Güncelleme Tarihi:
Bundan tam 35 sene önce, Cerrahpaşa’da, asistanlığının son yılındaydı. Bir hocası, konuşmaları sırasında “Boynunun sağ tarafında şişlik var, bir baktır” dedi. Hemen o gün baktırdı, ertesi gün biyopsi yapıldı. Dört-beş gün içinde kanser olduğunu öğrendi.
Kendini “Genelde sakin bir yapıya sahibimdir ve anda yaşarım. Geçmişe de geleceğe de fazla odaklanan biri değilim” diye anlatan 65 yaşındaki Prof. Dr. Ahmet Erözenci, “Ne olacak, ölecek miyim” diye bir sorgulama yaşamış elbette ama bunun her hastanın verdiği doğal bir tepki olduğunu hatırlatıyor. Derin bir çöküntü yaşamadığını, tek istediğinin o dönem 2 yaşındaki kızının büyüdüğünü görmek olduğunu söyleyip “Lenfoma tanısı kondu, tedavinin nasıl olacağına karar verildi; hepsi bu kadar” diye anlatıyor.
Erözenci, o günden sonra beş kez daha yakalandı kansere... Bildiği kadarıyla ailesinde kendinden önceki kuşaklarda bir kanser öyküsü yok ama abisini 59, ablasını da 71 yaşındayken yine bu hastalıktan kaybetti. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Başkanı Erözenci, hasta, hasta yakını ve doktor olarak kanserin her yönünü biliyor, ‘kanser koçluğu’ da yapıyor.
“Lenfoma tanısı kondu, tedavinin nasıl olacağına karar verildi; hepsi bu kadar” diye çok sakin anlattınız sohbetimizin başında... Ama o zaman hastalığın 4’üncü evresindeydiniz...
Evet. Tedavim burada başladı ama sonra Amerika’ya gittim. “Çok geç kalmışsın” dediler. Ben de “Bir yere yetişmeye çalışmıyorum” dedim. Tedavimi yapan doktor “Beş sene yaşama şansın yüzde 16.3” deyince ona 0.3’ü nasıl hesapladığını sormuştum. Deneysel bir tedavi uyguladılar. Zaten o noktada ‘hayır’ deme durumum yoktu. Bu tedavi 12 kişiye yapıldı, hastaların 10’u vefat etti. Şanslıydım.
Korkmadınız mı?
Duygusal bir dalgalanma oluyor ama hissettiklerime korku diyemem. O anki duygularımın yaşamımı olumsuz etkilemesine izin vermedim. Etrafımda bana destek olan çoktu, bilhassa da eşim. Bir de çok lehime dönen bir durum oldu. Doktorluğun yanı sıra yazar olmak istiyordum. Kendime “Hastalığı atlattığımda yazacağım” dedim. İlk romanım da işte böyle çıktı. Anahtar kelime ‘atlatırsam’ değil, ‘atlattığımda’... Tabii ki renkli bir tablo çizemem. O zaman kemoterapinin yan etkilerini engelleyen ilaçlar azdı. 9-10 ayrı ilaç alıyordum ve vücudumda radyoterapi görmeyen yer kalmamıştı. Tedavim verilen aralarla birlikte iki seneyi geçti.
Amerika’dayken gündüzleri hastanede çalışıp işiniz bitince tedavi oluyordunuz, değil mi?
Tabii tabii. MD Anderson Kanser Hastanesi’nde gün boyu çalışıyordum, hastalar bitince “Hadi gel” diye arıyorlardı. Aslında çocuk üroloğu olacaktım ama Amerika’da üroonkoloji üzerine çalıştım. Türkiye’ye döndüğümde de bu alanda çalışmaya devam ettim.
Lenfomadan sonra cilt ve kolon kanserleri tanısı... 2016’da tiroit, 2019’da prostat, geçen yıl da mesane kanseri oldunuz. “Bir dakika, neler oluyor, neden ben” diye sormuyor musunuz?
