kasabası Biot’tan çok daha güzel bir cam sergisi gezdiğimi tüm içtenliğimle söyleyebilirim. Dünyanın en önemli cam sanatının icra edildiği Venedik’in Murano Adası’ndaki dükkân ve müzelerde günde çok kez izleyicilere cam üfleme tekniği gösteriliyordu.
Lületaşı Müzesi’ne gidemedik çünkü Yılmaz Büyükerşen başkanın balmumu müzesi gezmekle bitmedi. Hiç bir yerde bu kadar çok balmumu heykeli bir arada görmemiştim. Aklınıza kim gelirse; başta Atatürk’ün çeşitli dönemlerine ait heykellerinden tutun da, Osmanlı Sultanları, Kurtuluş Savaşı komutanlarınız, Türk ve yabancı devlet büyükleri, Türk ve yabancı film kahramanları, sanatçılar, aktörler, müzisyenler, politikacılar, tarihten karakterler ve daha niceleri... Gez gez bitmiyor. Giriş ise 5 TL, indirimli 2 TL. O da kız çocukları ve engelli çocuklar eğitimine gidiyormuş. Salı, Çarşamba, Perşembe 10.00-12.00 ve 14.00-17.00 arası, cumartesi ve pazar günleriyse 18.00’e kadar açık. (www.balmumuheykeller.com)
Burası Eskişehir’in Kurtuluş Müzesi
Burası Karatepe, Yıldıztepe, Türbetepe, Gazitepe, Mangaldağı, Duatepe ve Sakarya Ovası... Burası Mehmet çavuşun, Onbaşı Ali’nin, Teğmen Abdullah’ın, Binbaşı Nazım’ın ve on binlerce kahramanın canını vatan uğruna verdiği yer. Burası bir halkın ulus olma uyanışının, birleşmesinin, ayağa kalkıp destanlaşmasının yaşandığı topraklardır. Burası tarihin yeniden yazıldığı, ilkleriyle her zaman kalplerdeki yerini alan şehirdir. Burası bağımsızlık mücadelesine ilk el veren halkın yaşadığı şehir Eskişehir’dir. Burası Eskişehir’in Kurtuluş Müzesi’dir... (www.kurtulusmuzesi.com)
Kütüphanemde bu konuda bir çok kitap olmasına rağmen Kurtuluş Savaşı’nın ve bilhassa Cerkez Ethem isyanının tüm detaylarını, İsmet Paşa’nın karşısına oturup ışıklı masadan dinliyorum. Ayakta Fahrettin Altay Paşa da bizi dinliyor.
Mestanoğlu Halil Bey Konağı’nın alt katında bu odada İsmet Paşa misafir olmuş. Duvarda Halil Bey’in iki kızından biri resmedilmiş. Bu hanımın 85 yaşındaki Amerika’da oturan kızı ziyarete geldiği zaman gözyaşlarını tutamamış ve “Anam Anam…” diye ağlamış dediler... Başkan Büyükerşen ile Atatürk Kültür Sanat ve Kongre Merkezi’nde buluştuk. 1200 kişilik dev salondan, daha sempatik olan, düğün salonu olmaktan son anda kurtarılmış, Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Kültür Salonu’na gittik. Yeni oyun Haldun Taner’in ‘Sersem Kocanın Kurnaz Karısı’ oyununun provasını izledik. Salonlardan mesul Yener Büyükerşen ile orkestram ‘Latin All Stars’ ve Eskişehir Senfoni orkestrası, ortak bir konser bile planladık, bekleriz.
Yılmaz Hoca haklı olarak büyük bir gurur ile bana şehrini gezdiriyor. Kent Park içerisinde çibörekçi, çekik Tatar gözlü, sempatik yüzlü, iri göbekli Hasan Uluçay’ın meşhur çiböreğini tatmaya gittik. Yemekten sonra dev parkı geziyor, plajı, heykelleri, köprüleri inceliyoruz. Yılmaz Hoca, artık bize veda ediyor...
Paylaş