Güncelleme Tarihi:
Son dönemde nereye baksam karşıma o çıkıyor. Farklı karakterleri ustalıkla canlandırıyor. Kısa sarı saçları, mavi gözleriyle çok Avrupai... Konuşmayı pek sevmediğini söylese de hayatına dair her şeyi tek tek anlatıyor.
◊ Son altı yılına baktım. Sinema, tiyatro ve dizi dahil sayabildiğim en az 13 iş yapmışsın...
Biraz çalışkanım galiba.
◊ Sebebi ne? Oynama hırsı mı para hırsı mı?
İyi proje geldiğinde dayanamıyorum, olmam gerekiyormuş gibi hissediyorum. Buna hırs da diyebiliriz ama ben kendime çok hırslıyım, başkasıyla yarışmam. Bir önceki işime kıyasla, kendi adıma daha iyi bir şey yapmazsam mahvolurum. Hep onu kovalarım. Boş kalmayı sevmiyorum. Mesela setten çıkayım, oyuna gideyim isterim.
◊ Sinemada çok iyi gişe yapan bir filmde de reytingi iyi olan dizide de oynadın. Sence hak ettiğin yerde misin?
İyi şeyler yapıyor, iyi işlerde yer alıyorum. Bu biraz da ne beklediğinizle ilgili. 2008’de Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro’yu kazandım. Akademisyen olacaktım. Sonra o da değişti, İstanbul’a geldim. Dublaj yaptım, ‘Kara Para Aşk’ oldu. Önce sokakta “Hey, şşşt” diyorlardı, sonra ‘Kara Para Aşk’ın Aslı’sı oldum. Bir süre sonra sevip merak ettiler, baktılar kim bu diye, önce adımla, ardından soyadımı ekleyerek seslenmeye başladılar. Sadece işini iyi yaparak bilinmek çok iyi hissettiriyor.
◊ Genelde seksi ve biraz kötücül, sinsi kadın karakterleri canlandırdın. Gerçekten kötüye yatkın bir yanın var mı?
Hepimizin içinde tabii karanlık taraflar da var, bazen çok kötü şeyler aklımızdan geçiyor ama bizi insan yapan iyi olanı tercih etmemiz. Ben iyi insan olmayı tercih ediyorum. Bir de sistemim öyle çalışmıyor. Mesela biriyle kavga edeyim, bozuşalım, ben unuturum, aklım ve kalbim kötü şeyi tutmaz. Kin ve intikam duygusu bende işlemez.
◊ Karakterlerin çoğu da aşkı için mücadele ediyordu... Senin hayatında bu aralar aşk var mı?
Aşk yok hayatımda bir süredir.
◊ Son buluşmamızda da yoktu. Güzelsin, başarılısın. Sorun ne?
Valla bilemiyorum ben de... Evden çıkmam gerekmiyorsa çıkmam, bugün iş için buradayım, buradan bir oyuna gideceğim, sonra hemen evime döneceğim. “Ya aniden kapımı çalarsa, ben evde bekleyeyim” diyorum (gülüyor). Şaka bir yana, dönem dönem hayatımda elbet birileri oluyor ama sanırım yaş aldıkça standartların da biraz değişiyor. Eskiden birini dönüştürebileceğime inanırdım; “Bir defosu varsa hallolur, benim de defolarım var” derdim. Sonra fark ettim ki o defoları kendin dönüştürmediğin sürece başka biri seni değiştirip toparlayamıyor. Yani bir ilişkiye emek verebilirim ama birine emek vermek biraz yorucu gelmeye başladı. Seçilmiş yalnızlığımı da çok seviyorum.
‘SOKAĞIN ORTASINDA HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLAMAYA BAŞLADIM’
◊ Yeni oyunun ‘Salıncak’ başladı. Ne anlatıyor?