“Neden” çok güzel ama bir o kadar tehlikeli bir soru. Tabii ki insanın canı sıkılıyor! Emeklilik yaşım yaklaşıyor, yazarlık yapmak, gezmek istiyorum, “Nereden çıktı bu” dedim. Ama benim için önemli olan, kişinin durumunu olumluya çevirmesi... Prostat kanseri erken tanı konduğunda yüzde 100 iyileştirilebilen bir tür. Ameliyattan sonra iki-üç haftalık toparlanma dönemimde ağrılar nedeniyle bir şeyler okumam güçtü ama ameliyattan önce film listesi yapmıştım, onları izledim. O filmlerden edindiğim fikirlerle de bir kitap yazdım. Kanserde kişinin kendisi için yapabileceği bir şey olduğunu bilmesi önemli.
GÜNÜ DOLU DOLU YAŞAMAK
Şu an nasılsınız, mesane kanserini atlattınız mı?
Atlattım, kontrollerimi yaptırıyorum. Zaten kanserlerimi düşünerek yaşamıyorum. Hatta büyük ihtimalle hastalarımın kanserlerini onlardan daha fazla düşünüyorum. Ameliyatını yapacağım, kontrole gelecek, ilave tedavi gerekecek; sürekli bir karar verme durumu içindeyim. Bir metafor vardır “Nal sesleri duyduğunda aklına bazen zebralar da gelsin” diye... Bu, nüksetmeye meyilli bir hastalık. Hastalar vücudunu duymalı, dinlemeli ve uyanık olmalı. Bir yakınmaları olduğunda bunu kendi buldukları nedenlerle açıklamak yerine doktorlarına danışmalılar.
Kanser tanısı konmuş birinin yaşama odaklanması nasıl oluyor?
Kişinin yaşama süresine değil, ne kadar kaliteli yaşadığına odaklanması gerektiğine inanıyorum. Hepimizin yaşamında kendimizi yerden yere attığımız, üzüntüden geceler boyu uyuyamadığımız, üç-dört ay sonra da gülerek anlattığımız en az bir olay olmuştur. Her şeyin geçici olduğu bir dünyada, olumsuza kilitlenmenin, o kadar üzüntüye saplanmanın anlamı yok. “Meditasyon yaptım, geçti. Kafaya takmıyorum” gibi bir şeyden bahsetmiyorum elbette, tabii ki takıyorsunuz. TRT’de ‘Riziko’ adlı bir kültür yarışması vardı, ona katıldım ve Türkiye şampiyonu oldum. Ama şampiyon olduğum yarışmada 3-4 sorudaki hatayı fark ettiğim için yapımcılar beni işe aldı. Sonra radyo programı yaptım, fotoğraf sergileri açtım, kitaplar yazdım, ut çalmaya başladım. Yani önemli olan, günü olabildiğince dolu yaşamak. 30’umda kanser tanısı kondu, şimdi geriye baktığımda başıma gelen en olumlu olaylardan biri diyebiliyorum; yaşamın farkına çok daha erken varmamı sağladı. O günden bugüne pek çok insanın birkaç hayatta yaşayacağı şeyi yaşadım.
İki kardeşinizi de kanserden kaybetmeniz yaşamınızı nasıl etkiledi?
Biz doktorlar ilaç veririz, ameliyat yaparız; bu kanserin mekanik yönüdür. Ama kanser duygusal bir hastalık. Bir kişinin hastalığı kafasında yenmesi çok önemli. Nice hasta iyileşiyor ama “Ben kanserim” fikriyle yaşamaya devam ediyorlar. Fiziksel iyileşmeyle kişinin kendini o etiketten kurtarması farklı şeyler. Abim ve ablam ameliyatlarını oldular, ilaçlarını aldılar. Onlara yaşama nasıl odaklanacakları yönünde yardımcı olmaya çalıştım. Kardeşini kaybetmek büyük bir travma. Birbirine çok yakın üç kardeştik biz. Tabii ki hayatta olmalarını ve eskisi gibi eğlenmemizi isterdim.
‘GERÇEKÇİ HEDEFLER KOYUN’
“İçime çok attım, kanser oldum” sözüne inanıyor musunuz?
Çok güzel bir soru. Bunu bilimsel olarak kanıtlayamam ama bir gözlemim var: Duygularını ifade edemeyenlerde kanser gibi kronik hastalıklar daha çok ortaya çıkıyor. Sevgisini ifade edemeyen var, nefretini de...
Siz de mi öylesiniz yani?
Kesinlikle.
Romanlar, kitaplar yazmanız, radyo programı yapmanız, enstrüman çalmanız... Bunlarla bir şekilde duygularınızı ifade etmiş olmuyor musunuz?
