Güncelleme Tarihi:
Gülten Dayıoğlu bizi kapıda karşılıyor. İçeri girer girmez karşımıza kocaman bir kütüphane çıkıyor. Boydan boya sıralanmış kitapların önüne yerleştirilmiş bir çalışma masası ve bir masaüstü bilgisayar... Salonda eşsiz deniz manzarasını izleyebileceğiniz boydan boya bir cam ve karşı karşıya iki tekli koltuk var.Yerimize yerleşip koyu sohbetimize başlıyoruz. “Okurlarıma verdiğim sözü tuttum” diye giriyor söze Dayıoğlu: “‘Bende Kalmasın’ benim yaşamöyküm.”
Dayıoğlu’nun ‘Fadiş’ romanı 1940’ta sona eriyordu. Son kitabı ‘Bende Kalmasın’ işte o zamandan bugüne kadar yaşadıklarını içeriyor. Sahici olaylara dayanan ‘Fadiş’i bugüne dek dört farklı kuşak okudu, kitap 111 baskıya ulaştı. ‘Fadiş’in popülaritesiyle birlikte Dayıoğlu’na ‘Fadiş’le ilgili sorular da gelmeye başladı. En çok sorulan soruysa aynıydı: “Yoksa Fadiş siz misiniz?” Yanıtı hiç değişmedi: “Fadiş’i çocukluk yaşamımdan esinlenerek yazdım.” Ama soruların ardı arkası kesilmedi: “Roman kahramanı Fadiş nerede? Ne yapıyor? Nasıl bir insan oldu? Hangi okullara gitti?” Bir süre sonra cevap da değişti. Dayıoğlu bu kez okurlarına “Gelecekte tüm sorularınızın yanıtlarını içeren bir kitap yazacağım. Ama içimden ne zaman yazma isteği gelir bilemiyorum” demeye başladı. Ve o zaman geldi: “88 yaşıma girdiğimde geçmiş kapımı çaldı. Okurlarıma verdiğim sözleri yerine getirmekte geciktiğimden içten içe tedirgindim. 90 yaşıma yaklaşırken tüm yaşamımı ‘Bende Kalmasın’ adıyla yazdım. Verdiğim sözü tutmuş olmanın iç rahatlığına kavuştum diyebilirim.”
Yıllar sonra ‘Fadiş’e dönmek nasıldı?
Yaşamöykümü anlatırken anılar, itiraflar ve eksikleri tamamlama kavramları, hep birlikte ayaklanıp kılıçları kuşanarak karşıma dikilmişlerdi. Oysa ben utanılacak bir durumum olmadığı için her şeyi göze alarak kalkıştım yaşamöykümü olanca gerçekliğiyle paylaşmaya. Yıllardır tansiyon baskısı altındayım, kalbimde ritim bozukluğu sürmekte. Ama ne gam! Yılmak yok; yılmamak yaşam boyu beni hiç yanıltmadı.
Fadiş’in hikâyesini en başından anlatmak zor muydu?
Kendimden esinlendiğim için Fadiş karakterini en başta oluştururken hiç zorlanmamıştım. Düş kurmam da gerekmemişti. Yeni kitabı yazarken de maddi, manevi her şeyi kendimden kopya çektim. Yalnızca binbir çeşit gerçek gözlem, düşünce, içsel acılar, eziklik, korkular yanında ulusal, uluslararası başarılar, coşkular, sevinçler... Okurların, eski dostları Fadiş’le yeniden buluşmuş gibi olacağını düşünüyorum.
Yeni kitabınızı kurgularken nasıl bir anlatım dilini tercih ettiniz?
‘Bende Kalmasın’ çarpıcı gözlemler, acı-tatlı duygu ve düşüncelerle örülmüş ama kimse suçlanmamıştır. Belki zaman zaman dağ gibi üstüme gelen yaşama karşı yumuşacık sitemler vardır. Kitapta kimselere ‘Şöyle olun, böyle yaparsanız şu sonuçla karşılaşırsınız’ gibi lafebeliği yapılmıyor. Bazı yerlerde ‘Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla’ esintilerine rastlanabilir.
Kitabı yazarken Fadiş’le aranızda nasıl bir bağ kuruldu?
Çocuk Fadiş, Gülten Dayıoğlu’nu sevgi ve duygu yüküyle sarıp sarmaladı. Zaten ‘Bende Kalmasın’ı yazarken Fadiş’le kendimi, ana-kız gibi duyumsadım iki yıl boyunca. Dosyayı Yapı Kredi Yayınları’na verince üç gün kadar yavrusu elinden alınmış ana gibi buruk ve tedirgin bir hale düştüm. Nice yaşlansam da bu yeniyetme kız duyarlılığından sıyrılıp kurtulamadım.
