Güncelleme Tarihi:
Hindistan'daki buzul felaketinin ardından bir grup bilim insanı dün hava yoluyla bölgeye giderek incelemeler yaptı. Ekip sözcüsü LK Sinha, Hindistan medyasına, "Görünüşe bakılırsa ana buzuldan çıkıntı yapan bir parça kırılıp vadiye iniyor. Vadide bir göl oluşturuyor. Göl daha sonra taşarak hasara neden oluyor" dedi.
Bilim insanları buzulların kış aylarında kırılmasının çok nadir bir olay olduğunu da belirtti. Ancak daha önce yapılan açıklamalarda, bölgede önümüzdeki yıllarda küresel ısınma kaynaklı buzul erimelerinin büyük sorunlar doğurabileceğine dair uyarılar yapılmıştı. Hatta 2019 yılında yayımlanan bir araştırmada Himalayalar’daki buzulların “alarm verici bir hızla” eridiği konusunda bütün dünya uyarılmıştı. Dahası yerel uzmanlar ve aktivistler bölgede günden güne artan baraj ve hidroelektrik santral inşaatlarının ekolojiye zarar verdiğini ve olağanüstü hava olaylarına yol açtığını belirtiyor.
Bu elbette korkunç bir durum ve bölge halkı büyük tehdit altında. Ancak buzulların erimesi sadece o bölgede yaşayanları değil, dünyanın genelini birçok farklı açıdan tehdit ediyor. Bunlardan bir tanesi de buzul bölgelerindeki donmuş topraklarda yaşayan çok eski çağlardan kalmış virüsler.
BUZULLAR ERİYOR, VİRÜSLER CANLANIYOR
Bilim insanlarına göre, buzul bölgelerindeki donmuş topraklar, soğuk, karanlık ve oksijensiz ortamlar. Yapılan araştırmalar toprağın bu halinin, mikrop ve virüslerin yayılmasının ve insanlara bulaşmasının önünde bir kalkan görevi gördüğüne işaret ediyor. Bu işin iyi tarafı… İşin kötüsü ise bu koşullarda bazı mikroskobik canlılar yüzyıllar boyunca ölmeden uyku halinde kalabiliyor. Durum böyle olunca akıllarda “İnsanlara ve hayvanlara hastalık bulaştırabilecek virüsler, geçmişte salgın hastalıklara yol açmış olanlar da dâhil, bu tabakada canlı kalmış olabilir mi?” sorusu doğuyor.
Örneğin 2005’te ABD’de yapılan bir çalışmada, NASA araştırmacıları Alaska’da 32 bin yıl boyunca donmuş halde bulunan bir gölette bulunan bir bakteriyi canlandırmayı başardı. Kürklü mamutların yaşadığı döneme ait olan bu bakterinin buzlar çözüldükten sonra hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ettiği görüldü. İki yıl sonra da Antarktika’da buzulların altında donmuş, 8 milyon yaşındaki bir bakteri yeniden hayata döndürüldü. Aynı çalışmada 100 bin yıllık buzda bulunan bakteriler de canlandırıldı.
Biraz daha yakın bir tarihe gidecek olursak 2014’te bu kez Sibirya'da ciddi gelişmeler oldu. Sonuçları bilim dergisi PNAS’ta yayımlanan araştırmada, 30 metre derinlikte bulunan 30 bin yıllık iki virüs (dev virüsler sınıfına ait Pithovirus sibericum ve Mollivirus sibericum) canlandırıldı. Fransa’da bulunan Aix-Marseille Üniversitesi’nin Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi’nde görevli Prof. Jean-Michel Claverie, konuyla ilgili olarak, “İlk defa bu kadar uzun bir süre sonra bulunan bir virüsün hâlâ bulaşıcı olduğunu gördük” diye konuştu. Buzul altındaki virüslerle ilgili ciddi araştırmaları olan Fransa Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi’nden Dr. Chantal Abergel ise BBC’ye verdiği bir röportajda “Sibirya buzullarının derinliklerinde daha tehlikeli patojenler bulunabilir” uyarısını yaptı.
Konuyla ilgili bazı araştırmacılar Alaska'nın tundralarında 1918 İspanyol gribi virüsünün kalıntılarının bulduğunu söylüyorlar. Hıyarcıklı veba ve çiçek virüslerinin de Sibirya'da gömülü olma ihtimali üzerine duruyorlar ve çalışmalar hâlâ devam ediyor. En son ABD’li ve Çinli bilim insanlarının Tibet Platosu'nda 15 bin yıl önce donmuş bir su birikintisinde yaptığı ortak yaptığı araştırmada 28'i daha önce keşfedilmemiş pek çok antik virüs keşfedildi.