Gülhan Kadim’in yazıp yönettiği, Yiğit Sertdemir’le birlikte oynadığımız bir ‘kumbaracı50’ oyunu. Ebeveynleri tarafından yalnız bırakılmış iki kardeşin hikâyesi. Hepimiz irili ufaklı yaralar almışızdır çocukken, minik minik travmalarımız vardır. Ama bu “Ay Allah korusun, bizim başımıza gelmesin” tarzında yaralar almış iki kardeşin hikâyesi. Ve büyürken artık bu onarılmayan, ebeveynler tarafından sarılıp sarmalanmamış o yaralar kabuklarını atıp kanamaya başlıyor. Bu kanın nereden geldiğini anlamadan, onunla tuhaf bir şekilde mücadele etmeye çalışan iki yetişkine dönüşüyorlar. Ortaya çıkan sırlarla hikâye çok travmatik ve tuhaf bir hal alıyor. 70 dakikalık bir duruma şahit olma, iki kardeşi pencereden gözetleme hali seyirci için.
◊ Oyunda sırlar ortaya çıkıyor. Sen kendi içinde sırlarla yüzleştin mi?
Hiçbir şeyi içimde tutmam. Vakti gelince dökülürüm. İyi, kötü kendi yaşadığım şeyleri deşerim hep. Bir de önce kendimi bıçaklarım.
◊ Nasıl yani?
Diyelim bir tartışmamız oldu. Önce ‘Ben ne yaptım da seni bu raddeye getirdim’ diye düşünürüm. Haliyle kendimle çok uğraştığım, uğraştığım şey de dilime vurduğu için benim öyle çok fazla yüzleşmem olmuyor. Bir de duygularımı saklamam, sadece ötelerim.
◊ Neleri öteledin bugüne kadar?
Mesela babamı kaybettikten bir yıl sonra hüngür hüngür ağladım. Çünkü onun bir bakım süreci vardı, sonra kaybettik, annem ve kardeşim var, bir yandan hayat devam ediyor. Düşünsene, en sevdiklerinden birini mezara koyduktan sonra eve gidip pide yiyorsun. Helvası kavruluyor, onu yiyorsun. Sen hayata devam ediyorsun. O yüzden o dengeyi ben tutturamamıştım.
◊ Bir sene sonra sende o hisleri uyandıran ne oldu?
Bir süre sonra benim yaşımda kadınlarla babaları birlikte yolda yürürken dikkatimi çekmeye başladı. ‘Bu artık benim elimden gitti’ diye düşünmeye başlamıştım. Bir gün İstiklal’den Galata’ya doğru yürürken karşımda yürüyen bir baba-kız gördüm. İki adım attım ve dizlerimin bağı çözüldü, sokağın ortasında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Sonra buna da alışıyorsun, anlaşıyorsun bu duyguyla.
◊ Peki, tiyatro dışında şu sıralar başka projelerin var mı?
‘Bildiğin Gibi Değil’ filmi var. Vuslat Saraçoğlu yazıp yönetti. İlk bağımsız filmim. O kadar çok şey öğrendim ki... Tokat’ta geçiyor. Üç kardeşin ortak bellekleri, belleğin kül olması, kardeş olmanın tuhaf dinamikleri üzerine bir film. Alican Yücesoy ve Serdar Orçin’le kardeşi oynuyoruz. İstanbul Film Festivali’nde yaptı açılışını ve Jüri Özel Ödülü dahil olmak üzere 4 ödülle ayrıldık. Nisan ayında vizyona girecek. ‘Magarsus’un da ikinci sezonuna dahil oldum. Benim için çok büyük bir sınavdı. Seyirci için de ters köşe olacak. İliklerine kadar Adanalı bir kadın seyredecekler.
‘SEN DE MÜZİKSİZ DANS ETMEZ MİSİN?’
◊ Geçmiş röportajlarını okurken garip özelliklerini gördüm. Mesela “Hayatta en büyük öfkem yumurtaya” demişsin. Yumurtadan ne istiyorsun?
