Güncelleme Tarihi:
“Buradan soru gelecek!”, “Bu yılın bombası bu!” ya da “Soru yakaladım!” gibi sloganlar, bilgiye ulaşmanın heyecanını değil, panik ve bağımlılık hissini tetikliyor. Öğrenci artık öğrenmek için değil, isabetli tahmin peşinde koşmak için ekran başına geçiyor.
FENOMEN ÖĞRETMENLERİN DİLİ: PANİK SATIŞININ PEDAGOJİK YANSIMALARI
Dijital çağın pazarlama dili, eğitim alanına da sızdı. Popülerliği, sahiciliğin ve akademik yeterliliğin önüne koyan bu sistem, öğrenciyi bir “müşteri”ye; öğrenme sürecini ise bir “ürün”e dönüştürüldü. Bu bağlamda “fenomen öğretmen” figürü, eğitimin özündeki rehberlik rolünden çok, reklâm stratejileriyle varlığını sürdüren bir fenomene dönüşüyor. Bu öğretmenler tarafından kullanılan ifadeler, çocukların analitik düşünme, problem çözme ve üretkenlik becerilerini köreliyor; onları tek bir doğruya ve tek bir yola hapseden yönlendirmelere maruz bırakıyor. “Bu konudan kesin soru gelir” gibi ifadeler, öğrencinin dikkatini geniş perspektifli öğrenmeden koparıp dar bir çerçeveye indirger. Böylece çocuk, tüm ihtimalleri değerlendirme becerisi yerine sadece “yakalanan soruya” odaklanmak gibi sığ bir alışkanlık edinir.
İPOTEKLİ ZİHİNLER: YÖNLENDİRİLMİŞ ÖĞRENMENİN AĞIR BEDELİ
Bir çocuğun öğrenme süreci, sadece bilginin edinilmesiyle sınırlı değil; aynı zamanda bilginin yorumlanması, sorgulanması ve hayatla ilişkilendirilmesi gibi çok katmanlı zihinsel süreçleri kapsar. Ancak fenomen öğretmenlerin dikte edici söylemleri, bu katmanların üzerine adeta bir ipotek koyuyor; çocuğun “kendi düşüncesini oluşturma” becerisine ciddi hasar veriyor. Birey, zamanla yönlendirilen bilgiye o kadar alışır ki, kendi düşünme pratiğini geliştirmekten korkar hâle gelir. İşte bu, eğitim değil zihinsel manipülasyondur. Bu durumun uzun vadede doğuracağı sonuçlardan biri de, eleştirel düşüncenin yok olması, başka bir deyişle “aklın ipoteklenmesidir.”
DİJİTAL EKRANLARDA ÖĞRENMENİN TEHLİKELERİ
Yapılan bilimsel araştırmalar, dijital ekranlar üzerinden yapılan öğrenmenin verimlilik düzeyinin oldukça düşük olduğunu gösteriyor. Özellikle mavi ışığın, beyin performansı ve kısa süreli bellek üzerinde ciddi olumsuz etkileri olduğu tespit edildi. 2023 yılında yayımlanan bir nörobilim araştırmasında, ekran maruziyetinin çocukların dikkat süresini yüzde 31 oranında azalttığı belirtildi. Ayrıca, ekran üzerinden öğrenilen bilginin kalıcılığı ortalama yüzde 43’ken, fiziksel materyallerle (kitap, yazı defteri, uygulamalı öğrenme gibi) yapılan öğrenmenin kalıcılığı yüzde 68-72 aralığında. Bu fark, sadece pedagojik değil, aynı zamanda biyolojik bir temele dayanıyor. Ekran başında geçirilen süre arttıkça, çocuklarda dikkat dağınıklığı, öğrenme güçlüğü ve duygusal regülasyon sorunları artıyor.
SINAVLARIN PSİKOLOJİK KODLARI VE İSTİSMAR DİLİ
Ne yazık ki sadece öğrenme süreci değil, sınavlar sonrası da fenomen öğretmenler tarafından bir istismar alanına çevriliyor. Sosyal medyada sıkça rastlanan “çıkmış soruları yakaladık”, “bizim söylediğimiz çıktı”, “bakın ispatı burada” gibi ifadeler, sınav sonrası bir tür başarı algısı ticaretine dönüşüyor. Bu durum çocukların motivasyonunu ve özgüvenini zedelemekte, kendi başarılarını gölgede bırakıyor. Üstelik bazı öğretmenler, öğrencilerin başarısını kendi başarıları gibi lanse ederek etik dışı bir reklam süreci yürütüyor. Bu da öğrenci üzerinde “Ben sadece onunla çalışırsam başarılı olurum” gibi bir bağımlılık ilişkisi oluşturuyor.
ELEŞTİREL DÜŞÜNCENİN GÜCÜ: “ACABA?” DİYEBİLME CESARETİ
Tüm bu tabloya rağmen umut vardır. Bu umut, çocukların kendi düşüncelerine güvenmelerinde; bilgiyi körü körüne kabullenmek yerine “Acaba doğru mu?”, “Başka bir yolu olabilir mi?” sorularını sorabilmeleridir. Eğitimde asıl amaç, öğrenciyi sadece sınava hazırlamak değil; aynı zamanda onu hayata, değişime ve bilinmeyene hazırlamak olmalı. Bu noktada öğrencilere düşen görev, sadece soruya doğru cevabı bulmak değil; aynı zamanda o sorunun neden ve nasıl sorulduğunu anlamaktır. Bu, yalnızca öğretmenle değil; kendisiyle kurduğu zihinsel bağ ile mümkün.