Ağaçlara sarılan bir kız
Fadiş nasıl biri sizce?
Fadiş acılarını içine atan, hamurunu anneden alan, sevgiyle yoğrulmuş, çevresindekilere uçsuz bucaksız sorular soran, ortada kalmışlığının bilincinde, değişik akraba evlerinde yaşarken çok ilginç bir kişilik geliştirmiş. Belli etmemeye çalışsa da hüzün onun varlığının en belirgin simgesi. Bu nedenle yaşam boyu çektirdiği fotoğraflarda hep boynu bükük bir kız. Bir de tatlı dilli ki! Çocukluğundan beri kedilerle, saksı çiçekleriyle, çiğdem ve gelinciklerle halleşen, asırlık ağaçlara, anasına sarılır gibi sımsıkı sarılan... Belki sürekli burnu sürtüldüğü için varlığına biraz ürkeklik sinmiştir.
Fadiş’i neden bu kadar çok sevdik?
Yaşamı, sesli sessiz çatışmalarla geçti. Bakışlarla ya da kaş çatışlarla bile dayak yediği olmuştur Fadiş’in. Fadiş’in uzantısı olarak yaşam savaşı için gerekli olan askerliğimi, bebekliğimden başlayarak çocukken yapmışımdır. Bu nedenle gerçek yaşama atıldığımda epey bir talimden geçmiş durumdaydım. Gençlik çağıma gelince kaburgaları sayılan göğsüm tüm sorunlara siper olmaya hazırdı. Hele hele yetişkinlik, dahası yaşlılık! Onu tüm bu özellikleri nedeniyle sevmişsinizdir.
Fadiş’in farklı çevrelerde büyümesi onun kişiliğini nasıl etkiledi?
Fadiş annesinin gönderdiği para karşılığında farklı akrabaların -sekiz ayrı aile- yanında çocukluğunu yaşarken sıradan aile kadınlarının eğitimiyle beslenmiştir. Sonradan okul tatillerinde annesinin çalıştığı evlere kabul edilip sıradışı ailelerle tanışmaya başlamıştır. Bu ortamlarda kabul görüp sevilen Fadiş, giderek Gülten Dayıoğlu’na evrildi.
Okurlarınızla ilgili unutamadığınız bir anı var mı?
Fadiş adını almış üç kişiyle tanıştım kitap fuarlarında. Bu konuda yeni kitabımda da ilginç bir anım var. ‘Dört Kardeştiler’in kahramanı Yaşar Oğlan’la ilgili hoş bir öykü...
‘Yazar olacak çocuk!’
“Ben yazar olacağım” dediğiniz anı hatırlıyor musunuz?
Kütahya’da ilkokul üçüncü sınıfta (1948), öğretmenin övgülerini parmağıma dolayıp ben doğuştan yetenekliymişim, ben yazar olacakmışım, nasıl yazar olunur sorusunu çevremde gözüme kestirdiğim kişilere sorar dururdum. Şimdi aynı soruyu kendime sorsam yanıtım “Hiç durmadan o yolda koşmaya başla, haydi, göreyim seni!” olurdu.
‘Çalışmak yaşam biçimim’
Ülkemizdeki çocuk ve gençlik edebiyatının en önemli kalemlerindensiniz. Onlarca kitap yazdınız, yazmaya devam ediyorsunuz. Bunca başarının kaynağı nedir? Bir sırrınız var mı?
Çalışmak benim yaşam biçimim oldu. En bitkin zamanlarımda bile okuyup yazdığımda canlanıyorum. Bir de başladığım işi sonuna kadar izleme direncim var. Bazen kendimle bu konuda inatlaştığım oluyor ama sonunda anlaşıyoruz. O iş bitiyor. İyi ki her şeye karşın soruşturup araştırmaktan vazgeçmemişim. Ayrıca üşengeçlik de çok kötü bir tutum. Hemen yenilmesi gereken sinsi bir düşman bence. Ben üşengeçliğe de hiç ödün vermiyorum. Gece yataktan kalkıp kitaplığımda araştırma yaptığım oluyor. Uykum kaçıyor. Ertesi gün sersem gibi oluyorum ama aradıklarımı bulmanın, onları gereken yerlerde değerlendirmenin keyfi öylesine doyumsuz oluyor ki!