Tabii ki. Romanlarımın hepsinde söyleyemediklerim var. Önemli olan hissettiklerimi, düşüncelerimi bir şekilde ifade edebilmem, benden çıkması. Ama hakkında olumsuz düşünsem de kalkıp yöneticime bağırıp çağıracak halim yok. Mandıra Filozofu gibi yaşamak çok güzel olurdu ama toplumun belli kuralları var. Bir kitabımda “İfade edilmeyen her duygu bilinmeyen bir hücrenin ölümü” diye yazmıştım. O yüzden, evet, benim gözümde kanser, doğrudan konuşamayan insanlarda daha fazla görülüyor.
Kanser olduğunu öğrenen bir hastaya söylenecek ilk söz sizce ne olmalı?
Doktor olarak ilk yaptığım, hastalara her koşulda bana ulaşabilecekleri bir telefon numarası vermek ve asla yalnız kalmayacaklarını söylemek. İkincisi, duygularını paylaşmak. Bu paylaşım bilhassa aile bireyleri açısından çok daha önemli; korkularını, kızgınlıklarını, kaygılarını ne kadar paylaşırlarsa, üzerlerindeki duygusal yük o denli azalır; bu da yaşadıkları günü bir o kadar farkında olarak yaşamalarını ve birbirleriyle daha kaliteli zaman geçirmelerini sağlar.
Kanser koçu olmakla hasta yakını olmak arasında bir fark var mı?
Hiçbir fark yok. Koçluk eğitimini 11 sene önce aldım. Koçluğun genel prensibi, bir şey sorduğunuzda çözümü size kendi içinizde buldurmak. Tedavi olmak istemeyen hastalarım oldu. Neden tedaviyi kabul etmediklerini konuşuyoruz ama ilk sorum “Sizce neden kanser oldunuz” oluyor. Tabii ki nedenini bilmiyor. Ama tahmin edemeyeceğiniz sayıda kişi “Eşim böyle yaptı”, “Çocuğum böyle oldu”, “Patronum şöyle dedi” diyerek kanserini açıklayacak bir neden buluyor. Öte yandan sigara içenlerin çok azı “Sigara içtiğim için akciğer kanseri oldum” diyor. Yani herkes duygusal planda suçlayacağı kişiyi çok rahat buluyor. İkinci sorum da şu oluyor: “Sizce bu kanserden yaşamınızı zenginleştirebilecek ne kazanırsınız?” Bu soruyu sormamdaki amaç gerçekçi hedefler koyarak hastalığı olumluya çevirebilmek. Günümüzde çoğu kanser türü için bir şeyler yapılabiliyor, belli bir süre için de olsa hastalar yaşam kalitesini koruyarak yaşayabiliyor.
SAVAŞ KELİMESİNE KARŞIYIM ÇÜNKÜ KANSER BİR YOL ARKADAŞIDIR
“Kanser için savaş kelimesinin kullanılmasına karşıyım. Çünkü kanser, tanı konan kişi için bir yol arkadaşıdır. Savaş kelimesi güç harcamayı, yorgunluğu ve bir yerde de yenilgi olasılığını getiriyor akla. Bunların da olayın hemen başında olumsuz psikolojik yansımaları oluyor. Kaldı ki, her türlü tedaviye rağmen kaybedilen hastalar için ne diyeceksiniz? Yeteri kadar savaşmadılar mı? Güçlü değiller miydi? Halbuki yaşamda her şey var. Bu sabah ameliyata alacağım hasta gelmedi. Yoldayken araba kaymış, bir kadına çarpmış, onu hastaneye götürmüş. Yaşamda normal çizginizde yürümenizi engelleyecek olaylar olacaktır. Sizin dışınızdaki olayları halletmenin ilk adımı da kabullenmektir.”
‘HEDEFE YÖNELİK TEDAVİLER ÇIKTI’
“Kemoterapi damardan verilir, bütün hücreleri etkiler ama kanser hücrelerinde odaklanır. Bulantı, saç dökülmesi gibi geçici yan etkileri de vardır. Artık hedefe yönelik tedaviler çıktı. Bu tedavilerdeyse sağlıklı hücreler zarar görmüyor. Gen haritalarının gelişmesi sayesinde de kişinin yakalanma olasılığı yüksek kanserlerin önceden belirlenip onlara yönelik önleyici aşıların geliştirileceğine inanıyorum.”