Paylaş
Hangi oyuna gitsem diye düşünürken 11 Oscar ödüllü Titanic filminin müzikali TITANIQUE öyle bir göz kırptı ki bana kayıtsız kalamadım. Açtım Céline Dion - My Heart Will Go On’u bir yandan dinleyip moda girdim bir yandan müzikalin sergileneceği Criterion Tiyatrosu’nu inceledim ve biletimi satın aldım.
Açıkçası salonun görsellerini incelediğimde pek beğenmedim, daha doğrusu beni Novello Theatre gibi etkilemedi. O yüzden bir tane daha oyun bakayım, şöyle değişik bir salonda izleyim diye araştırmaya devam ettim.
İlk önce TITANIQUE izlenimlerimi anlatmak istiyorum.
Vallahi ne yalan söyleyeyim içeriye girmeden önce acayip heyecanlandım. Yani tam olarak heyecan da değildi yaşadığım duygu. Hani böyle yeni bir şey yaparken ya da ilk defa bir şeyi yapacakken içini garip bir mutluluk kaplar ya öyle bir duyguydu. Sanırsın ki gerçekten o yıllarda heyecanla gemiye binmeye hazırlanan Titanik yolcusu gibiydim. Etrafta biraz dolandım ama bir an önce gemiye biniş saati gelsin diye heyecanla bekledim.
İçeri girince önce bir salonu inceledim. Üst katlara çıktım, alt katlara indim, bekleme salonuna ve cafesine uğradım. Her yeri iyice bir kolaçan ettikten sonra yerime oturdum ve show başladı.
Sahne ve dekor müthiş, oyuncular şahane, kostümler göz kamaştırıcı, salon eh işte ama hikâyeyi öyle bildiğiniz Titanik gibi acıklı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Önümdeki kadın martı gibi bütün show boyunca öttü, ay pardon güldü…
Bir parodi gösterisi olan müzikal, 100 dakika sürdü. 8 kişilik bir kadro ile inanılmaz bir müzikalite ile olağanüstü bir performans sergilediler ancak gerçekten gereksiz ve hiç güldürmeyen espriler de yok değildi. Bu arada Celine Dion rolünü Kristina Walz canlandırdı ve kendisi göz kamaştırıcı bir performans sergiledi.
Ertesi gün gideceğim ikinci oyun için de de tercihimi Times Nehri kıyısında hep gördüğüm ama içine hiç girmediğim Shakespeare's Globe’tan yana kullandım.
Fotoğraf: Alamy
Burası William Shakespeare'in oyunlarını yazdığı, Elizabeth dönemine ait bir oyun evi olan Globe Theatre'ın yeniden inşa edilmiş binası…
1599 yılında Shakespeare'in oyuncular topluluğu tarafından Thames nehrinin güney kıyısına inşa edilmiş. 1613'te çıkan yangınla harap olmuş. Bir yıl sonra aynı yere ikinci bir Globe Tiyatrosu inşa edilmiş ve 1642 Londra tiyatrosunun kapanmasına kadar açık kalmış.
1997 yılında II. Elizabeth'in Globe Tiyatrosu'na modern bir yorum arayışı altında Shakespeare's Globe inşa edildi. Shakespeare's Globe aslında esas tiyatronun bulunduğu yerden yaklaşık 230 metre uzakta bulunuyor.
Fotoğraf: Alamy
Ben normalde böyle etkinliklere bir saat önceden giderim geç kalma ihtimalini bertaraf etmek için ama o gün maalesef çok aksilik yaşadım ve gösteriye geç kaldım. Dilim dışarıda nefes nefese koşarak tiyatro binasının önüne geldim. Kocaman bir demir kapısı vardı ve önünde iki tane gardiyan gibi görevli kadın bekliyordu. Kapılar çoktan kapanmıştı ama ben yanlarına yaklaşıp geciktiğim için çok üzgün olduğumu ama çok uzaktan geldiğimi söyledim. Yalan değil, ta Türkiye’den bunun için gelmemiş miydim? İçimden ‘Aç kapıyı Veysel Efendi’ repliğini geçirerek koca kapıdan gururla içeri girdim.
Fotoğraf: iStock
Bu buram buram tarih kokan tiyatro binasında izleyeceğim oyunun adı Hansel ve Gretel. Zaten çocuk oyunlarını çok severim ama asıl salona adımımı atar atmaz ne kadar doğru bir seçim yaptığımı anladım. Acayip değişik bir atmosferi var buranın. Bu açık hava tiyatrosuna rehber eşliğinde turlar düzenleniyor.
İlk defa bir tiyatro oyunun ayakta izlendiğini gördüm. Bilet satın alırken görmüştüm ama nasıl bir deneyim olur emin olamadığım için balkondan satın almıştım biletimi. ‘Yard standing’ kategorisinden satılan bu biletler daha ucuz ve oyunu konserdeymiş gibi ayakta izliyorsun.
Fotoğraf: iStock
Ben girdiğimde oyun çoktan başlamıştı. Hızlıca yerime oturdum ve bir yandan ahşap oturma yerlerini, merdivenleri, balkonların, trabzanların ve sahnenin detaylarını incelemeye başladım. Yerim çok güzeldi ama aklım o ayaktakilerin durduğu sahne önündeydi. Aklımda kalmasın dedim, yerimden kalktım ve sahne önüne kadar ilerledim ve oyunu oradan izlemeye devam ettim.
Sahne ışıklandırması, müzik, dekor her şey çok güzeldi. Bu kadar yakından izlemek daha da güzeldi.
Oyuncular çok iyiydi ama maalesef Hansel beni şoka uğrattı. Önce anlam veremedim show’ın bir parçası sandım. Ama elinde tuttuğu defterin sayfalarını çevirince anladım ki ezberini yapamamış. Tüm oyun boyunca elinde o defter ile rolünü icra etti sahnede. Bu normal bir şey mi bilemiyorum ama bana çok tuhaf ve amatörce geldi.
Gretel’e de bir kanım kaynadı ki sormayın, nedenini eve dönünce oyuncuları gözden geçirince anladım. Hansel kızımız bir Türk, adı Yasemin Özdemir. Onun oyunculuğuna, mimiklerine bayıldım gerçekten.
Zamanım kısıtlı olduğu için bu sefer iki müzikalle bitirdim Londra maceramı ama bir dahaki sefere her güne bir oyun bileti alacağım.
Şimdi yine sürekli tiyatroya gidesim var, deli gibi bilet alıp her günümü doldurmak istiyorum ama İstanbul’da bana bir şey oluyor. Dışarı çıkarken gözüm korkuyor, acaba kaç saatte giderim, arabaya yer bulabilecek miyim?” gibi kafamda oluşan onlarca soru işareti çok çok istediğim bir oyun olmadıkça beni engelliyor.
Umarım tiyatro aşkım böyle arada bir değil sürekli depreşir de daha fazla oyunu izleme fırsatı bulurum.
Paylaş