Güncelleme Tarihi:
İmzasını dizi senaryolarında gördüğümüz Ahmet Vatan’ın ilk romanı ‘Oğul’ yayımlandı. Babasının cenazesi için çıktığı yolculukta geçmişiyle yüzleşen Barış’ın yol hikâyesini konu alan roman, iletişimsizlikle yaralanan bir aileye farklı açılardan bakmamızı sağlarken kendimize sorular da sorduruyor: “Annem menemen sever mi”, “Sorumlusu olmadığım geçmişin yükü hayatıma nasıl yansıyor”, “Kuşlar sadece mutlu evlerin çatısına mı yuva yapar”... Ahmet Vatan’la buluşup hem romanı hem de hayatı üzerine sohbet ettik.
◊ Belçika’da doğmuşsunuz, ne kadar orada yaşadınız?
Dedem Türkiye’den maden işçisi alındığı dönem Belçika’ya gidiyor. Sonra babaannemi ve babamı götürüyor. Babamla annem evvelden tanışıyorlar ve annem de gelin olarak Belçika’ya gidiyor. Biz 4 kardeş orada doğuyoruz. 1985’te dünyaya geldim. Türkiye’ye döndüğümüzde 4 yaşındaydım. Belçika’yı hiç hatırlamıyorum ama gurbetçilik kaderinde varsa tekrardan oluyor herhalde. Ben de 2022’de Amsterdam’a taşındım.
◊ Turizm üzerine eğitiminiz ve bu konuda birçok akademik çalışmanız var. Bu çalışmalar devam ediyor mu?
Turizm Anadolu meslek lisesinde okudum. Lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimimi bu alanda tamamladım. İki farklı devlet üniversitesinde çalıştım. Akademik hayatıma Hollanda’da devam ediyorum. Orada ziyaretçi profesör olarak araştırmalarımı yapıyorum, turizmde robotlaşmayı araştırıyorum.
◊ Yazar olmak hayaliniz miydi? Çok okuyan, hayaller kuran bir çocuk muydunuz?
Evet. Öğrenci dosyalarımda hep ‘Büyüyünce ne olmak istiyorsun’ kısmında ‘yazar olmak’ vardı. O dönemde televizyon kanallarındaki magazin programlarında ‘50 film çekmiş Yeşilçam ustalarının şu an bir çorba parası yok’ gibi haberler çıkardı. Annem ve babam “Oğlum, tamam sanatçı olacaksın ama...” dedikçe ben de en fazla insanla iletişim kurabileceğim bir alanı tercih ettim ve turizm okudum. Turizmin ve akademisyenliğin çok faydası oldu. Binlerce öğrenciyle bir araya geldim, farklı kültür motifleri hikâye anlatımıma katkı sağladı. Birkaç sene önce olsa kendimi şöyle tanıtırdım: “Ben akademisyenim, aynı zamanda hikâyeler anlatıyorum.” Artık “Hikâye anlatıcısıyım ve aynı zamanda akademisyenim” diyorum.
◊ Nasıl bir ailede büyüdünüz, aile bağlarınız sıkı mıdır?
Babamı üç sene önce kaybettim. Annemle babam dünyanın en merhametli insanları. Eğitimli insanlar değiller ama gönülleri o kadar geniş ki... Üç ablam var. Anne ve babamla çok erken yaşta empati kurdum. İkisinin de hayatı çok zor olmuş. Annem evlenip Türkiye’den Belçika’ya gidiyor. Orada kendini var ediyor, bizleri yetiştiriyor. Halen çok güçlüdür ve bize kol kanat gerer. Babam çok başarılı bir öğrenciymiş ama okulu bırakıp çalışmak zorunda kalmış.
◊ ‘Oğul’ bir yol hikâyesi ve “Bazı yolların sonu, başladığı yere varır” diyorsunuz. Sizin yolunuzun varmasını istediğiniz yer neresi?
Benim yolum aslında başa vardı. Çünkü ben yazar olmak istiyordum ama ertelemek zorunda kalmıştım. Şimdi artık “Nasıl daha iyi insan olabilirim”, “Bu hikâyeler daha fazla insana nasıl dokunabilir” gibi sorular üzerine düşünüyorum. ‘Oğul’un insanları bazı soruları kendilerine sormaya ve bazı ilişkilerini de düzeltmeye ve üstüne düşmeye yönlendireceğine inanıyorum. Yazar olarak aynı duyguda buluşmak bana çok kıymetli geliyor.
◊ “Her insanın ruhunun debisi farklıydı. Kimi küçük bir nemle de yıkılabilir, kimi baştan aşağı çürüse de yıllara meydan okuyabilirdi” diyorsunuz. Bu neye bağlı, yetişme tarzına ve sosyal çevreye mi, kişilik özelliklerine mi?