BİREYSEL BAŞARININ HARİTASI: ÖZ YETENEKLERİN KEŞFİ
Her bireyin öğrenme şekli, dikkat süresi, bilgiye ulaşma yöntemi ve anlamlandırma kabiliyeti farklıdır. Bu farklılık, öğrenmede zenginliğin kaynağı. Ancak, popülist öğretmen yaklaşımları bu farklılıkları siliyor, herkesi aynı tornadan çıkmış gibi tek tip bir öğrenmeye zorluyor. Bunun yerine öğrenciler, kendi güçlü ve zayıf yönlerini analiz ederek, bugüne kadar çıkmış sorular üzerinden eksik alanlarını görmeli; bilgiyi bir araç olarak kullanmalı, kendini tanıma sürecini merkeze almalı. Bu, “başkası böyle çalışıyor” değil; “ben nasıl daha iyi öğrenirim?” sorusunu soran bir zihnin başarısıdır.
MİLLÎ EĞİTİM MÜFREDATI VE GENİŞ PERSPEKTİF
Müfredatın kendisi, bir toplumsal zihin haritası. Bu harita, sadece sınavlarda sorulacak sorularla değil, bireyin hayatla kuracağı bağla da ilgili. Bu yüzden öğrenciler, müfredata “nereden soru gelir?” perspektifiyle değil, “bana nasıl katkı sağlar?” bakışıyla yaklaşmalı. Müfredatın özünü anlamak, sadece başarılı bireyler değil, aydın yurttaşlar da yetiştirir. Bu çerçevede, müfredat sadece ezberlenecek konular bütünü değil; aynı zamanda hayatla ilişkili düşünce modellerinin bir sentezidir. Bu sentezi kuran birey, hem sınavlarda hem yaşamda başarılı olur.
SONUÇ: ZİHNİNİ KİRAYA VERMEYEN NESİLLER
Dijital çağda bilgiye ulaşmak kolaylaştıkça, bilgiyi sorgulamak daha da zorlaştı. Bu yüzden öğrenciler ve ebeveynler, bilgiye ulaşmanın hızlı yolları yerine, bilgiyi sindirmenin yavaş ama sağlam yollarını tercih etmeli. Popülist öğretmenlerin “mucize çözümlerine” değil, eleştirel düşünceye, emekle öğrenmeye ve kendi zihinsel yolculuğuna inanan nesiller yetiştirmek bu ülkenin en büyük garantisi. Unutulmamalı ki, eğitim sadece sınav kazanmak için değil; hayatta kaybolmamak için.
PROF. DR. TUNCAY DİLCİ KİMDİR?
1970 yılında Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinde dünyaya geldi. İlk orta ve lise öğrenimini Kayseri’de tamamladı. 1990 yılında başladığı lisans öğrenimini Dicle Üniversitesi ve Ondokuzmayıs üniversitelerinde 1994 yılında tamamladı. Aynı yıl Milli Eğitim Bakanlığı’nda başladığı öğretmenlik görevini Şırnak ve Malatya illerinde sınıf öğretmeni ve beden eğitimi öğretmeni olarak sürdürdü. 2001 - 2002 yıllarında Fırat Üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü eğitim yönetimi ve teftiş alanında yüksek lisans, yine aynı üniversitede eğitim programları ve öğretimi ana bilim dalında doktora derecesini aldı. Dilci, Gaziantep Üniversitesi, Kilis 7 Aralık Üniversitesi ve Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakülteleri’nde çalışırken; bu çalışmalarının yanı sıra, emniyet Genel müdürlüğü personeline suç piskolojisi ve davranış analizi üzerine çalışmalarıyla katkıda bulundu. ASELSAN, ASPİLSAN, Maliye Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde bulunan bir çok okul ve personele konferans ve danışmanlıklar gerçekleştirdi. Uluslararası Psikologlar Derneği ile işbirliği halinde çocuklarda davranış bozukluğu, ileri iletişim teknikleri, hipnotik tekniklerle bilinçaltı analiz, aile danışmanlığı ve benzeri alanlarda kişisel gelişim eğitimleri vererek son on yılı içerisinde yaklaşık 400 bin aile ve eğitimciye seminerler verdi. Çocuklarda öğrenme güçlüğü ve davranış bozuklukları üzerine akademik çalışmalarını doçentlik düzeyinde sürdürmüş, dünyada ilk olarak bilinen bilinçaltı yapay zeka algoritmik sistemle çalışan bilinçaltı ölçerin mucidi ve geliştiricisidir. Dijital yaşam üzerine yaptığı çalışmaları sadece ülkemizde değil uluslararası birçok platformda da kabul görmüştür. Gazi Üniversitesi merkezli oluşturduğu kısa adı DİYAM olan Dijital Yaşam Araştırma Merkezi’nin de kurucusu.