Güncelleme Tarihi:
Ege Denizi’nin iki her iki kıyısında yaşayan halkların, maskeli korolar oluşturarak sokaklarda meydanlarda “keçi şarkıları” okuduğu bu şenliklere Dionysos şenlikleri adı verildiğini eminim hepimiz okumuşuzdur. Dionysos şenliklerine katılanlar, yüzlerine keçi derisinden yapılmış çeşitli hayvanları temsil eden maskeler takarlar “keçi şarkısı” anlamına gelen tragedyaya hayat verirlermiş. Koroyla birlikte veya koroya karşı konuşan aktörlerin de eklenmesiyle birlikte zaman içinde Dionysos şenlikleri, yeni sahneleme mekânlarına taşınır. Çünkü, Antik çağlarda binlerce insan dramatik oyunları izlemek, müzik konserleri dinlemek ve komedi performanslarına gülmek için bu mekanlara ihtiyaç duymaya başlar. Açıkhava’da oynanan bu oyunlarda işlenen konuların çerçevesi de giderek genişler. Duyguların, düşüncelerin ve durumların sahnede sergilenmesi esasına dayanan oyunlar vadinin yamacına oyularak oluşturulan seyircili mekanlarda devam eder. Artık bu sahneli mekanlar seyredenler için adeta bir buluşma noktası, bir eğitim yapısı, kültür ve sosyal gelişim alanı halini alır. Nihayet tiyatro doğar ve M.Ö. 6’ıncı yüzyıldan sonra şekillenerek günümüz tiyatrosuna ışık tutan teknikleri, kuramları, tragedya ve komedya türündeki yapıtlarıyla günümüze ulaşır.
KOLLEKTİF BİR SANATTIR
Tiyatro yaşamın kendisidir, insanlığın aynasıdır, doğruların yanlışların muhasebesidir. İnsanın gülen yüzü, ağlayan suratıdır. Tiyatro kurgusaldır: İnsan düşüncesiyle kurulur, çatışma içerir, bu çatışma kişiler arasında, kişilerle doğaüstü güçler arasında, farklı düşünceler arasında veya kişi ile kendisi arasında olabilir. Aksiyon içerir; bu aksiyon eylemdir, geliştirir, belli bir sona evrilir. Eylem içerir; bu içsel veya dışsal olabilir. Gerilim içerir; bu da merak unsurudur. Oyuncu ise imaj nesnesidir. Tüm bunlar hikâyenin canlandırılarak, seyircilere gösterilerek anlatılması üstünden gerçekleşir. Kolektif bir sanattır; oyun yazarı, oyuncular, yönetmen ve daha birçok emekçinin ortaklaşa çalışmasıyla oyun sahneye konur. Seyirci de tamamlayıcısı, alıcısıdır.
AFİFE JALE KİMLİĞİNİ GİZLER
Ülkemizde tiyatronun yapılanma süreci, Andre Antoine’la 1914’te başlar. Paris’ten gelir ve Tiyatro mektebini kurar Antoine. Muhsin Ertuğrul ile buluşur ve tiyatro için kolları sıvarlar. Darülbedayi’nin ilk Müslüman kız öğrencileri Afife, Refika, Behire, Memduha ve Beyza hanımlardır. Darülbedayi (sonraki adı Şehir Tiyatrosu) asıl damgayı ilk kez bir “MüslümanTürk” kadınını sahneye çıkarmakla vurur. Afife Jale bunu başarmıştır, kimliğini gizleyerek engelleri aşar ve sahneye adımını atar.