Çok kötü kokuyor. “Ben artık yemeyeceğim” dediğimde 10’lu yaşlardaydım ve sonra da yemedim.
◊ Keklerin, pastaların içinde de var. Onları da mı yemiyorsun?
Çok iyi çırpılması lazım. Kokmayacak, ağzıma götürürken o kokuyu alırsam bırakırım. Şu an bile çok kötü oldum bunu anlatırken. Mesela evime misafir geldin, sana yumurta yaparım ama kâğıt tabakta, plastik çatal ve bıçakla yersin.
◊ Başka neler var? Müziksiz dans ettiğin doğru mu?
Evet. Mesela bir yerde duruyorsun, böyle kafanda bir şarkı çalmaz mı? Sen de öyle dans etmez misin?
◊ Yok, etmiyorum...
Bir yerde sıra bekliyorum diyelim, içimden şarkı söylemeye başlıyorum, sonra yavaş yavaş çaktırmadan dans ederim.
‘KENDİMİ BEĞENİRİM AMA SEKSİ BULMAM’
◊ Uluslararası ilişkiler mi okudun?
Bitirmedim, üçüncü sınıf terkim. Orada fenalık geldi bana, “Ne yapıyorum burada” dedim. 23 yaşındaydım. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-
Coğrafya Fakültesi’nde yaş sınırı vardı. Hemen sınava girmem gerekiyordu. O yıl hem ona hem Bilkent’in sınavlarına başvurdum.
◊ Sen konuşmayı çok sevmez, gerilirmişsin. Bunlar seni zorlamadı mı?
Evet, zorladı. Ben eylemde bulunmalıyım, konuşma insanı değilim. Kendimi anlatmaktansa göstermeyi tercih ederim. Çok tuhaf geliyor bana insanın kendini anlatması. Mesela bak, sınavlar eşzamanlıydı. Bilkent Üniversitesi’nin konservatuvar sınavına girmiştim. Beş aşamalı sınav, ben dört aşamayı çatır çatır geçtim. Son aşama en büyük korkum, mülakat; konuşacağız ama ne konuşacağız? Ben kendimi nasıl anlatacağım? Sorular soruyorlar, ağzımı açamıyorum çünkü dilim damağıma yapıştı. Tam çıkacağım “En sevdiğin aktris kim” dediler. O kadar gerildim ki hiç düşünmedim, benim kafam hiç çalışmaz öyle şeylerde, aklıma Madonna geldi ve “Madonna” dedim. 10 kişi birbirine baktı, inanamadı. Sonra “Madonna mı dedin” dediler. Oradan da dönmedim “Evet, Evita performansı iyi değil mi” dedim sesim titreyerek ve herkes sustu. Elemeden çıktım, çıkış o çıkış, olmadı. Ertesi gün Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro’nun ikinci aşaması vardı, o da beş aşamalı. ‘Allah’ım ne olur benimle konuşmasınlar’ diye diye gittim sınava.
◊ Seni seni yapan en büyük özelliğin ne?
Kendimden çok başkasını düşünmem...
◊ Seninle ilgili ‘çok seksi’ gibi yorumlar da okudum...
Kim söylüyor, bana isim ver, bulacağım onları (gülüyor).
◊ Kendini beğenmez misin?
Kendimi beğenirim ama seksi bulmam.
◊ ‘Sarmaşık Zamanı’ isimli işinde çıplak sahnelerin vardı. Soyunmak bir oyuncu için ne zaman sorun olmaktan çıkıyor?
Benim bedenimle ilgili bir derdim yok. Bir iş için gerekiyorsa da bedenimi öyle sergilenen bir et gibi görmüyorum. Burada soyunmam, oram gözükmesin diye bir şeye takılmam, senaryo için öyle olması gerekiyordu, giyinik olsam tuhaf olacaktı. Aklına, fikrine, ahlakına güvendiğim insanlarla çalışıyordum, o yüzden sorun yaşamadım.