Günlük hayatta denk geldiğimizde bazen arkadaşlarımıza da “Ya canım bunu mu dert ediyorsun” dediğimiz olabiliyor ama öyle değil. Onda yansıyan, yani onun denizine düşen taşın oluşturduğu dalga bizdeki dalgayla aynı büyüklükte olmayabilir. Bundan dolayı her insanın yaşamış olduğu deneyim farklı çınlıyor. Kişinin bunu ele alış modeli tabii kişilik özelliklerine, geldiği kültüre, yetiştiği aileye de bağlı. Mesela ben üç sene önce babamı kaybettim ve aynı dönemde başka bir arkadaşım da babasını kaybetti. Ama ikimizin bunu ele alışı, hayatımıza etkisi farklıydı. İkisi de bir yas ama ikimizin deneyimi de farklı. Kitapta da böyle... Zerrin karakterine baktığımızda böyle bir sona gitmeyebilirdi. Ama Zerrin hayattan beklentileri, kendi feda etmesi yüzünden o dalgaların arasında boğuldu. Zerrin’in derinlikli bir hikâyesi olduğunu düşünüyorum. Birçok mutsuz insan başarısız olmamak için evliliklerine, ilişkilerine devam ediyor çünkü toplum onu öyle kodlamış. Kendini o mutsuz-
luğa mahkûm ediyor.
◊ Annesiyle derdi olan kızlar, babasıyla derdi olan erkekler dibine düşen armut olmaktan korktuklarında neler oluyor sizce?
1970-1985 arasında doğan bizim kuşağın ebeveynleri çok sessizler. Duygularını hem çift olarak birbirleriyle hem de çocuklarıyla paylaşmıyorlar. Doğal olarak bu kuşak sürekli anne ve babasının yüzüne bakıyor, şu anda ne hissediyor; kızdı mı öfkelendi mi duygusunu anlamadığımızdan dolayı. Bu da bazı yönelmelerine etki ediyor. Babasının iletişiminden memnun olmayan birey, doğal olarak babası gibi olmamaya çalışıyor, babası gibi olmaktan korkuyor. Ama her ne hikmetse 40’lı yaşlardan sonra “Annem gibi olmaktan korkuyordum ama annem gibi oldum” ya da “Babam gibi olmaktan korkuyordum, aynı babam gibi oldum” cümlelerini duyuyoruz. Burada anne ve babada işlemeyen noktayı tespit edip kendi hayatında bunu onarmak ve kendi çocuğuna ya da kendi romantik ilişkine bunu yapmıyor olmak bir farkındalık getiriyor ve bence hayat kalitesini arttırıyor. Bunu öfke olarak babaya yönlendirmek mi, yoksa evet burada bir sorun var ama ben bunu yapmayacağım deyip hayatında bu kısa devreyi tamir etmek mi? Burada önemli olan böyle bir tercih var.
◊ ‘Oğul’un dizisi ya da filmi gelir mi?
Hayata geçmiş bir proje yok ama bir totem var. Totemim bir yapımcıyı ikna edip en geç eylülde sete sokmak. Dizi değil de film olacağına inanıyorum.
◊ Yazmak dışında zamanınızı nasıl geçiriyorsunuz?
Eskiden herkesle arkadaş olmak isterdim, şimdi daha dar bir çevrede arkadaşlıklarımı sürdürüyorum. Çünkü ötekisi hem yoruyor hem de ziyan oluyor. Ben bir şeylerin ziyan olmasından hiç hoşlanmam; yemeğin, vaktin, enerjinin, ışığın, duyguların... Onun haricinde voleybol oynuyorum. Ayrıca her zaman sanatın bir formu hayatıma eşlik etti.
‘ANNE-BABAMIZIN EN SEVDİĞİ ŞARKIYI BİLİYOR MUYUZ?’
◊ ‘Oğul’u yazma süreci nasıl başladı ve gelişti?
‘Oğul’un ilk sayfasını 2017’de Budapeşte’de elektrikleri gitmiş bir kafede yazdım. Ama ilk fikir, bir arkadaş grubumuzla kamp ateşinin başındayken oluşmuştu. Bir arkadaşımız “Babam bugün pazardan kavun alıp gelmiş. ‘Kızım sen kavunu çok seversin, sana kavun aldım’ dedi. Ben kavunu hiç sevmem” diye anlatınca aile içerisinde, aynı çatı altında insanlar birbirini gerçekten tanıyor mu sorusuna geldi konu. Genelde annemiz, babamız bizi tanımıyor gibi bir durum var ama sorunun yönünü değiştirdiğimizde, biz anne ve babamızın en sevdiği rengi, en sevdiği şarkıyı biliyor muyuz? Anne, baba, çocuk olarak değil de birey olarak...