Paylaş
Keçi gibi dağlarda koşan İsviçreli yetim kız Heidi’yi çocukken hep hayranlıkla izlemiştim ama bu yaşlarda filmini izlerken karakterden çok filmin çekiminin yapıldığı yemyeşil dağlara, kırlara bayırlara daha bir ilgi ile bakmaya başladım. Hatta “Ah keşke şuraları bir gün görsem” diye içimden geçirmiştim.” Tam 9 yıl sonra Heidi’nin Peter ile koşturduğu o dağlara ben de tırmandım, ben de yemyeşil çimenlerinin üzerinde yuvarlandım ama bugün size diğer favorim Pinokyo ve onun çekildiği köyden bahsedeceğim.
Aranızda belki 2013 yılında Alman-Türk yapımı Pinokyo’yu izleyenleriniz vardır. Pinokyo’nun hikayesini birçok kez beyazperdede izledik ama bu film başka… Çünkü bu filmde çekimlerin bir kısmı Aydın Söke’ye bağlı tarihi Doğanbey köyünde gerçekleşti.
Ben bunu filmi izlerken bilmiyordum ve izlerken “ne güzel yerlermiş nerede acaba?’ diye düşünmüştüm ama sonra aklımdan çıkmış. Bir gün ablamla konuşurken ona bu filmden bahsetmiştim. "Ben biliyorum orayıi Aydın'da bir köy" dedi. Meğer o çoktan araştırmış da bulmuş bile.
Bir gün gideriz belki diye gezip görülecekler listemize eklenmişti ama geçtiğimiz yıla kadar o listede üstünü çizememiştik bu güzel köyün.
Bodrum’da oturan ablamla beraber İstanbul’a dönmek için yola çıktığımızda Aydın tabelasını görünce 'O gün bugün olsun" dedik ve Söke yoluna saptık.
Epey sapa yollardan geçerek aradığımız köyü sonunda bulduk ve hiç bildiğimiz köylere benzemeyen bu yere hayran kaldık.
Önceden bu köyde Rumlar yaşıyormuş. Rumca odalar anlamına gelen "Domatia" ismiyle kurulan köy zaman içinde "Doğanbey" ismini almış. Bünyesinde barındırdığı eski Rum evleri nedeniyle Milli Park sınırları içerisinde bulunuyor.
Pinokyo filminden sonra yerli ve yabancı film şirketlerinin gözdesi haline gelen bu köyde “Entelköy Efeköye Karşı” ve “Dedemin İnsanları” filmleri çekildi.Biz gittiğimizde de esnaf yeni bir dizi çekilecek diye bize bilgi verdi ama henüz o dizi henüz yayınlanmadı sanırım.
Doğanbey, aslında Mübadele Dönemi'ne kadar Rumların yaşadığı bir Rum köyü... Geçmişi MÖ 7. yüzyıla değin uzanan köy, Kurtuluş Savaşı sırasında mübadele sonucunda Yunanistan'a göç edene kadar Rum halkının yaşam alanıymış.
Oradaki yöre halkı ile konuştuğumuzda bu köye gezmek için tesadüfen gelen iki mimarın bu müthiş taş evleri satın alıp doğal yapısını koruyarak restore ettiklerini söylediler. Şimdi bu evler ya otel ya pansiyon ya cafe olarak işletiliyor.
Taş evleri, dar sokakları, doğal güzelliği ile büyüleyen bu köy o kadar sakin ki huzurun sesini duyuyorsunuz.
Biz bu oksijen deposu köyde asırlık ağaçların gölgesinde köy kahvaltımızı yaptık, üstüne kahvemizi içtik ve 2-3 saat etrafta gezindik, bol bol fotoğraf çektik. Yolumuz uzun diye biz daha fazla kalamadık ama eğer siz bu köye giderseniz mutlaka Karina sahiline uğrayın, ben sonradan pişman oldum gidemediğimize.
1900'lü yılların başında ticaret limanı olan Karina'da’ki o eski taş binalar, bugün kafe ve restoran olarak hizmet veriyor. Buraya kadar gitmişken bir balık yemeden dönerseniz bizim gibi pişman dönersiniz benden söylemesi…
Paylaş