VİRÜSLERDEN ÖNCE METAN GAZI TEHDİDİ
Tüm çalışmalar gösteriyor ki donmuş toprak tabakası içinde etkisiz duran bakteri ve virüsler, iklim değişikliği ile ısınan yeryüzünde potansiyel bir tehdit. Ancak buzulların erimesinin getireceği çok daha büyük sonuçlar var. Özellikle kutuplara yakın bölgelerde binlerce yıldır çürüyen bitki köklerinin yarattığı metan gazının atmosfere salımı çok daha acil bir sorun.
Boğaziçi Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Fizik Bölümü öğretim üyesi ve üniversitenin İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi müdürü Prof. Dr. Levent Kurnaz metan gazı ile ilgili Hurriyet.com.tr’ye önemli bilgiler verdi.
“Kutuplar hakkında bilmemiz gereken virüslerden daha tehlikeli şeyler var” diyen Prof. Dr. Kurnaz, “Sibirya’da toprağın 2-5 metre altında binlerce yıldır çürüyerek metan gazı oluşturmuş bitki kökleri var. Toprak ve içerikteki su donmuş olduğundan ötürü atmosfere çıkamıyorlar. Atmosfere çıkacak olurlarsa, bu yüzyılın sonuna kadar her yıl insanlığın ortalama saldığı karbondioksitin yüzde 20’si kadar fazla karbondioksit salacaklar. Bu da iklim değişikliğini yüzde 20 artıracak demektir” diye konuştu.
Buzulların erimesiyle yükselecek suların dünya ekonomisi için yaklaşık olarak 120 bin trilyon masrafı beraberinde getireceğini vurgulayan Prof. Dr. Kurnaz, dünya nüfusunun yaşadığı yerlerin yarısından fazlasının sular altında kalabileceğini söyledi.
OKYANUS SULARI ASİT ÇÖZELTİSİ HALİNE GELİYOR
Sürdürülebilirlik Uzmanı ve Çevre Mühendisi Serkan Soyuer ise buzulların erimesiyle ilgili olarak “asidite artışı” uyarısı yaptı. Soyuer, yükselen sıcaklıkların ki buzulların ve buz tabakalarının erimesine, okyanuslara daha fazla su eklenmesine ve dolayısıyla okyanus seviyesinin yükselmesine neden olduğunu hatırlatarak şunları söyledi:
“Okyanuslar, küresel ısınmadan kaynaklanan ekstra ısının yüzde 90’ını emer. Bu nedenle su ısıdan kaynaklı genleşerek okyanusların daha fazla yer kaplamasına neden olur. Deniz seviyelerindeki yükselmeler devam ettiği için kıyı şehirleri sel riski altındadır. Asıl önemlisi bu değişimlerin okyanus asiditesinin artışına da neden olması.”
Soyuer’in deyişiyle “iklim değişikliğinin kötü ikizi” olarak adlandırılan okyanus asiditesi artışı, atmosferdeki karbondioksitin okyanus tarafından emilmesi sonucu meydana geliyor ve su altı yaşamını ve ona bağlı yaşayan birçok türü tehdit ediyor.
Kısaca açıklamak gerekirse, dünyadaki okyanus sularının pH değeri şu an 8.1 civarında yani bazik. Okyanuslar havadaki karbondioksiti emdikçe, pH seviyesi düşüyor ve sular daha asidik bir hale geliyor.
Bu da özellikle deniz suyundaki kalsiyum ve karbonat gibi maddeleri sentezleyerek sert kabuklarını ve iskeletlerini oluşturan istiridye, mercan gibi okyanus türlerinin tehdit eden bir durum. Asitli sularda bu canlıların iskeletleri ve kabukları erimeye başlıyor.
pH ölçeği logaritmik olduğundan, pH değerindeki 0.1 birimlik azalma (yani değerin 8.1’den 8.0’a inmesi) suların yüzde 30 daha asitli olması anlamına geliyor. Balıkların avcıları fark etme becerisi gibi hayatta kalma özelliklerini de etkileyen su pH'ı, okyanuslardaki besin zincirini de tehlikeye sokuyor.