Dünya Savaşı araya girer ancak savaş tiyatronun gelişimine engel olamaz; Bedia Muvahhit, Cemil Topuzlu, Muhsin Ertuğrul, Vasfi Rıza Zobu, Suna Pekuysal bu bayrağı taşırlar. Neler oynanmamış ki o zamanlarda; Hamlet, Venedik Taciri, Vişne Bahçesi, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Godot’ yu Beklerken, Lüküs Hayat, Postacı… Alkışlar hiç kesilmez…
CUMHURİYET DÖNEMİNDE TİYATRO KURUMSALLAŞIR
Savaş bitmiştir. 1935 yılında Almanya’dan devrin büyük tiyatro ve opera adamı Carl Ebert Türkiye’ye getirtilmiştir. 1936’da Devlet Konservatuvarı’nın açılması, 1940 yılında Ankara Konservatuvarı Kanunu’nun çıkması ile Cumhuriyet Dönemi’nde tiyatronun kurumsallaşması sağlanmıştır. 1949 yılında ise Muhsin Ertuğrul’un girişimleriyle Devlet Tiyatroları kurulur ve varoluşu sürer günümüze kadar. Yıldız Kenter, Ayten Gökçer, Mahir Canova, Ayla Algan, Gülriz Sururi, Genco Erkal, Müşfik Kenter, Nejat Uygur, Gazanfer Özcan, Zeliha Berksoy gibi efsane oyunculuklarıyla hatırladığımız değerlerimiz bu kez; Çöl Faresi, Bir Delinin Hatıra Defteri, Yedi Kocalı Hürmüz, On ikinci Gece, Tarla Kuşu, Zilli Zarife, Asiye Nasıl Kurtulur oyunlarındaki performanslarıyla seyircilerin gönlünde taht kurarlar.
ANTİK TİYATROLAR BİZDE
Dönüp baktığımızda Türk Tiyatrosu 111 yaşında olmuş. Bir Cumhuriyet kurumu olarak tiyatro en köklü kurumlarımızdan biri. Tüm Üniversitelerimizde Tiyatro bölümleri yıllardır tiyatro öğrencisi yetiştirmeye devam ediyor. Ehh artık tiyatro sevilir sahiplenilir haldeyse soralım kendimize; tiyatronun başlangıcına dair kuramlara Anadolu’yu da katmamız gerektiğini neden tartışmıyoruz? En çok antik tiyatronun bulunduğu şehir (Yunan ve Roma) Antalya’da bizde, Dünyadaki en büyük tiyatrolar Nikomedia İzmit’te, Efes İzmir’de bizde. Tiyatronun can damarlarının sadece Atina’da değil Anadolu topraklarında; Manisa’da, Denizli’de, Kütahya’da, Muğla’da, Afyon’da Düzce’de yükseldiğini konuşmamız gerekmiyor mu? Dünyaya anlatmamız gerekmiyor mu? Tiyatronun tözü taklit ya da ritüel olgusunun başlangıcı diyebileceğimiz Karahantepe, Göbeklitepe bu topraklarda değil mi? Hadi perde açılsın…
PROF. DR. ADNAN TÖNEL KİMDİR?
2025 yılında 10.Uluslararası Anadolu Tiyatro Ödülleri Metin And Akademi Ödülü'nü alan sanatçı-öğretim üyesi Prof. Dr. Adnan TÖNEL’in, Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği, Kültür ve Spor Direktörlüğü “Okumayı Teşvik Eden Performans Ödülü” de bulunmaktadır. Tiyatro bölümünün ilk mezunu olarak, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nı 1989 yılında bitirir. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sahne Sanatları Ana Sanat Dalında "20. yüzyıl Avant-Garde Tiyatronun Oyunculuk Tekniği" başlıklı yüksek lisans tezini tamamlar. Doktorasını Bakü Müzik Akademisi Müzikoloji Bölümünde "Türkiye ve Azerbaycan’da Layla ve Ninnilerin Musiki ve Edebi Özellikleri" alanında yapar.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV Bölümünü de bitirdikten sonra aynı kurumda Arkeoloji Tezsiz Yüksek Lisans programında “Urartu Kadın Üretimleri” dönem projesini verir. Anadolu Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler Bölümü lisans ve Medya İletişim ön lisans programını da başarıyla tamamlamıştır.